Erdoğan usulü politika

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “kentsel dönüşümün ülkemiz için hayat memat meselesi” olduğunu söyledi.

“Artık kimsenin kaprisleri ile vakit kaybedemeyiz” dedi.

Erdoğan’ın politika yapma yöntemi bu: Sorumlusu olduğun işler için bile başkasını suçla!

Kendisi 2002 yılından beri ülkeyi tek başına, kimseye de hesap vermeden yönetiyor.

Marmara’da, İstanbul’un özellikle Avrupa ve Anadolu yakasının sahil kesimlerini etkileyecek bir depremin eli kulağında olduğu, Körfez depreminden beri konuşuluyor.

Bu süre boyunca da tek başına iktidardaydı.

AKP’nin iktidarda olduğu 23 yılın bu açıdan “boşa harcanmış” olmasının nedeni, Erdoğan’ın sözlerinden anladığımız kadarıyla “ideolojik düşüncelerini önceleyenlerin kaprisleri!”

“İdeolojik düşüncelerini önceleyen kaprisçiler” de doğal olarak muhalefet oluyor.

Erdoğan’ın yapmak isteyip de yapamadığı iki şey var bildiğim kadarıyla.

Biri Gezi Parkı’na alışveriş merkezi yapmak istiyordu, halk izin vermedi.

İkincisi Kanal İstanbul diye büyük bir rant projesi hayal etmişti, ancak ülkenin ekonomik durumu nedeniyle onu da yapabilecek durumda değil.

Bunun dışında ne istediyse yaptı, TBMM’deki çoğunluğunu kaybettiğinde de Devlet Bahçeli’nin milletvekilleri kendisine kayıtsız şartsız destek oldular.

23 Nisan’daki depremin ardından Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum da Erdoğan gibi konuşmuş, İstanbul için vaktin daraldığını söyleyip, “muhalefeti” seferberliğe davet etmişti.

Kurum’a göre “bu işte siyasete yer yok”tu ama AFAD’daki toplantıya İstanbul’daki CHP’li belediyelerin başkanlarını çağırma gereği de duymamıştı.

Acayip bir siyaset yapma modeli bu: İşler rast giderse ben yaptım, gitmezse muhalefetin yüzünden!

* * *

Algıyı yönetmek, gerçeği değiştirmiyor

Birçok konuda olduğu gibi işsizlik konusunda da Erdoğan rejimi için önemli olan “algıyı yönetmek!" Yıllardır iş arayan veya sosyal yardımlarla ayakta kalmaya çabalayan insanları “durumun iyi olduğuna” ikna edebilmek mümkün mü?

TÜİK verilerine göre Türkiye’de çalışabilir durumda olan 66 milyon 245 bin kişiden 32 milyon 597 bininin bir işi var

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan’ın açıklamasına göre Türkiye, son 12 yılın en düşük işsizlik oranına ulaştı.

23 yıldır iktidarda olan partinin bakanı neden “son 12 yılı” dikkate aldığını bilmiyorum. Bununla ilgili bir şey söylemedi.

TÜİK’in en son açıkladığı istihdam verileri mart ayına ait.

Rakamlara bakarsanız işsizlik oranı bir önceki aya göre gerilemiş, yüzde 8,2’den yüzde 7,9’a gelmiş.

Tek başına bakıldığında sevindirici bir rakam tabii.

Ama o da ne: Geniş tanımlı işsizlik oranı artmış; yüzde 28,5’ten, yüzde 28,8’e çıkmış.

TÜİK verilerine göre Türkiye’de çalışabilir nüfusun yüzde 49,2’sinin bir işi var.

66 milyon 245 bin kişi çalışabilir durumda.

Ancak bunların sadece 32 milyon 597 bininin bir işi var.

TÜİK’in “işsiz saydığı” insanlarımızın sayısı ise 2 milyon 807 bin kişi.

İlkokul 1. Sınıftaki aritmetik dersinde bile kolayca çözülecek bir problem bu.

Geride ne oldukları ne yaptıkları meçhul 30 milyon 841 bin kişi kalıyor.

TÜİK ve dolayısıyla Bakan Işıkhan bu 30 milyon 841 bin kişiyi işsiz saymıyor.

Bu kişiler piyangodan para kazandı, mirasa kondu, gömü buldu, biraz da tembellik yapayım dediler de ondan mı çalışmıyorlar?

Hayır, öyle bir şey yok.

Bu kişilerin önemli bölümü iş bulmaktan ümidi kesmiş ya da iş aramaktan vazgeçmiş insanlar.

Emekliler, ev kadınları ve öğrenciler de bu grupta yer alıyorlar.

Yani aslında Bakan’ın verdiği müjdenin çok da sevinilecek bir yönü yok.

Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da Erdoğan rejimi için önemli olan “algıyı yönetmek!"

Sahip oldukları büyük propaganda makinesiyle milleti işsizliğin azaldığına ikna etmeye çalışıyorlar ama Fahrettin Bey ağzıyla kuş tutsa çıplak gerçeği örtebilir mi?

Yıllardır iş arayan, iş bulamadığı için iş aramaktan da vazgeçip sosyal yardımlarla ayakta kalmaya çabalayan insanları “durumun iyi olduğuna” bu yöntemlerle ikna edebilmek mümkün mü?