Empati yoksunu jakoben AKP’nin bir bakanı

AKP’nin bugün giderek daha başarısız ve giderek daha az oy alan ve Erdoğan sonrası hiçbir geleceği olmayan bir parti haline gelmiş olmasındaki en önemli etkenlerden birinin, partinin yönetim kadrolarının toplumdan giderek kopmuş olmaları olduğunu söylüyorum hep.

Geçmişte CHP’ye yakıştırdıkları, CHP’ye suçlama olarak yönelttikleri ve belki yer yer haklı oldukları “jakobenlik” suçlaması bugün en çok da kendilerine yakışır hale geldi.

Bugün hiç kuşku yok ki, Türkiye’nin en jakoben partisi AKP’dir.

Jakoben, seçkin azınlık devrimcisi anlamına gelir. Jakobenlik, tepeden inme, dayatmacı, halkın kendilerinden olmayan tarafını 

suçlayıcı, düşmanlaştırıcı bir devrimcilik anlayışıdır.

Onlar gibi düşünmüyorsan, suçlusundur.

Diyebilirsiniz ki, “AKP mi devrimci?”

Evet, AKP de kendi ölçüleri içinde devrimci bir parti.

Aydınlanmacı Türk devrimlerine karşı, siyasal İslamcı bir karşı devrim yaptıklarını düşünüyorlar, buna inanıyorlar.

Ancak giderek “jakoben” bir tarza dönüşüyorlar.

Bunun doğal sonucu olarak da, bir siyasetçide olmazsa olmaz bir özellik olan “empati” yeteneklerini de tamamen yitirmiş vaziyetteler.

Genel olarak politikacıların empati yeteneğine sahip olmadıklarını ama varmış gibi davrandıklarını düşünen biri olarak, AKP içindeki pek çok ismin artık bu yeteneklerini de kaybettiğini gözlemliyorum.

Bunun en yakın ve en net örneği, Sağlık Bakanı Memişoğlu ve söyledikleri oldu.

İstanbul İl Sağlık Müdürü olarak Yenidoğan Çetesi skandalının baş aktörlerinden biri olan ve bu skandal ile ilgili soruşturmada, Bakan sıfatıyla her noktada sınıfta kalan Memişoğlu, daha o dönemde istifa edip ya da AKP tabiriyle “affını isteyip” gitmiş olması gerekirken koltuğuna yapışmayı tercih etmişti.

Ve varlığı ile değersizleştirdiği koltukta yapmış olduğu son açıklama tam bir “empati yoksunu” AKP’li bürokrat olduğunu gösterdi.

Çok açık biçimde “Karı koca olmak sizi aile yapmaz. Aile olmak için çocuk sahibi olmak gerekir” dedi.

Okudum ve ağzımdan istemsizce çıkan kelime “Çüş” oldu.

Sağlık Bakanlığı koltuğuna oturtulmuş bir “sekreter” kendini Aile Bakanı yerine koymuş ve kıt kültürü ile kendince bir aile kavramı yaratırken, züccaciye dükkanına girmiş bir file benzemişti.

Kullandığı tanımdaki kırıcılığa dikkat bile etmiyor, farkına varmıyordu.

Çünkü jakoben bir partinin atanmış sekreteri olarak empati yeteneğini tamamen kaybetmişti.

Çok istemesine rağmen çocuk sahibi olamayan bir karı kocanın bu cümleden duyacağı ıstırabı, evlatlarını kaybettikten sonra birbirlerine sarılmaktan başka çaresi kalmamış ana babaları, hatta tek evladını şehit vermiş ailelerin acısını anlamaktan, hissetmekten aciz bir biçimde onlara “Siz aile değilsiniz” diyerek “nanik” yapıyordu.

AKP’nin dönüştüğü şey işte tam buydu.

Eğer parti içinden birileri çıkıp Sağlık Bakanı Memişoğlu’na “Sen ne diyorsun Sayın Bakan” demiş olsaydı ve Cumhurbaşkanı tarafından istifası ya da en azından bir özür dilemesi talep edilseydi “Bireysel bir ö…lüğü partiye mal edemezsiniz” diyebilirlerdi.

Ama partideki sessizlik ikrardan geliyordu.

Bu yüzden artık jakoben parti AKP’ydi.

Al sağlık bakanını vur milli savunma bakanına

Sadece Sağlık Bakanı olsa yine de “Olur bazen böyle şeyler” diyebilirdik.

Peki ya Milli Savunma Bakanı’nın ağzından dökülenler?

Darbe girişimi gecesinin en “flu” şahsiyeti Hulusi Akar’dan boşaltılan yere oturan eski genelkurmay başkanı, şimdinin Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler geçtiğimiz günlerde bir açıklama yaparken konuşmasının sonuna doğru, önemsiz bir bilgiyi aktarır gibi, “Bu arada bir drone atmışlar o da bizim askere çarpmış, hastaneye götürdük ama kurtaramadık.” diyor.

Cümlenin net özeti şu: “Bu arada, bir de şehidimiz var.”

Bir eski asker, bir eski general, terörün en civcivli yıllarında Silopi’de görev yapmış bir komutan bir askerin şehadetini “Bu arada” diye duyuruyor ve bu şehadeti bu kadar küçük, önemsiz bu arada diye geçiştirilecek bir olay olarak görüyorsa burada bir sorun vardır.

Büyük bir ihtimalle, 30 yıl önce, Silopi’de görev yaptığı sırada bir askerin şehit düşmesi Yaşar Güler için “Bu arada” diye önemsizleştirilecek bir şey değil, bir ocağa ateş düşmesi olarak ciddiyetle karşılanacak, büyük ihtimalle gözyaşları ile karşılayacağı bir olay olurdu.

Ancak aradan geçen 40 yılda çok şey değişti.

Hele hele son 25 yılda AKP diye bir gerçek girdi generalin hayatına.

Bugün artık o TSK’nın askeri için canını verecek bir mensubu değil, AKP’nin bir bürokratı, Milli Savunma Bakanlığının AKP tarafından atanmış sekreteridir.

Bu nedenle de aynı Sağlık Bakanlığının sekreteri Memişoğlu gibi o da empati duygusunu kaybetmiş bir AKP bürokratıdır.

AKP sayesinde İmamoğlu vatandaş gözünde dokunulmaz oldu

Gün geçmiyor ki, AKP iktidarının en büyük rakip olarak gördüğü ve AKP’nin rant bahçesi İstanbul’a açılan kapıyı kapattığı için rahatsız olduğu İBB’ye karşı yeni bir operasyon yapılmasın.

Cumartesi günü de tatil falan dinlemeyen “AK yargı” İBB yönetici ve bürokratlarını gözaltına aldı.

Yakında belediyeyi çaycılar, odacılar yönetecek ya da muhtemelen dedikodularda olduğu gibi Kurban Bayramı’na doğru İBB yönetimine kayyum atanacak.

Bu kez operasyonda artık sıra eşlere de geldi ve Murat Ongun’un eşi de gözaltına alındı.

Böyle bir zulüm bugünkü AKP kadrolarına dahi uygulanmamıştı.

Bugün AKP yönetiminde olan hiç kimsenin eşi kocasına karşı tanıklık yapmadığı ya da kocası ile birlikte hareket ettiği iddiası ile gözaltına alınmamış, tutuklanmamıştı.

Daha önce de birkaç kez yazdığım gibi artık AKP, 2. Dünya Savaşı döneminden beri uygulanmayan ve son olarak Almanya’da uygulanmış bir “sippenhaft” hukukuna yönelmiş durumda.

Yani suçları bireysel olmaktan çıkarıp, aile ya da gruba mal eden ilkel hukuk anlayışına.

Bir yandan bunu uygularken, bir yandan gizli dosyalardaki kapalı delilleri iktidar yanlısı medyaya servis ederek başta İmamoğlu olmak üzere İBB bürokrasisini yargı öncesi suçlu ilan etmek için çabalıyorlar.

Dün de İmamoğlu’nun İstanbul Le Meridien Hotel’de yaptığı bir toplantıyı servis ettiler.

Oteldeki toplantıya İBB Başkanı ve birtakım iş insanları geliyor. Ve toplantının yapılacağı yerdeki güvenlik kameraları kapatılıyor ve sızdırmayla “Bu toplantı gizli ve karanlık işlerin döndüğü bir toplantı olmasa kameralar niye bantlansın” havası yaratılıyor.

Bir yandan “Yahu gizli bir toplantı olsa niye AKP’ye yakın bir iş insanının ve AKP’li bazı siyasetçilerin en yakın dostu Çebi’lerin otelinde yapsınlar” demek de mümkün.

Fakat bir yandan kameraların bantlanmasının tuvalette çiklet çiğnemek gibi etki yarattığı da doğru.

Ancak daha önemli olan şu; toplum tüm bunları ciddiye almıyor, tüm bu sızdırmalar İBB yönetimi ve İmamoğlu’na karşı “Vay ahlaksızlar” algısı oluşturmuyor.

Siz, İSKİ yönetimi, Kanal İstanbul’daki kimi inşaatların imara aykırı ve izinsiz olduğu için durdurulması amacıyla bildirim yaptığı günün ertesinde İSKİ bürokratlarını gözaltına alırsanız, artık işi peşinen suçlu ilan ettiğiniz insanların eşlerini gözaltına alacak kadar kararmış bir gözle yaparsanız size kimse inanmaz.

Artık İmamoğlu muhalefet kanadının gözünde, iktidar kanadındaki Erdoğan seviyesine çıkmıştır.

Hani şu meşhur sokak röportajında annesinin suçlu olduğuna inanmayı, Erdoğan’ın suçlu olduğuna inanmaya yeğleyen vatandaşın söylemine.

AKP İmamoğlu’na vatandaş gözünde bir dokunulmazlık sağlamıştır.

Ne yaparsanız yapın inandıramazsınız. 

NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Ayıp ettiğimizi anlayacak bilinci koruduğumuz zaman.