Yasakla koruyup baskıyla şekillendirerek yönetmeye çalışmak

Toplum ve aileyi yasakla sözde koruyup baskıyla şekillendirme anlayışının sonuçları her gün televizyonlarda görülüyor.

Geçtiğimiz günlerde bir iktidar yetkilisi kamuoyunda yankı uyandıran şu cümleyi kurdu: “Toplumu ve aileyi korumak yasakçılıksa, evet biz yasakçıyız.” Toplumu ve aileyi yasakla korumayı öngören bu cümle sadece bir tercih beyanı değil, siyasal iktidarın özgürlükler, bireysel haklar ve toplumsal çeşitlilik karşısındaki pozisyonunu da ele veren bir siyasal deklarasyondur.

Geçmişte hatırlıyorum, “Bu ülkeye komünizm gelecekse onu da biz getiririz” demişti, tek parti döneminin kudretli Ankara Valisi Nevzat Tandoğan. Bu vecizeyi yumurtlarken ülkede idarenin her şeye hâkim olduğunu ve her ne olacaksa devlet gözetiminde olabileceğini vurgulamak istemişti.

Yasakla yönetmek ve aile düzeni

Koruma adı altında yasaklara sarılmak, modern devlet anlayışıyla değil, otoriter reflekslerle açıklanabilir.

Devletin görevi, yurttaşlarını belli bir yaşam tarzına zorlamak değil; farklı yaşam biçimlerinin barış içinde bir arada var olabileceği çoğulcu bir düzeni inşa etmektir.

“Toplumu korumak” gibi soyut bir gerekçeyle yapılan yasaklamalar, gerçekte belirli bir ideolojik ve ahlaki yaşam biçimini dayatmanın aracına dönüşür.

Hangi aile? Kimin toplum düzeni? Kime göre doğru? Kime göre tehlikeli?

Aile dediğimiz yapı, tek bir kalıba sığmaz. Kimi çekirdek, kimi geniş aile içinde yaşar. Kimi kadın-erkek eşitliğine dayalı bir evlilik sürdürür, kimi çocuk yapmayı tercih etmez. Bazıları evlenmeden birlikte yaşar. Bazıları boşanır.

Bu farklılıklar, toplumu zayıflatmaz; bilakis onu daha dirençli, daha adil, daha çağdaş kılar. Bu çeşitliliği tehdit gibi görmek, devletin toplumla savaş halinde olması anlamına gelir.

Dünyadan yasakçılık örnekleri

Türkiye benzeri yasakçı refleksler gösteren ülkeler azımsanacak kadar az değil. Ancak bu politikaların uzun vadeli sonuçları, çoğu zaman daha derin sosyal bölünmelere yol açıyor:

• Macaristan’da Victor Orbán yönetimi “aileyi koruma” gerekçesiyle anayasal olarak yalnızca kadın-erkek evliliğini tanımakta, LGBT+ bireylerin görünürlüğünü kısıtlayan yasalar uygulamaktadır. Bu durum, Avrupa Birliği’nden sert eleştiriler almakta ve ülkenin demokratik standartları sorgulanmaktadır.

• İran’da “ahlak polisi” sokaklarda bireylerin giyim ve davranışlarına müdahale ediyor. Bu tür yasaklarla toplumu şekillendirme çabası, Mahsa Amini’nin ölümünde olduğu gibi, ciddi halk isyanlarına neden olabiliyor.

• Fransa’da ise laiklik ilkesi adına kamu okullarında başörtüsü yasak. Devletin dini sembollerden “toplumu koruma” çabası, bireysel özgürlüklerle çeliştiği ölçüde toplumsal gerilimi artırıyor.

Tüm bu örnekler, yasakla “korumanın” aslında nasıl baskıya dönüştüğünü ve uzun vadede toplumla devlet arasındaki bağı nasıl zayıflattığını gözler önüne seriyor.

Destekle koruyan örnekler

Oysa aileyi ve toplumu gerçekten korumak isteyen ülkeler, baskı ve yasak yerine destekleyici politikalar inşa ediyor:

• İsveç, Norveç ve Hollanda gibi ülkelerde, devlet belirli bir “ideal aile” modeli dayatmıyor. Her türden aile yapısına eşit mesafede durarak, örneğin ebeveyn izni, çocuk bakımı desteği ve ekonomik eşitlik politikalarıyla aileleri güçlendiriyor.

• ABD’de, eyaletler arası farklılıklar görülse de genel olarak bireysel haklar anayasal güvenceye sahip. Kürtaj, LGBT+ evlilikleri ya da eğitim müfredatı gibi konular tartışmalı olsa da yasak yerine kamusal tartışma ve çoğulculuk esas alınıyor. Donald Trump döneminde bu durumun değişip yerini yasakla yönetmeye çalışmaya bırakacağına dair işaretler var.

Bu modeller, devletin “ahlak bekçisi” rolünü değil, sosyal hizmet sağlayıcısı rolünü benimsediği ölçüde daha sağlıklı toplumlar inşa ediyor.

Yasakçılığın gerçek bedeli

Yasakçılık, iktidarın kendisini “ahlak bekçisi” ilan etmesidir. Kimin nasıl giyineceğine, kimin ne konuşacağına, kimin nasıl yaşayacağına karar vermek; anayasal güvence altındaki bireysel özgürlüklere müdahale anlamına gelir.

Oysa gerçek koruma, yasakla değil destekle olur. Yasak korkudan doğar; destek ise güvenden.

Gerçekten aileyi ve toplumu korumak mı istiyorsunuz?

• Kadına yönelik şiddeti önleyin.

• Gençlerin evlenememesine neden olan ekonomik güvencesizliği çözün.

• Aile içi ruh sağlığı, çocuk gelişimi ve ebeveyn eğitimi gibi alanlarda kamusal destek sağlayın.

• Gelir adaletsizliğini azaltın, sosyal politikaları eşitlik temelinde güçlendirin.

Toplumu yasaklarla dizayn etmeye çalışmak, kısa vadede sessizlik yaratır; ama uzun vadede bastırılmış talepler, daha büyük toplumsal patlamalar doğurur. Bastırılan her ses bir gün daha gür çıkar.

Yasakla değil, adaletle korumak

Siyasal iktidarlar şunu unutmamalı: Toplumu şekillendirmek sizin göreviniz değil; toplumun çeşitliliğini tanımak ve korumak görevinizdir.

Yasakçılığa övgüyle yaklaşmak, sadece bireysel özgürlükleri değil, toplumsal barışı da tehdit eder.

Unutmayın: Aileyi ve toplumu yasaklarla değil, özgürlük, eşitlik ve adaletle koruyabilirsiniz.