Sadece Eylül ayında CHP’ye ilgili, aralarında İmamoğlu diploma davası, Beykoz Belediyesi davası, Kurultay İptal davası, Kent Uzlaşısı davasının da olduğu 10’a yakın dava görülecek…
Son dönemde İstanbul savcılıkları tüm vakitlerini CHP’ye hasreder
haldeler.
Ana muhalefet partisine yönelik iddialar, soruşturmalar, tutuklamalar akıl almaz bir boyuta ulaştı, bu siyasi partinin adeta tüm İstanbul belediyelerini ve teşkilatını kapsama sınırlarına geldi.
Ne olduğu belli…
Yaşanan siyasi iktidarın yönettiği ana muhalefete dönük bir “siyasi boğma süreci”…
İki gün önce bir mahkeme tarafından alınan CHP İl örgütünü görevden alma ve yerine kayyum atama kararı, bu süreci başka bir safhaya getirdi.
Bu safha açık bir şekilde “anayasanın ihlali” içermektedir.
Türkiye’de delege seçimlerinden il, ilçe seçimlerine, muhtarlık seçiminden cumhurbaşkanlığı seçimine kadar tüm seçim ve itiraz süreçleri anayasa (79.madde) ve kanunlarla düzenlenmiştir. Bu konularda yetkili olan tek merci Yüksek Seçim kurulu ve birimleridir. Genel mahkemelerin siyasi partilerin kongre süreçlerine müdahalesi, bunlarla iptal ve tedbir kararları alması, kayyum ataması ve hükümler vermesi anayasanın açık bir ihlalidir.
Daha da ötesi…
Böyle bir durum, seçim güvencesini de ortadan kaldırmakta, demokrasilerin en hassas, en dokunulmaz mekanizmasını bozmaktadır. Herhangi seçimin bir seçimin şu veya bu gerekçeyle” iktidar ve siyasi güçlerin” işaretiyle mahkemeler tarafından iptal edilmesinin kapısı açmaktadır.
Bu konuda söylenecek ilk ve son söz budur.
Başkaca tartışılacak bir husus yoktur.
AK Partililer bu bunları bilmezler mi?
Pek ala bilirler.
Erdoğan da bilir, Bahçeli de…
O zaman niyet nedir, hedef nedir?
Gerçekten nedir?
Ana muhalefetin siyasi alandan tasfiyesi, siyasi alanın daraltılması, dolaylı tek parti, tek ittifak iktidarına mahkum edilmesi mi?
Öyleyse bu, bir darbe girişimidir.
Darbeler sadece silah gücüyle yapılmaz, darbeler sadece siyasi iktidarları hedef almaz. Düzenin meşru ve yasal yapısını keyfi ve güç yoluyla altüst etme çabaları da darbe girişimleri arasında yer alır.
17-25 Aralık 2013’te muhtemel yolsuzluk dosyaları, iddiaları ve kimi delilerin varlığına rağmen, aklı başında insanlar her şeyden önce bu dosyalar veya iddialar üzerinden yapılan darbe girişimine itiraz etmişlerdi.
Gelin görün ki, roller değişti.
O günkü mağdur bugünün faili haline geldi.
Neden?
Oysa, AK Parti için işler o kadar da kötü gitmiyor. Güvenlik, silah sanayinin gelişimi, dış politika, milliyetçilik, muhafazakar kesimdeki güçlü siyasi irade talebi, Erdoğan’a dair güç ve başarı imajı, iktidarın asker ve devletle iç içe yol yürümesi, ekonomide evrensel kuralları uygulayarak görece bir istikrara doğru ilerlenmesi, bu siyasi partiyi ve Erdoğan’ı gelecek dönemin de en güçlü iktidar adayı yapmaya yeter.
Ne denli otoriter olsun olsun, ne denli disiplinli toplum peşinde koşarsa koşsun, pek çok konuda devlet aklını ve siyasi aklı iç içe sokmayı bilen bir iktidar bu yolu tutturmaz…
O zaman Tek açıklaması var olanın.
Tek bir aklın kararı ya da iktidarda şahsiliğin ulaştığı boyut.
Bu boyuta ulaşıldığında belli ki, iktidar sahibinin duyguları, öfkesi ve zihniyetinin devreye girmektedir.
Durum muhtemelen budur.
Birileri bindiği dalı kesiyor.