Biz Ekrem İmamoğlu, Medya AŞ, Kültür AŞ, Ongun’un oğlunun kumbarasından alınan paraları falan konuşurken memleketin anası ağlıyor farkında değiliz.
Dün artık yurt dışında yaşayan, bankacılık duayeni bir dostumla bunu konuşurken, konu 1,6 milyar TL zarar açıklayan Arçelik’e geldi.
Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşları arasında ilk sıralarda yer alan beyaz eşya ve ev aletleri devi 2025 yılının ilk çeyreğinde 1,6 milyar TL zarar açıklamıştı.
Bu rakam beklenen zararın yaklaşık 2 katıydı.
Yurt içi satışlar yüzde 11,6 daralmış.
Yurt dışı satışlar ise yüzde 24,8 artmıştı ama yurt dışı satışlar düşük fiyatlı olduğu için pozitif etkisi yok gibiydi.
Arçelik’in bu halini görünce şöyle bir bakalım dedik.
Önce Koç’un AKP döneminde özelleştirmeden satın aldığı hem grubun hem Türkiye’nin en büyük şirketi TÜPRAŞ’a bir göz attım.
Şirketin satışları ilk çeyrekte bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 31 gerilemişti.
Brüt kârlılık yüzde 28; faiz, amortisman, vergi öncesi kârlılık ise yüzde 25 düşmüştü.
Net dönem kârındaki gerileme ise yüzde 78’di.
241,8 milyar TL piyasa değeri olan şirketin kârı 97 milyon 77 bin TL idi.
Sahipleri şirketi satıp, parayı faize koysa 110 milyar TL gelir elde ederdi diyeyim, durumu anlayın.
Koç Grubu’nu bırakıp bir başka şirkete, OYAK’a bakalım dedik.
OYAK’ın en büyük şirketlerinden, Türkiye’nin ağır sanayi devi Ereğli Demir Çelik’in 2025 ilk çeyrek bilançosuna baktık.
Satışlar yüzde 8 artmıştı.
Ama brüt kâr yüzde 46 düşmüş; faiz, amortisman, vergi öncesi kârlılık yüzde 45 gerilemişti.
Net dönem kârındaki azalma ise yüzde 92 olmuş, geçen yılın ilk çeyreğinde 5 milyar 600 milyon TL olan kâr 426 milyon TL’ye düşmüştü.
Borsaya açık olmayan Türkiye’nin tekstil devi bir firmanın ise tarihinde ilk kez 3 bin kişiyi işten çıkarmaya başladığı konuşuluyordu piyasada.
Her yerden negatif haberler geliyordu.
Televizyonların reklam gelirlerindeki dramatik düşüş de piyasanın koşar adım kötüye gittiğinin bir diğer göstergesiydi zaten.
Bankacı dostuma “Bu ne demek” dedim.
“Türkiye batıyor demek. Hiç görmediğimiz kadar ağır ve çıkılması zor bir krizin içindeyiz.” dedi.
Kapatınca Ali Babacan’ı aradım.
Herkes Ekrem İmamoğlu operasyonunun Türkiye’ye kısa vadeli maliyetinin 50 milyar dolar rezerv kaybı olduğunu söylerken, ilk kez Ali Babacan “50 değil, 143 milyar dolar” diyerek faiz ve diğer alanlardaki etkisini de hesaba katmıştı.
İlk olarak “O hesabı ben yapmadım. Ben Karar TV’de İmamoğlu operasyonunun farklı alanlarda getirdiği maliyetleri saydım. Birisi de onları alt alta koyup toplamış ve 143 milyar dolar hesaplamış. Bu hesap yöntemi doğru değil. Bazıları elma bazıları armut, alt alta koyup toplamak doğru değil.” dedi.
“Daha az mı, daha çok mu?” diye sordum.
“Karışık bir hesap. Yapmak lazım. Ama çok büyük bir maliyeti var, orası kesin” dedi.
Ekonominin geleceğiyle ilgili umutlu değildi.
“Faizi düşürmeleri mümkün görünmüyor. Faiz düşmez ise şirket bilançoları daha da kötüye gider. Keza bankalarınki de. Bu da enflasyon düşüşünü engeller. Çok yanlış bir yerdeler” dedi.
Oldukça karamsardı.
Haftaya bir program yapmaya karar verdik.
Siyasetçiden çok ekonomist kimliği ile konuşacağız.
Bu yazıda anlatmak istediğim şu: AKP, siyasi rakiplerini ortadan kaldırmak için ülkeyi ekonomik bir ateşin içine atıyor.
Ekonomik yangının sonu her zaman siyasi bir yangın olmuştur.
Bu yangının itfaiyecisinin AKP olamayacağı artık aşikardır.
Bu adam daha ne desin!
“Gereğini yap Abdülkadir” Özgür Özel’in Teke Tek’teki sözlerini ele almış ve “İmamoğlu’nu yedi. Şimdi sıra Yavaş’ta” diye yazmış.
Güldüm.
Belli ki, emri aldı ya gereğini yapıyor.
Anladım ki, Özel’in sözleri karşı cenahta rahatsızlık yaratmış.
Ne diyorlardı.
“İmamoğlu’nu satacak, Mansur Yavaş’ı CHP’li değil diye aday göstermeyecek. Kendi Cumhurbaşkanı adayı olacak”
Hem AKP tarafı hem de AKP değirmenine su taşıyan “sözde sert muhalifler” ağız birliği içinde bunu söylüyorlardı.
Ben de sordum.
‘Sonuna kadar adayımız Ekrem İmamoğlu. Diplomayı iptal etmeleri mümkün değil. Edemezler, ederlerse yargı yoluyla geri alırız. Hapiste bile olsa adayımız odur. O içerden bile AKP adayını yener, onun adına otobüs tepesinde yurdu dolaşırız. Arkasına 15,5 milyon insanın desteğini almış biri artık istese de adaylıktan çekilemez” dedi.
Ben de “Ya YSK seçime sokmaz ise” diye ısrar edince “O zaman Mansur Yavaş adayımız” olur dedi ve daha önceki bir sorumla birleştirip, “400 milletvekili çıkarır, güçlendirilmiş parlamenter sisteme döneriz.” dedi.
Gereğini yapmak için emir alan Abdülkadir, buradan “İmamoğlu’nu yedi, sıra Yavaş’ta” manası çıkarmış.
Aksini söylese “Mansur Yavaş’ı yok sayıyor” diyeceklerdi.
Özel açık açık “Benim adaylığım söz konusu değil. Adayımız sonuna kadar İmamoğlu ama türlü oyunla seçime girmesi engellenirse o zaman Mansur Yavaş’la alırız seçimi” diyor.
Daha ne diyecekti, merak ediyorum.
Belli ki CHP net.
Adayı İmamoğlu.
İmamoğlu seçime sokulmaz ise Mansur Yavaş.
Peki AKP’nin adayı kim!
Öyle ya, erken seçim olmaz ise Erdoğan aday olamıyor.
Bir de Erdoğan’a sorsalar ya, “Siz giremezseniz partinizin adayı kim?” diye.
Yiyor mu bir altmışlık Selvi.
Yavaş ne yapıyor!
Mansur Yavaş demişken, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı’nın tüm bu olan biten arasında ne yaptığını merak ettim.
Çünkü sessizdi. Bir açıklama yapmıyor, sürece dahil olmuyor, konuşmaktan özenle kaçınıyordu.
Ülkücü çevrelerden bilgi almaya çalıştım.
Öğrendiklerim şunlar oldu:
– Konuşmuyordu çünkü yanlış anlaşılmaktan korkuyordu.
– Açıklama yapmıyordu çünkü fırsatçı gibi görünmek istemiyordu.
– Sahnede fazla görünmüyor, rol çalıyor ve kendini göstermeye çalışıyormuş hissi yaratmaktan çekiniyordu.
– İktidara meze olmak istemiyordu.
Peki ne yapıyordu?
Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda hazırlanıyordu.
2028’e kadar köprülerin altından çok suların akacağını, bugünkü dengelerin aynı kalmayacağını, zeminin çok oynak olduğunu biliyordu.
Ekibine yeni isimler katıyor, organizasyonu güçlendirmeye çalışıyor ve gençlere ulaşacak yöntemler için uğraşıyordu.
Kendisini iyi tanıyan bir isim “Bırakmış değil. Ama konuşma zamanı olmadığını düşünüyor. İmamoğlu çıkmadan Mansur Bey hareket etmez” dedi.
Ben ise “Her şey netleşmeden” diye düzelttim.
Çözüm süreci ve TBMM
Florence Nightingale Hastanesi’nde Sırrı Süreyya Önder’e destek için orada bulunan eski HDP eşbaşkanı, Prof. Mithat Sancar’la karşılaşıp ayak üstü sohbet ettik.
Özgür Özel’in yeni Çözüm Süreci ile ilgili tavrını merak ediyordu.
Programda söylediklerini dinlemişti ama bizim program dışı bir şey konuşup konuşmadığımızı merak ediyordu.
“Olumsuz bir tavrı yok. Sadece tek bir talebi var. ‘Bu mesele kapalı kapılar ardında değil, TBMM’de çözülür ve şeffaf olmalı. Sonuçta terörsüz bir Türkiye utanılacak bir şey değil. Gizli kapaklı yaparsanız sanki bir kabahat işliyormuşsunuz ya da çirkin pazarlıklar yapıyormuşsunuz gibi algılanır ki, bu da genelde doğru çıkar, o yüzden bu meseleyi TBMM’ye getirmek ve orada konuşmak gerekir’ diye düşünüyor.” dedim.
Ve ben de “Peki, Kandil ne düşünüyor” diye sordum.
Son derece şık bir politik tavırla “Özgür Bey’e katılıyoruz. Herkes bu işin ciddiyeti için çözümün TBMM’de aranması gerektiğini düşünüyor. Bu sürece güveni oluşturur” dedi.
Benim buradan anladığım şu oldu.
Kapalı kapılar ardında konuşulunca birisi kalkıp masayı devirebiliyor.
Üzerine TBMM’nin ağırlığı koyulursa masanın devrilme olasılığı azalır diye düşünüyorlar.
Belki haklılar.
Ama acaba TBMM’nin bugünkü sistemde gerçekten bir ağırlığı var mı, ondan emin olamıyorum.
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Ülkelerin geleceği liderlerin geleceğinden daha önemli olduğu zaman.