Sırrı Süreyya Önder ayrılırken

Tamamlayanlar vardır hayatı. Orada oldukları için ve olmalarının hayata kattıklarıyla. Bazen tam da bunu yaparken fark edersiniz onun tamamladıklarını, bazen ondan eksik kaldığınızda. İki gündür Sırrı Süreyya Önder hakkında yazılanlar, paylaşılanlar; törene, cenazeye katılanlar; onun neyi nasıl tamamladığını, neyi nasıl toparlayabildiğini, hangi ihtiyaçlara dokunduğunu gösteriyor. Sevenleri kadar sevmeyenlerinin de gördüğü, görmekten kaçamadığı, en azından görüyor gibi davranmaya mecbur kaldığı ve çok az bulunur bir şey bu. Her şeyi başka türlü yapmanın, her şeyi başka türlü söyleminin mümkün olduğunu ve bunu aramanın çok lazım olduğunu hatırlatan biriydi. Bazen içinizi ısıtmış, bazen yüzünüzü güldürmüş; bazen canınızı sıkmış, bazen kızdırmıştır belki. Hiç önemli değil.

Bir şeyi onun yapmasında -her durumda- ciddi bir fark olması, o farktan hoşlanılmasa bile, görmezden gelinemiyor. En zor şeyleri, en zor zamanlarda, en zor insanlara anlatma, anlatmaya çalışma cüretini, azmini ama galiba en fazla da yükünü, bu hevesten sağlıyordu. Ölümüyle eksik bıraktıkları üzerine çok şey söylenebilir. Giderken ardına topladığı sevgi, takdir ve hatta haset, anlatmaya çalıştığı pek çok şeyi dinletmiş olduğunu da gösteriyor. Başka türlü anlatmanın yolunu yordamını bulmak zor ama bir de bunu duyurmak, dinletmek neredeyse imkansız. İşte tamamlayıcı fark tam da burada. Söylediklerinden hiç hoşlanmayanların, o söylerken kendi yüzlerinde beliren tebessüme, kafalarında oluşan şüpheye kızıp ona daha çok saldırmak istemeleri bu yüzden. Ondan sonra en eksik kalacak olan bu işte.

Sırrı Süreyya Özden’in kızı Ceren, “Bir tür barış mıydı bilmiyorum ama hastane koridorlarında sınıfsız, bayraksız, hüzünlü, umutlu kalabalıkta barışa benzer bir şey gördüm ben. Gözün arkada, aklın bizde kalmasın baba” diye veda etti. Hastane koridorlarında görülen bu ışıklı gölge, tören salonlarında, yürüyen kalabalıkların üzerinde, cami avlusunda ve kabristanda da dolaştı. Bir ihtimali sevmek ve sevdirmek az şey değil ama onun için uğraşmış olmak, insanı sahiden rahat uyutur. Başarır mıydı? Bu yoldan o menzile varılır mıydı? Söylenenlere, söylenmeyenlere birileri katılır mıydı yoksa kırılır mıydı? Hepsi sorulabilir ama cenazeye katılan veya katılamayan kahir ekseriyetin anladığı, daha çok da hissettiği, bu soruların gölgeleyemediği bir heves. Zaten o yüksek anlatma iştahıydı onu sevdiren, ona kulak verdiren, belki de rahatsız eden.

Sırrı Süreyya Önder ayrılırken

Sırrı Süreyya Önder ayrılırken

Ancak bu cenazede olabilecekler

Sırrı Süreyya Önder’in, yaşarken yaptığı ve yapmayı çok sevdiği nükteler, espriler, hayatın mizahını -ironisini- keşfedip hepimize fark ettirmekti belki. Aramızdan ayrılırken de -kendi cenaze töreninde- ortaya çıkan sürprizli şakalar, SSÖ’nün ayrıca anlatmasına gerek kalmayacak kadar acayipti. Sadece kızı gibi onun dostluğuna doyamamış kalabalıklar değildi cenazesindeki resim, bir tek onun cenazesinde olabilecek tabloların toplamıydı. Senelerdir çeşitli mesellerle, fıkralarla, anılarla, çarpıcı hitaplarla, Meclis kürsüsünden ya da sokaktan seslenişiyle anlattığı pek çok şeyi içeren bir kompozisyon gibi. Yasaklı Taksim’den başlayıp, sırasıyla Gezi Parkı’na, Hrant Dink’e, Berkin Elvan’a selamlarla ilerleyen binlerce insanın kilometrelerce yürüyüşü. Taziye mesajlarının isim listeleri ve herkesin fıtratına göre seçilen kelimeler.

Sırrı Süreyya Önder ayrılırken

Sırrı Süreyya Önder ayrılırken

Cami avlusunda LGBT çelengiyle İçişleri Bakanlığı çelenginin yan yana düşmesi. Bambaşka çevrelerden, bambaşka dünyalardan insanların sevgi ve minnet gösterisinin hemen karşısındaki musalla taşının önünde sıralanan riyakarlık resmigeçidi. İtişip kakışıp ön sırada yer tutanların SSÖ’nün vasiyeti gereği İhsan Eliaçık’ı arkasında saf tutmaya mecbur kalmaları. MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın cami avlusunda “şehid namirin” sloganları arasından yürümek zorunda kalması. CHP ve DEM’i daha önce yan yana, şimdi ayrı düşmekle korkutma korosuna inat, dayanışma ve coşkulu tezahüratlar. Gidene hak helal edilen cenaze töreninde, imamın sorusuna verilen “helal olsun” cevabının peşine, herkesin ona olan kendi borcunu bağırması: “Sırrı Abe sözümüz barış olacak.”

 

Sırrı Süreyya Önder ayrılırken

Bir insanı sevenleri tarif eder. Takdir etme gerekçeleri kadar, sevdiği için gönül koyma sebepleri de bir şeyler anlatır. Çeşitli çevrelerden onu seven, sahiden onsuz eksik kalacaklarını düşünenler çok kalabalık. Çoğu benzer şeyler söylemiş olsalar bile hepsinin başka başka nedenleri de vardı herhalde. Cumartesi Anneleri’nden üniversitelerdeki evlatlara, futbolcudan sanatçısına, parktaki ağaçlardan sokaktaki hayvana. Kafasını dağıtmak veya toplamak için gidip sohbete oturduğu Dolapdere’deki lastikçi herhalde başka türlü seviyordu. “Sensiz bu yük taşınmıyor Abe” diyen kağıt toplayıcıları da öyle. Ölümünden sonra cılız serzenişlerden bazıları, “Sırrı orada neden yoktu, burada neden yoktu” demeye yeltendi. Oysa kısa ömründe durabildiği yerlerin zekatı, bu mızmızların tamamına yeter.

Sırrı Süreyya Önder ayrılırken

Sırrı Süreyya Önder ayrılırken

Sevmeyenlerin boş çabası

Sırrı Süreyya Önder’i sevmekten caydırmak için yapılan organize medya-sosyal medya faaliyetlerinde, “Cumhuriyetin ne hayrını gördüm” sözü çok kullanıldı. “Telefonu çıkar” dayılarının aklından bir adım öteye gidememiş olanlar, vekilliğini hatta yaşam mücadelesi verdiği hastaneyi nimet göstermeye, onu nankör saymaya kalktı. Sanki bu devlet, hem parada hem hürriyette, her zaman ve hepimize aynı, herkese cömert olmuş gibi. Sanki hangi terazi ile tartılırsa tartılsın -sadece Sırrı Süreyya Önder’in hayatında bile- aldıkları ile verdikleri hesabından devlet hep alacaklı çıkacakmış gibi. Sanki kutsal sayılanı, insan için olana çevirmeye uğraşmak, olmamasına itiraz etmek suçmuş gibi. “Her ne eylerse güzel eyler” bir devlete ve onun her günahını saklamaya yarayan nitelemelerine razı olmamak, kime düşmanlık.

 

Sırrı Süreyya Önder ayrılırken

Sırrı Süreyya Önder’i “süreçteki” rolü dolayısıyla, elli senedir süren bütün çatışmalardan sorumlu sayılması, hep başvurulan hamaset ve kıyaslamalara konu edilmesi yine devreye girdi. Çarpıcı olsun diye söylediği ama bağlamını zorlayınca belki incitici olabilecek sözleri tekrar dolaşıma sokuldu. Bunlar bildiğimiz şeyler ama “Tayyipçi” saydıkları için rahmet dilemekten imtina edenlere ciddi bir hatırlatma lazım. Sırrı Süreyya Önder’in, bu iktidar sahiplerinin doğrudan yüzlerine, her yerde ve hâlâ söyledikleri, taraftarlık sicili tutmaya kalkanların boyunu aşar. “Plana sadık” olanları destekleyenlerin ve görev tamamlandığında soluğu külliyede alanların hayranlarının boyunu ise iyice aşar. Hep gündemde olan -hatta belki süreci bile çökertecek- siyaset kurnazlıklarının vebali için Sırrı Süreyya ilk, hatta çok geçerli adres değil.

Dijital çağın imkanlarıyla, bir sürü şey ama daha fazla da kötülük, cürmünün üzerinde etki yaratabiliyor. Organize kötülük fazla gürültü çıkarabiliyor. Kimilerinin yeni (genç) ve farklı görmeye çalıştığı zehirli alaycılık, ölçüsüzlükte hayranlarını bile şaşırtabiliyor. Sırrı Süreyya Önder, tıpkı sadece onun cenazesinde olabilecek tuhaflıklardaki gibi “değişik” bir şeye daha neden oldu. Belki başka biri söz konusu olsaydı böyle olmazdı: Zafer Partisi, ayrıntısını burada anlatmayacağım çirkinlikte bir sosyal medya paylaşımı yapan İstanbul Gençlik Kolları Başkanı’nı görevden aldı. Ümit Özdağ hapishanedeki hücresinden, “Her şeyin bir edebi vardır. Edepsizlerin Zafer Partisi’nde işi yoktur” dedi. Muhalif kanalların konuk portföyündeki İYİP yöneticisi, yeni “Çamlıca müftüsü” sayılmamak için, yakışıksız paylaşımını silip “yanlıştan dönmek gerek” açıklaması yaptı. Bunlar da SSÖ farkı listesine eklenebilir.