Asıl sorun 50 artı 1

Bütün bu yapılanların, PKK’nın Kandil kadrosunun terör örgütünün namlı üyelerinin fotoğrafları önünde Türkiye’ye “barış bahşetmesinin”, Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası kabulünün belgesi sayılan Lozan Anlaşması’nı yok sayarak Cumhuriyet’i kurulmamış gibi kabul ettiğini açıklamasının, Marksist bir terör örgütünün sözde milliyetçi Bahçeli tarafından alkışlanmasının, kapalı kapılar ardında ne olduğunu hiç bilmediğimiz gizli pazarlıklarla ülkenin geleceğinin teröristlerle birlikte şekillendirilmesinin tek bir amacı var, biliyorsunuz değil mi!

Anayasa’yı değiştirebilmek ve en azından bir dönem daha iktidarda kalabilmek…

Marksist terör örgütü PKK’nın açıklamasının hemen ardından, birkaç saat içinde Saray’daki Marksist danışman Mehmet Uçum’un Anayasa değişikliği açıklaması yapması boşuna değil.

TBMM’ye getirilmediği müddetçe “kirli” olduğuna inanacağımız pazarlığın iktidarı ilgilendiren bölümünün bu olduğunu böylelikle anlamış oluyoruz.

Herkes yeni Anayasa ile 3. dönemini sürmekte olan Erdoğan’a en az bir dönem daha cumhurbaşkanlığı yolunun açılabilmesi için bu Anayasa değişikliğine ihtiyaç duyulduğu inancında.

Cumhurbaşkanı sıfatının “başkan” olarak değiştirilmesinin bile bir dönem daha başkanlık yolunu açacağını söyleyenler var.

Çocukça bir yaklaşım.

AKP’nin ve YSK’nın geçmiş içtihatlarına bakıldığında Anayasa değişikliğinin Erdoğan’ın Anayasa kronometresini sıfırladığını görüyoruz.

Yeni bir Anayasa, yeniden iki dönem ya da belki de sınırlamayı kaldıracak bir Anayasa’da sonsuz kere aday olabilme hakkı verecektir Erdoğan’a.

Ancak görünen o ki, bu bile AKP’yi ve AKP Genel Başkanı’nı bir kez daha iktidara taşımaya yetmez, yetmiyor.

Erdoğan’ın artık 50 artı 1 şartı olan bir seçimi kazanması imkan dahilinde değil.

Tüm anketler gösteriyor ki, seçime girebilmesi halinde bile Erdoğan ne ilk turda, ne de 2. turda yüzde 50’lik oy oranına ulaşabiliyor. 

Erdoğan’ın bugün çıkabildiği en yüksek nokta yüzde 38 civarını geçmiyor.

Olası rakiplerinden en az 4 puan geride kalıyor.

Bu yüzden de Anayasa değişikliğindeki en önemli hedef, 50 artı 1 şartını kaldırmak.

Tek turlu ve 50 artı 1 şartı olmayan bir seçimde şansı olabileceğini düşünüyor.

AKP lideri şunu da biliyor.

Bu saatten sonra HDP oyları Başkanlık seçiminde kendisine gelmez.

Ama eğer çok adaylı bir seçim ortamına gidilirse…

CHP adayının yanına DEM ayrı bir aday, İYİ Parti ayrı bir aday, Zafer Partisi ayrı bir aday hatta Anahtar Parti ayrı bir aday ve Yeniden Refah ayrı bir aday çıkarırsa yüzde 34-35 civarı bir oyla yeniden “Başkan” seçilebileceğini umuyor.

Bu nedenle de yeni Anayasa’nın asıl hedefi, artık başlarına iyiden iyiye bela olan 50 artı 1’den kurtulmak ve yeni bir şans yaratabilmek.

Ama bence buna da çok güvenmesin.

Hâlâ Boğaziçi Üniversitesi’nde “ilkelliğe” karşı çıkan 21. yüzyıl gençlerini dövdürmeye, içeri attırmaya devam ettiği müddetçe, yasal haklarını kullanmayı artık öğrenen çocukları tehditle, sopayla yola getirebileceğini zannettikçe, ana babalarının bile kendilerine sürekli karışmasına tahammül edemeyen gençlere ne yapacakları konusunda sürekli talimat verdikçe ve üstüne üstlük bu çocukların geleceklerini liyakatsiz atamalar ve partizanlıkla karartmaya devam ettikçe Anayasa değişikliği bile yetmez.

Sonuçta burası ne Sovyet baskısından yeni kurtulmuş bir Orta Asya Cumhuriyeti, ne de bir Ortadoğu Baas rejimi.

Herkes hatırlamalı ki, bu ülkede siyasete en güzel veda sandıkta kaybetmekle olur.

Hem ülke için hem veda eden için.

Yabancı sermaye dedikoduları

Geçen hafta Youtube’da önce sabah programlarında ben, sonra da Icrypex için hazırladığımız Cumartesi sohbetinde Ali Babacan, “Hukukun bu durumda olduğu bir ülkeye yabancı sermaye, yabancı yatırımcı gelmez” dedik.

Hem de iddialı bir şekilde.

Farklı kaynaklara dayansak da aldığımız tüm bilgiler bunu gösteriyordu.

Birkaç gün sonra telefonum çaldı.

Arayan Ankara’da ekonomi çevrelerine yakın, zaman zaman Körfez sermayesinin Ankara’daki işlerini de takip eden uluslararası bağlantıları güçlü bir tanıdıktı.

“Abi, Ali Bey ile programı dinledim. Biraz fazla iddialı konuşmuşsunuz” dedi.

Hangi açıdan diye sordum.

“Yabancı sermaye konusunda” dedi.

“Yine Körfez’den bir para gelecek mi diyeceksin” dedim gülerek.

“Yok abi, Körfez’den bir para geleceği falan yok. Körfez’den Türkiye’ye gelecek tek şey, rüzgarla gelecek çöl kumu olur. Türkiye’nin adını bile anmak istemiyorlar ama Trump, dostu Bin Selman’a ‘Türkiye’ye biraz yatırım attırıverin’ derse onu bilemem. Bildiğim, bugünkü haliyle kapik gelmez Körfez’den. Görünene bakma Körfez ile ilişkiler hiç iyi değil” dedi.

“Peki o zaman nereden gelecek para” dedim.

“Benim içinde olduğum bir iş değil ama Ankara’da yabancı sermayenin Türkiye’de iki büyük alım yapma arzusundan bahsediliyor” diye fısıldadı.

Meraklandım.

Anlattı:

“Bunlardan ilki, İstanbul Havalimanı ile ilgili. Senin Yeni Atatürk Havalimanı dediğin terminal. Ankara’da konuşulduğu kadarı ile burası ile bir yabancı yatırımcı ilgileniyor. Öğrenebildiğim kadarı ile bir havalimanı işletmecisi değil, yatırım fonu. 12 milyar dolar ila 15 milyar dolar arası bir değerleme üzerinden buraya talip olduklarını duydum. Tabii ki Cumhurbaşkanımızın onayı olmadan Kalyon’un burayı satması mümkün değil. Biliyorsundur orada ortaklar arasında sürekli bir anlaşmazlık var. Cumhurbaşkanı izin verirse satılır diye konuşuluyor. Sonuçta garanti gelirli sağlam iş.” dedi.

“Diğeri” dedim.

“Abi, o biraz mayınlı arazi.” dedi.

Israrım üzerine anlattı.

“Cumhurbaşkanı’na yakın bir savunma sanayi şirketi. Adını vermeyeyim. Sen tahmin et. Bu şirket bayağı iştah kabartan bir şirket. Yine bir Amerikalı bir fondan söz ediliyor. Bu şirketi 3-4 milyar dolarlık bir değer üzerinden en az yarısını satın almak istiyorlarmış. Ama daha cazip tarafı, bu şirketi ABD ve Avrupa pazarlarında da büyütecek ve üretimini dünyaya yayacak 25 milyar dolarlık bir yatırım da satın alma teklifinin içindeymiş. Biliyorsun bu paralar savunma sanayi için küçük paralar ama Türkiye için önemli paralar” dedi.

“İlki olabilir ama bu ikinci bana pek makul gelmedi” dedim.

“Bana gelen bilgi, ikisinin de Tayyip Bey’in onayına bağlı olduğu. İkinciye onay vereceğini ben de zannetmiyorum ama 2026 sonunu kadar 60 milyar dolarlık bir hakiki yabancı sermaye sokmak istediklerini biliyorum. O yüzden de iddialı olma diyorum” dedi.

Ben de bir Ankara dedikodusu olarak sizinle paylaşıyorum.

Kazanırken kaybetmek

Eski Moskova Büyükelçimiz, Türk Keneşi’nin kurucu genel sekreteri, emekli büyükelçi Halil Akıncı kısa bir mesaj yollamış. 

Ben de aktarmak istedim:

“1897 Türk-Yunan Harbi’ni kazandık, Girit’e özerklik verdik. PKK ile savaşı 2002’de kazanmıştık, şimdi de kalmayan başka örgütlere dağılmış PKK’ya taviz veriyoruz. Kazanmak bize iyi gelmiyor! Ne verdiğimizi de henüz bilmiyoruz!”

NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Benden sonra tufan diye ülke yönetmediğimiz zaman.