Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının yanlış olduğunu söylediği için AKP’den ihraç edilen eski İzmir Milletvekili Hüseyin Kocabıyık, Murat Ongun’un eşinin de gözaltına alınmasının ardından sosyal medyada bir mesaj yayınladı.
Şöyle diyor:
“Yıllar önce bir terbiyesiz Tayyip Erdoğan’ın eşine bir laf etti diye adamı parçalayacaktık. Şimdi ne oluyor? Küçücük çocukların önünde anaları babaları alınıp götürülüyor. Sizde hiç mi insanlıktan bir eser kalmadı? O çocuklar bu travmaları ömürleri boyunca taşıyacak. Murat Ongun’un karısına ve çocuklarına yapılan 28 Şubat’ta ne Tayyip Erdoğan’ın ne de herhangi bir muhafazakarın karısına çoluğuna çocuğuna yapıldı.
Ey zulmedenler, siz insanlığımızı, kültürümüzü, maneviyatımızı, irfanımızı, ihlasımızı ayakta tutan tüm sütunları bir bir kesiyorsunuz.
İnşallah bir çöküntünün altında kalmayız. Bu kadar kötülüğü tanıdığım insanlara yakıştıramıyorum hala. Onun için bu çok yanlış işlerden bir an önce vazgeçmelerini ümit ediyorum.”
Hüseyin Bey bu yapılanlara neden şaşırdı, doğrusunu isterse pek anlayamadım.
“Bu kadar kötülüğü tanıdığım insanlara yakıştıramıyorum” diyor ama isyan ettiği bu şey, tanıdığı insanların yaptığı ilk kötülük değil.
Hatta sistemli bir kötülükten de söz edebilmek mümkün.
Mesela kadın sanatçılara, gazetecilere yönelik örgütlü trol saldırılarında da bu partinin yöneticilerinden bir ses çıkmamıştı.
O trollerin zaten partinin ücretli adamları oldukları herkesin bildiği ama üzerinde o kadar da durmadığı bir konu.
Kamu kredileri ve müteahhit havuzlarıyla finanse edilen medyada, her gün birilerinin başına bir işler açılacağının işaret edilmesi de sıradan bir durum.
“O tutuklanacak, bu yakalanacak, Silivri soğuğunda titreyecekler” diye besleme medyadan tehdit edilenlerin tek suçları da muktedirin beğenmediği fikirleri savunmak.
Timur Soykan, İsmail Saymaz, Murat Ağırel, Özlem Gürses, Nevşin Mengü, Ece Üner’in suçları gazetecilik yapmaya çalışmak.
Osman Kavala, Çiğdem Mater, Can Atalay, Tayfun Kahraman işlemedikleri bir suçtan mahkûm edilip, hapiste tutuluyorlar.
Ayşe Barım’ın işine çökme isteği, akıl almayacak bir suç uydurmaya kadar vardırılabildi.
Selahattin Demirtaş’ın, Figen Yüksekdağ’ın hapiste olmasını isteyen irade ile Hüseyin Kocabıyık’ın partiden atılmasını isteyen irade aynı Saray’da oturuyor.
Bütün otokrasiler gibi Türkiye otokrasisinin karakteri zaten bu tür kötülükleri gözlerini kırpmadan yapabiliyor olmalarıdır.
Bunu yaparlar çünkü asıl olan inançları vs. değil, iktidarda kalma içgüdüsüdür.
İktidardan hiç gitmek istemezler, muhalif seslere tahammüllerinin olmamasının nedeni budur.
Tabii bunu çıkıp açıkça söylemek de otokrasilerin karakterinde yoktur.
Hiçbir otokrat meydana çıkıp da “ben sonsuza kadar bu iktidarda kalacağım, bunun için de ne gerekiyorsa yapacağım” demez elbette.
Kendi isteğini geniş sayılabilecek bir kitlenin beğeneceği bir ambalaja sarmak, bir örtüyle gerçek amacı gizlemek zorundadır.
Bizim memlekette bu örtü “milli değerlerimiz ve dini hassasiyetler” ile dokunmuş bulunuyor.
Geçen gün Anayasa Mahkemesi’nin kuruluş yıldönümü töreninde konuşan AYM Başkanı Kadir Özkaya da bunun farkında.
Normal olarak “laik hukuk devletinin” Anayasa’sına uyumu denetlemek ile görevli mahkemenin başkanının dini içerikli bir konuşma yapmasını beklemeyiz.
Ancak o da biliyor ki bugün yaşadığımız adaletsizlikler ve hukuki skandallar “dini ve milli değerler” örtüsünün ardına saklanmak istiyor.
Düşünüyor ki inancın esaslarını yeniden hatırlatırsa belki kendilerine çeki düzen verirler.
Ve şöyle diyor:
“Bir gün mutlaka mizan kurulacak, bütün defterler dürülecek, hesabı bizlerden sorulacak. Yapılan iyilik veya kötülüğün hardal tanesi ağırlığında bile olsa, bir kayanın içinde saklı da olsa, bir gün mutlaka karşımıza çıkacağı ve bizden bunun hesabının sorulacağı unutulmamalıdır. Hal böyle olunca o günler gelmeden uygulamada adalet ve hukuk devleti ilkesine ilişkin kazanımlarımızı titizlikle muhafaza etmeye çalışalım.”
İnançlı bir insan için son derece anlamlı sözler.
Ve zaten temel yanılgı da bu: İktidardaki bu kadroyu inançlı zannetmek!
Onların böyle bir meselesi yok.
Tek meseleleri var: Bugüne kadar kazandıklarını korumak, kazandıklarının üstüne yeri kazanımları koyabilmek!
Onlar “kazançlarımızı koruyalım” dediklerinde bunu kastediyorlar, inançlı insanlar o cümleden başka sonuçlar çıkarıyorlar.
Hüseyin Kocabıyık ve düşünme yetisine sahip olanların rejimin marifetlerini görüp, anlamlandıramıyor olmalarının nedeni bu yanılsama.
Oysa onlar artık eskiden tanıdıkları insanlar değil.
Emanet kime verilmişti?
İmamoğlu’nu ve belediyenin en önemli organların başındaki insanları hapse atarak “İstanbul’a çökmek”, millet iradesini yok saymak demek
Ekrem İmamoğlu
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, İstanbul’daki depremin ardından yaptığı açıklamada “İstanbul’un ehline ve hak eden ellere emanet edilmesini” istedi.
Demokrasilerde bir kenti ya da ülkeyi kimin yönetme ehliyetine sahip olduğuna halk karar veriyor.
“Serbest, demokratik seçim” dediğimiz şey bu amaçla yapılıyor.
Nitekim İstanbul ahalisi bu amaçla son 6 yılda yapılan 3 seçimde emaneti Ekrem İmamoğlu’na verdi.
Bahçeli demokrasiye gerçekten inanan bir politikacı ise bunun gereklerinin yerine getirilmesini ortağından talep etmeli.
İmamoğlu’nu ve belediyenin en önemli organların başındaki insanları hapse atarak “İstanbul’a çökmek”, millet iradesini yok saymak demek.
Ve zaten o nedenle de rejimin bu işlemine “belediye darbesi” diyoruz.