Siyaset özgür olmalı

Siyaset ancak demokrasilerde özgürce yapılır.

Siyasetçilerin kısıtlanması ve siyaset alanının sınırlandırılması halinde gerçek bir demokrasiden söz etmek mümkün değildir.

Siyasetçilerin haklarında kesinleşmiş yargı kararları olmadan cezaevine atılmaları da demokrasinin vazgeçilmez koşulu olan hukuk güvencesinin işlemediğini gösterir.

Türkiye böyle bir döneme girdi.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu cezaevinde.

Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ cezaevinde.

İmamoğlu hakkında da Özdağ hakkında da kesinleşmiş bir yargı kararı yok.

Ortaya atılan iddialar tutuklanmalarını gerektirmiyor.

Tutuksuz yargılama esas olduğuna göre her ikisi görevlerini yürütebilir ve tutuksuz yargılanabilirler.

Ancak iktidar tutuklu yargılamak esasmış gibi hareket ediyor.

Siyasetçilere, mahkûm olmadan ceza çektiriliyor.

İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve cumhurbaşkanı adayı olarak yurtdışına kaçması söz konusu olamaz.

Aynı şekilde Özdağ’ın da bir partinin genel başkanı olarak yurtdışına kaçması düşünülemez.

Buna karşın iki siyasetçinin de tutuklu yargılanması hukuki olmaktan çok siyasi bir karardır.

Özdağ ve İmamoğlu’nun cezaevinde olmaları siyasetçiye ve siyasete bir sınırlamadır.

Her iki isim de avukatları aracılığıyla gönderdikleri mesajlarla siyaset yapmaya çalışıyorlar.

Özdağ dün hakim karşısına çıktı ve 30 sayfalık bir savunma yaptı.

Savunmasının esasını Atatürk ve devrimleri oluşturuyordu:

“Cumhuriyetimizin kuruluşu, Erdoğan’ın iddia ettiği gibi Türk milletinin tarihi, inancı ve kültürü aleyhine politikaların izlendiği, faşizan dönemi değil, Haçlı Seferleri ile yok edilmek istenen bir milletin yeniden dirilişidir. Atatürk döneminde Türk tarihi yüzyıllar sonra ilk kez bir hanedan tarihi olmaktan kurtularak, Büyük Türk Tarihi zemininde bilimsel olarak incelenmeye başlamıştır. Hunlar ile başlayıp Göktürk, Uygur, Karahanlı üzerinden, Osmanlı’ya ulaşan 16 büyük Türk İmparatorluğu adeta yeniden keşfedilmiştir.”

Özdağ savunmasında, iktidarın Atatürk ve devrimlerine bakışıyla Zafer Partisi’nin bakışı arasındaki farkı da anlattı.

Ancak hakim karşısına çıktığı için görüşlerini yaptığı siyaseti anlatabildi.

Aynı şekilde İmamoğlu da cumhurbaşkanı adayı olarak görüşlerini, izleyeceği siyaseti avukatları aracılığıyla Karar gazetesine gönderdiği yazıda özetleyebildi.

İmamoğlu da siyasetini şöyle özetliyordu:

“Adaletten ve demokrasiden uzak, yoksulluğu normalleştiren bu bozuk düzende ve yaşatılan buhranda üzerimizde büyük sorumluluklar olduğunun farkındayız. ‘İSTANBUL MODELİ’ tam da bu sorumluluk duygumuzun ortaya koyduğu icraatlar bütününün adı olmuştur. Dayanışmanın, kalkınmanın, refahın ve israftan uzak bereketin kentine çevirdik İstanbul’u. Kent lokantalarından nakdi desteklere, ücretsiz süt desteğinden kreşlere, Askıda Fatura’dan emeklilere pazar desteklerine, gençlere burs ve yurtlardan annelere ücretsiz ulaşım desteğine İstanbul, dayanışmanın kenti oldu. Meydanlardan parklara, kültürel mirastan kent ve yaşam ormanlarına kentin her karışına refahın adil paylaşımını taşıdık. Bugün ülkemizin en büyük ihtiyacı dayanışma, kalkınma ve refahtır. Şimdi Türkiye modelimizi inşa etmenin zamanıdır. Halkçı ve icraatçı ruhumuzla Silivri’deki hücremde milletimizin yüklediği sorumluluğun bilinciyle görevimin başında bunları detayları ile çalışıyorum.”

Özdağ ve İmamoğlu kısıtlı olanaklarla siyaset yapmaya çalışıyorlar, özgür değiller.

Oysa demokrasinin esasını siyasetin özgür olması oluşturur.