19 Mart’ta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile birlikte tutuklanan isimlerden biri de seçimlerdeki kampanya direktörü Necati Özkan. Kendisi son yıllarda yönettiği seçim kampanyaları ile biliniyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun İBB adaylık kampanyasını, CHP’nin yerel seçim kampanyalarını ve İmamoğlu’nun kampanyalarını yönetti. Sadece Türkiye’de değil Kazakistan, Gürcistan, Macaristan gibi ülkelerde de bu alanda danışmanlık yaptı. Özkan’ın gözaltına alınmasından tutuklanmasına kadar kendine yöneltilen ithamları ve yanıtlarını okudum. Bunlardan sorular çıkarttım, günlük siyasi gelişmeleri de ekleyerek avukatları vasıtasıyla kendisine ilettim. Kendisine yöneltilen sorularda özellikle ‘açık hava reklamcılığı-bilboard’lar ile ilgili olanların fazlalığı dikkatimi çekti. Özkan’a bu konuda yönelttiğim soruya şu yanıtı aldım:
“42 yıllık meslek hayatımın başından beri siyasi iletişim alanında çalışıyorum. Her seçim kampanyasında billboardları yoğun biçimde kullandım. Şöyle bir şiarla ‘Açık havada gözü olmayanın siyasette izi olmaz.’ Çünkü görünürlük kredibilite demektir. Görünür olan makul olur. Bu operasyonda açık hava reklamcılarının tutuklanmış olması bende erken seçime yaklaştığımız duygusu uyandırıyor. Zira AK Parti açık hava reklamlarına her zaman en çok yatırım yapmış bir anlayışı temsil ediyor. Rahmetli Erol Olçok, AK Parti kampanyaları için büyük bütçe kullanırdı ve bu yüzden açık hava sektörüne de girmişti.”
2019 yerel seçimlerinde İmamoğlu’nun İstanbul’u kazanmasının ardından yazdığı ‘Kahraman’ı Yolculuğu’ kitabının devamında, yeni durumu ‘tuzağa düşürülen kahramanın uçuruma düşmesi’ olarak tarif ediyor. Ve ekliyor: “Ekrem İmamoğlu başkalaşıyor bir yandan. Yerel siyasetçilikten ulusal siyasetçiliğe ve devlet adamlığına terfi ediyor. Ve artık çok güçlü bir “yeni yardımcısı” var: Yeni nesil gençler ve millet. İmamoğlu, ülkenin en güçlüyardımcılarıyla yoluna devam edecek. Er ya da geç…”
Necati Özkan’a gönderdiğim sorular ve verdiği yanıtlar şöyle:
-19 Mart 2025’te gözaltına alınmanızdan tutuklanmaya kadar geçen süreçte size; kollukta, Cumhuriyet Savcılığı’nda yöneltilen soru ve ithamları, tutuklamaya sevk yazısını, İstanbul 5. Sulh Ceza Mahkemesi’ndeki sorgu zaptını, tarafınıza isnat edilen suçlamalara yanıtlarınızı okudum. Yanıtlarınızı da gördüm. Bu arada bu belgelerde sizinle ilgili MASAK tespitleri-soruları ile HTS kayıtlarını da inceledim. Sorularımın bir kısmı bununla ilgili olacak. Ancak gözaltı ve tutuklama öncesi süreçle ilgili bir sorum var. Süreç başlamadan önce banka hesaplarınıza ve taşınmazlarınıza tedbir konulduğunu öğrenmiştiniz. O günlerde konunun ‘Ekrem İmamoğlu ile hareket eden yakın çevresinin’ tutuklanmaya uzanacak bir siyasi sürecin parçası olduğunuzu biliyor muydunuz, tahmin ediyor muydunuz?
2024 Ağustos ayından itibaren iktidarın niyeti belli olmaya başlamıştı. Hatırlanırsa, yeni yargı yılı başlayınca uzun süredir bekletilen “Ahmak Davası” ile ilgili Bölge Adliye Mahkemesi kararının geleceğine ilişkin haberler yayımlanmaya başlandı. Bu konuda Sn. Ekrem İmamoğlu ve CHP sözcülerinin yaptığı açıklamalar ve atılan adımlar o kararın açıklanmasını durdurdu.
Ancak bu arada CHP’li belediyelere ilişkin SGK borçları ile ilgili iktidar adımları da başlatıldı. “Silkeleyin” talimatı bir yandan, CHP kurultayına ilişkin “şaibe” tartışmaları öte yandan yeni bir sürece girileceğine dair emareler oldu. İstanbul’a yeni bir Cumhuriyet Başsavcısı’nın atanmasıyla iktidarın niyeti açığa çıkmış oldu. O tarihte ben bu adımları hem CHP’nin hem de Ekrem İmamoğlu’nun oyun dışına atılması için planlanmış bir “Kuşatma Harekâtı” olarak okumuştum.
Prof. Dr. Ahmet Özer ve Rıza Akpolat gibi CHP’li belediye başkanlarının inandırıcılıktan uzak gerekçelerle gözaltına alınıp tutuklanmaları, kuşatma harekatının asıl hedefinin İmamoğlu ve CHP olacağını göstermişti. Zaten Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan “Turpun büyüğü heybede” diyerek kuşatma harekatının hedefini kamuoyuna ilan etmişti. Bu arada sanırım CHP, iktidarın kuşatmasını yarmak için stratejik bir karar verdi ve ön seçim sürecini ilan etti. Sanıyorum aynı nedenle de Ekrem Bey aday adayı olmaya karar verdi. Seçimle işbaşına gelmiş belediye başkanlarını bu denli fütursuzca işten el çektiren başka bir dönem yaşanmadığı için CHP Genel Merkezi’nin verdiği karar, milyonların iradesine başvurma anlamına geldiğini düşünüyorum.
Ekim ayından itibaren aşama aşama yaşadığımız bu gelişmeler, Sn. Ekrem İmamoğlu’nun toplumun gözünde itibarsızlaştırılması hedefine gidileceğini gösteriyordu. Ekrem Başkan ön seçim kampanyasında, kendisini hedef alan adımları ifşa ederek millete önceden şikâyet etti.
Bana gelince, 2019 seçimlerini Sn. İmamoğlu kazandığından itibaren sürekli yandaş medya ve troller tarafından zaten hedef gösteriliyordum. Ocak ortasından itibaren pek çok kanaldan şahsen benim de tutuklanacağıma dair duyumlar aldım. Hatta mart başında Londra’da çocuklarımı ziyaret ettiğimde bir kısım dostların “Türkiye’ye dönmemem ve yurt dışında kalmam” yönünde tavsiyeleri oldu. Bizzat hiçbir suç işlemediğim ve gayri ahlaki herhangi bir duruma alet olmadığım için bu tavsiyelere kulak vermemeyi seçtim, yurtdışında kalmama hiçbir engel olmadığı halde en küçük bir tereddüt göstermeksizin, içimde bir korku olmaksızın ülkeme döndüm. Açıkçası siyasi ve bürokratik bir görevimin olmaması ve yukarıda saydığım sebeplerden dolayı bu denli haksız ve mesnetsiz ithamlarla karşılaşacağımı da tahayyül etmedim. Ülkeme, devletime ve yargı sistemine güvenmek istedim. 10 yılını devlette geçirmiş emekli bir subay olarak devletin hakikate ve masumiyete saygı göstereceğine inandım.
-Polislerin evinize geldiği sabahı anlatır mısınız? Ne yaşandı, siz ve aileniz, ne hissettiniz?
18 Mart Salı akşamı oğlum yurtdışından gelmişti. 3 gün kalıp dönecekti. Eve gece yarısından sonra ulaşabildi. 2 saat kadar sohbet ettik, hasret giderdik. Sanıyorum 02.45 gibi yattık. 05.15 civarında kapı çaldı. Zil sesini duyduğumda anladım. Eşimi ve oğlumu uyandırdım. 6-7 polis içeri girdi. Arama yaptılar. “Savcılığa ifade vereceksiniz endişe etmeyin” dediler.
Oysa ben banka hesaplarıma ve taşınmazlarıma tedbir kararı konduğunu öğrendiğim andan itibaren Cumhuriyet Başsavcılığına 3 ayrı dilekçe vermiş ve ifade vermek istediğimi beyan etmiştim. Ama mesele İmamoğlu’nu büyük bir operasyonla gözaltına almak ve itibarını yerlere sermekti. Ben ve benim gibi hiçbir suçu olmayan pek çok kişi de bu maksatla gözaltına alınıyorduk.
O anda hissettiğim büyük bir üzüntüydü. Ülkem, devletim ve yargı sistemimiz bu hale nasıl gelebilmişti? Ben ki, devlete toz kondurmayan biriyimdir. Şahit olduğum şey Devletin, artık benim bildiğim Devlet olmadığıydı. Buna kahroldum.
Elbette eşim ve oğlum perişan oldular. Polis memurları evimde ve ofisimde hiçbir suç unsuru bulamadılar. Çünkü hayatım boyu park cezası bile almayacak şekilde kanunlara ve hukuka bağlı yaşamış bir vatandaşım.
Arama bitip, tutanaklar imzalandıktan sonra operasyonun Ekrem Başkanı da dahil edecek şekilde 100 kişiyi bulacak ölçüde büyütüldüğünü anladım. Vatan Emniyet’e giderken kilometrelerce önceden yolların kapatıldığına görünce zihnimde 12 Eylül sabahı Ankara’da gördüğüm manzara belirdi. Binlerce polis görevlendirilmişti. Havada polis helikopterleri tur atıyordu.
-Vatan Emniyet’e götürüldüğünüzde nasıl bir ortamda kaldınız? İmamoğlu’nu ve diğer arkadaşlarınızı görebildiniz mi?
Vatan Emniyet tam bir keşmekeşti. Emniyet’in Narkotik dahil çok sayıda birimi operasyona dahil edilmişti. Başka birimlerden görevlendirilen memurlar Vatan Emniyet’in giriş çıkışını veya nezarethanenin yerini dahi bilmiyordu.
Açık otoparkın altında, kapalı garajın bir kısmındaki nezarethane bu operasyon için boşaltılmıştı. Orada sıra beklerken Ekrem İmamoğlu’nu getirdiler.
Üç kez İBB başkanlığını seçimle kazanmış bir siyasetçi, bodrum kattaki o nezarethaneye atıldı. Bizler 4 gün boyunca 2x3 metrelik o hücrelere doldurulduk. Operasyonda alınan insanların %90’ını ilk kez orada gördüm, tanıdım. Ülkemize ve devletimize yakışmayan üzücü, kahredici bir süreçti.
-Size yöneltilen soruların çoğu açık hava reklamları ve billboardlar üzerine. Özellikle belediyede çalışan bir şoförün ‘Beylikdüzü Mado ve aynı yerdeki tekstil firması Karsan’da yapılan gizli olduğunu ifade ettiği toplantılarda yapılan reklam ihaleleriyle ilgili iddiaları. Tanık aynen şöyle söylüyor: “Toplantı sonrasında yapılan konuşmalardan anladığım kadarıyla bu toplantılarda açık hava reklamlarıyla ilgili iş ihale ve gayri meşru hususlar konuşulurdu.” ‘Anladığım kadarıyla’ diye çerçevelenen bu iddia ve oradaki toplantılardan kasıt nedir? Siz buna ifadede yanıt vermişsiniz ama kaçıranlar için tekrar sormak istiyorum.
Tanığın ifadesinden Kültür A.Ş.’de genel müdür şoförü olduğu anlaşılıyor. Bu kişiyi hayatımda görmedim, tanımadım. Bahsettiği Beylikdüzü Mado’yu bilmem. Hayatımda gitmişliğim yok. Sanıyorum manipüle edilmiş, yönlendirilmiş bir kişi. Anlattığı hikaye bir senaryodan ibaret. Öyle ki, savcılığın kanıt olarak koyduğu HTS kaydı, tanığın yalancı tanıklık yaptığını kanıtlıyor. Çünkü Beylikdüzü’nde benim tek bir kez sinyal vermişliğim çıkıyor. O da 23 Haziran 2019 günü saat 23.15 sıraları. İkinci kez yapılan ve İmamoğlu’nun 806 bin oy farkıyla kazandığı seçim akşamı, seçim otobüsüyle birlikte kutlama yapmak için Beylikdüzü’ndeydik ve o yüzden cep telefonum HTS kaydı vermiş.
Özetle ne gizli toplantı doğru, ne o toplantıya benim katıldığım iddiası doğru. Bunların yalan olduğu HTS kaydıyla da açığa çıktığı için o toplantıdan ne kastediliyor bilmiyorum. Zaten tüm dosyada bu yalan ifadeden başka bir suçlama da yok. İfademde de bunu anlattım.
-Siz siyasi iletişim de yapıyorsunuz. Soruşturmada daha çok açık hava reklam şirketlerinin adı geçiyor. Ellerinde binlerce billboard bulunduran şirketler. Bu billboardlar seçim döneminde siyaseten bir avantaj unsuru mudur? Billboard sistemini tartışmakla ne isteniyor olabilir?
42 yıllık meslek hayatımın başından beri siyasi iletişim alanında çalışıyorum. Her seçim kampanyasında billboardları yoğun biçimde kullandım. Şöyle bir şiarla: “Açık havada gözü olmayanın siyasette izi olmaz.” Çünkü görünürlük kredibilite demektir. Görünür olan makul olur.
Bu operasyonda açık hava reklamcılarının tutuklanmış olması bende erken seçime yaklaştığımız duygusu uyandırıyor. Zira AK Parti açık hava reklamlarına her zaman en çok yatırım yapmış bir anlayışı temsil ediyor. Rahmetli Erol Olçok, AK Parti kampanyaları için büyük bütçe kullanırdı ve bu yüzden açık hava sektörüne de girmişti.
Bu operasyonla açık hava reklamcılığı şirketlerinin neredeyse tamamına el konulmasının, sektöre de el koyma amacı taşıdığı ve bu amaca hizmet edeceği kanaatindeyim.
-HTS kayıtlarınızda ‘gizli toplantı yapılıyor’ denilen Beyliküdüzü Mado civarında bir kez telefonunuz sinyal veriyor. Bir de danışmanlığını yaptığınız İmamoğlu ile onun yakın çevresi Murat Ongun, Murat Çalık gibi isimlerle telefonla iletişiminiz görünüyor. Buradan nasıl bir bağlantı kurulmuş?
Daha önce de değindim. HTS kayıtları iddiaları çürütüyor. Öte yandan ben “kampanya direktörü” ve “siyasi danışman görevim nedeniyle” Ekrem İmamoğlu, Murat Çalık ve Murat Ongun’la elbette ki telefonla konuşacağım. İşim bu. Telefonla konuşmayıp dumanla mı haberleşeceğiz?
Sanıyorum hiçbir somut dayanağı olmayan, somut bir delile dayanmayan varsayımlarla suç ve suçlu yaratılmaya çalışılıyor. Oysa ki hukukun en temel ilkesi “şüpheden sanık yararlanır” der. Bir suçtan herhangi bir sanığı cezalandırmanın temel koşulu, suçun kuşkuya yer vermeyecek şekilde ispat edilmesidir. Yani olasılıklar, varsayımlar değil değil, kesin ve açık kanıtlarla ispatın gerçekleşmesi ve ispatın da hiçbir kuşku götürmemesi gerekir ki suçun varlığı kabul edilsin. Oysa şu anda tam tersini yapma çabası var. İşte bu yüzden bu soruşturma hukuki değil, siyasidir deniyor kamuoyunda.
-İBB ile siz ya da şirketleriniz maddi karşılığı olan bir iş yaptı mı?
Ben ve şirketlerim İBB ile ihale ilişkisine girmiş değiliz. Birkaç çok küçük iş dışında ticari bir ilişkiye girmemek için büyük özen gösterdim. Bu yüzden de bu yönde bir iddia yok dosyada.
-Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı kazandığı 2019 seçimlerinde kampanyasını yürüttünüz. Bununla ilgili de ‘Kahraman’ın Yolculğu’ diye bir kitap yazdınız. Bu kitabın 63. Sayfasında 3 Aralık 2018 tarihinde CHP’nin o dönemki genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun da bulunduğu bir toplantıda “Kazanacağız; çünkü zamanın ruhu bunu gerektiriyor. Türkiye’deki toplumsal ihtiyaçlar buna imkân sağlıyor” dediğinizi aktarıyorsunuz. Şu an toplumsal ve siyasal olarak benzer bir durumun yaşandığını düşünüyor musunuz?
2019’daki koşullardan çok daha güçlü şekilde zamanın ruhu Sn. Ekrem İmamoğlu’nun ve muhalefetin lehinde. Nedeni açık: Türkiye’de ilk kez bir siyasetçi gözaltına alınıp tutuklanmıyor. Menderes-Bayar, Demirel-Ecevit-Türkeş-Erbakan, Erdoğan, Demirtaş ve nihayet Özdağ tutuklandılar. 1960’tan bugüne tutuklanmayan çok az lider oldu. Ama ilk kez millet bir siyasetçinin gözaltına alınıp tutuklanmasına ve bu durumun simgelediği adaletsiz, antidemokratik yönetim tarzına bu denli büyük bir tepki veriyor. 81 ilin tamamında, Avrupa ve Amerika’da Türk vatandaşlarının meydanları doldurmasının başka bir anlamı var mı?
-Aynı kitapta kampanyanın dilini İmamoğlu’yla beraber belirlerken doğrudan Erdoğan’ı karşıya almayacak bir strateji belirlemiştiniz. Bunu da AKP seçmeninin Erdoğan bağlılığını, kutuplaşmanın temel dinamiğinin ayrımlardan üzerinden gittiğini pozitif bir dille sonuç alınacağını düşündüğünüz için yapmıştınız. Aynı zamanda bir siyasal iletişimci olarak bugün gelinen noktada muhalefetin yargı eliyle dizaynını da düşünerek CHP tarafından ortaya konulan dili nasıl buluyorsunuz?
Sn. Özgür Özel, 19 Mart operasyonunu bir “sivil darbe” olarak tanımladı. Demokratik yöntemlerle işbaşına gelmiş bir iktidarın demokrasiye ve demokratik iradeye saldırmasına ilişkin bu tanımlama, biraz da toplumsal muhalefetin dili. İktidarın vesayet yetkisini aşan adımları CHP’nin dilini şekillendiriyor bence. Bugün için anlaşılabilir ve doğru bir dil. Sadece ülkenin birinci partisi değil an itibariyle. Aynı zamanda demokratik muhalefetin birleşik adresi. Ancak adayın dili ister istemez farklılaşacaktır. Çünkü seçimler dün ne yaptığınızla değil, yarın ne yapacağınızı anlatmanızla kazanılır.
-Tutuklamalar sonrası ortaya çıkan toplumsal muhalefeti, itirazı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Toplumsal muhalefet Sn. Ekrem İmamoğlu’nun kişiliğinde milli iradeyi ve gelecek umudunu gördüğü için ayağa kalktı. Yukarıda da değindiğim gibi tarihimizde ilk kez karşılaştığımız bir durum bu. Son yıllarda kontrollü gerilimle, baskı üstüne baskıyla sindirilen ortak ruh ve iradenin “Artık yeter!” feryadıdır bu itiraz. Umarım yetkililer bu itirazı duyar ve anlar. Aynı şekilde devam edilmesinin iktidarın ömrünü zannedilenden çok daha hızlı kısaltacağı kanaatindeyim. Sağduyu diyorum!
-2019’daki kampanyayı Aristotales’in Poetika’sındaki dönüşüme de atıfta bulunarak tarif etmiştiniz. Bugün İmamoğlu’nun durduğu yeri, yaptığı açıklamaları nasıl bir şekilde tarif edersiniz?
2019 seçim kampanyamız bir yanda Aristoteles’ten diğer yandan Joseph Campbell’den ilham almıştı. “Kahramanın Yolculuğu” bu iki büyük düşünür ve onların öğrencilerinden bizlere miras kalan bir hikaye anlatıcılığı metodudur. Aynı metotla değerlendirdiğimizde, “kahramanın” bir tuzakla uçuruma yuvarlandığı tespitini yapabiliriz.
Bu gibi durumlarda “kahraman” öncelikle bir dönüşüm geçirir, başkalaşarak aynı kalır. İçine düşürüldüğü “tuzak” tan kendi başına çıkamaz. Mutlaka bir yeni yardımcıya ihtiyaç duyar.
Bence her ikisi de oluyor şu anda. Sn. Ekrem İmamoğlu başkalaşıyor bir yandan. Yerel siyasetçilikten ulusal siyasetçiliğe ve devlet adamlığına terfi ediyor. Ve artık çok güçlü bir “yeni yardımcısı” var: Yeni nesil gençler ve millet. İmamoğlu, ülkenin en güçlü yardımcılarıyla yoluna devam edecek. Er ya da geç.
-Sizce Ekrem İmamoğlu siyasete geri dönecek ve cumhurbaşkanı olacak mı?
Cevap yukarıdaki izahta yer almaktadır. Her ikisi de evet.
-Silivri’den Kocaeli’ne nakledildiniz. Aileniz ve avukatlarınızın epey endişelendiğini biliyoruz. Bir süre sizden haber alamadılar. Neler yaşandı o süreçte?
Cumartesi akşam saatlerinde hücremin kapısından seslenen infaz memuru, “Hazır olun, 15 dakikaya hastaneye gideceksiniz” dedi. Ben, gözaltına alındığımdan beri 5 kez yapılmış olan bir rutin kontrol olduğunu düşündüm. Tam 2 saat bekledim. 22.30-23.30 arası Silivri cezaevi içindeki hastaneye ancak gidebildik. Orada doktor ve hemşire arasındaki diyalogdan bir sevkiyatın olacağını anlayabildim. Uzun süredir yüksek tansiyon ve şeker hastası olduğumu öğrenen doktor nabzımı ölçtürdü. Görüldü ki, 10,5 – 16,5 gibi çok yüksek bir seviyeye fırlamış tansiyonum. Bunun üzerine bir dilaltı hapı vererek beni müşahede altına aldılar ama tansiyonumu düşüremediler. Bakanlıktan gelen talimat çok netti ki, “bu halde yola çıkabilirsiniz, daha fazla rahatsız olursanız görevlilere haber verirsiniz” gibi tuhaf bir tavsiyede bulundular.
Pazar sabahı saat 07.30’da kaldığım hücreden çıkarıldım ve aynı operasyonda alınan diğer 2 arkadaşımızla birlikte öğle saatlerinden sonra Kandıra’daki 2 F Tipi Cezaevi’ne teslim edildim.
Sonradan öğrendiğime göre ailem ve avukatlarıma haber verilmemiş. Televizyonlardan izlemişler. Cumartesi gece yarısından pazar akşamına kadar tüm çabalarına karşın nerede olduğumu öğrenememişler. Ne avukatlarıma ne de aile fertlerime haber verilmeyecek acele ve gizlilik niyedir anlamış değilim.
Çok olağanüstü günlerden geçiyoruz. Ama ben bu ülkeye, bu ülkenin insanlarına güvenmeye devam ediyor, devlete ve yargıya da güvenmek istiyorum.
Hiçbir hukuk dışı eylemim, hiçbir ahlak dışı davranışım olmadı. Olmaz. Bu ülkede işini profesyonelce yapmak ve seçim kazanmak suç değildir, olamaz. Umuyorum ki bu büyük yanlışlık kısa sürede düzeltilir. Ben de özgürlüğüme ve aileme yeniden kavuşabilirim. Sizin aracılığınızla tüm okurlarınıza selamlarımı iletiyorum.
NOT:
Necati Özkan söyleşi notlarının sonuna şu anki iletişim adresini de eklemmiş. Aktarıyorum: Kocaeli 2 Nolu F Tipi Cezaevi
B2 -1-54 Nolu oda, Kandıra