Trump'ın turpları

ABD Başkanı Trump’ın “turpları” Beyaz Ev’de “kendi kendine tapınma” ayinleri gibi kurguladığı basın toplantılarıyla duyurduğu gümrük vergileri… Nitekim, bizim burada Erdoğan’ın hukukun ihlâlinin alenen tescili kabilinden ikide bir atıf yaptığı “heybedeki turplar” gibi, Trump’ınkiler de ömürsüz oldu. Peş peşe meydan okumalarla yüzde 125’e çıkardığı Çin’e yönelik gümrük vergileri dışında diğerlerini 90 gün süreyle askıya aldı.

Trump, yaklaşık iki aydır gümrük vergisi adımlarını atacağından söz ediyordu. Buna rağmen açıklaması küresel bir şok etkisi yarattı. Buna karşılık, Erdoğan’ın “nas var” diyerek enflasyonist ortamda oranını düşürdüğü faizler, “faizin sebep enflasyonun sonuç” olduğu şeklinde bir sözde iktisat kuramı ortaya atması gibi bu tek taraflı önlem de gerçeklerle yüz yüze geldiğinde havada kaldı.

Belki Trump’ın adımı “narsisizm” gibi daha ziyade psikiyatrinin alanına girecek güdüsel bir etmenle de gerekçelendirilebilir. Ancak, bu açıklama girişimi herhalde yetersiz kalır. Trump, ABD’nin “altın çağı” olarak I. Dünya Savaşı öncesi dönemi öne çıkartıyor, kendine onu örnek aldığını ima etmenin ötesinde belirtiyordu. Dolayısıyla, gümrük vergileriyle varmak istediği “altın çağ” orasıydı.  

 

Bu bağlamda, Trump’ın politikalarında anlamlı bir bütün aranacaksa, herhalde bunun tanımı neo-merkantilizm ve neo-izolasyonizm olabilir. Bu bütünün de devletler arası iletişimdeki baskın niteliğinin “perakende pazarlıkçılık”(“transactionalism”) olduğu ileri sürülebilir. Her hal ve kârda, bu türden teknik/akademik egzersizlerin, Trump’ın müzmin öngörülemezliği karşısında boşa düşmesinin kaçınılmaz olacağı da akıl yürütürken ihtiyat payı bırakmak adına teslim edilmelidir.

Gümrük vergilerini dayatırken Trump, bir yandan kendi büyüklüğünü kanıtlamaya çalışırken, aynı zamanda yönettiği ABD’nin küresel ölçekteki istisnai sıkletine yaslandı. Tabiatıyla, “büyüklük kanıtlanmaya çalışıldığında” zaten baştan sıfırla çarpılıyor. Trump, ülkesini daha müreffeh kendini de daha zengin kılacak bir “sihirli formül” bulduğunu iddia etmiş oldu. İlk iddia havada kaldı ama aşağıda geri döneceğimiz üzere muhtemelen yakın çevresiyle birlikte kendi de zenginliğini katladı.

Gümrük vergilerinden beklenen başat sonuç imalat sanayiinin ABD’ne geri dönmesiydi. Trump, halen 95.000 dolayında fabrikanın atıl durduğunu sürekli yineledi. Ancak, bu olasılık geçerli kabul edilebilirse de pek gerçekçi değildi. Zira, Trump ne denli teşvik vaat ederse etsin, imalatın ABD’ye dönüşü onun dört yıllık başkanlık döneminin ötesine yayılacaktı. Kaldı ki, bu üretim çarklarını çevirecek ne en alt katmandan ne en üst katmandan iş gücü ABD’de yoktu.

Bu noktada Çin bağıntısını da anımsamak gerekir: Çin’in küresel imalattaki payı 2000 yılında yüzde 6’dan bugün yüzde 32’ye yükselmiş durumda ve artmaya devam ediyor. Başka deyişle günümüzde Çin’deki fabrikalardan yapılan üretimin hacmi ABD, Almanya, Japonya, Güney Kore ve İngiltere’nin toplam imalatını aşıyor. Oysa, aynı Çin’in küresel tüketimdeki payı ancak yüzde 13 düzeyinde.

Hedeflenen bir başka sonuç ise enerji maliyetlerinde düşüş olacaktı. Esasen, ham petrolün varil fiyatının yıllar sonra 65 ABD Doları düzeyine gerilemesiyle bir bakıma ve bir süreliğine bu amaç belki hasıl oldu. Ayrıca, petrol fiyatındaki düşüşün adı konmadan Putin Rusyası’na indirilen ekonomik bir darbe olduğu da ortaya atıldı. Hatta, küresel ticaretin imdat freninin Trump eliyle çekilmesinin bu sebeple “tarihin en çevreci adımı” olduğunu yarı-müstehzi tarzda iddia edenler de çıktı.  

Son olarak, Trump ve çevresindeki iş âlemi kökenli akıl hocalarının, ABD dolarının özellikle Çin ve AB ile rekabette fazla değerli buldukları biliniyordu. Buna göre, ABD dolarının yapay biçimde yükselmiş değeri piyasa gereklerine uyarlanarak düştüğünde, ABD’nin Çin’e ve AB’ye karşı göreli ticari üstünlüğü artacaktı.  

Trump’ın gümrük vergisi hamlesinin duvara toslamasını tek bir nedenle açıklamak mümkün mü henüz bilinemez. Bununla birlikte, Trump tarzı liderlerin tek anladıkları dilin, güç belki de düpedüz kaba güç olduğu söylenebilir.

ABD’nin 8.53 trilyon dolar tutarında dış borcu, ellerinde satın aldıkları hazine bonolarını bulunduran dünyanın çeşitli ülkelerince finanse ediliyor. Örnek olarak, AB ülkelerinde toplamda yaklaşık 1.5 trilyon ABD doları, Japonya’da 1 trilyon ABD doları dolayında ve Trump’ın alay konusu ettiği, 51. vilayet yapmaya kalkıştığı Kanada’da da 350 milyar ABD doları tutarlarında ABD hazine bonosu bulunuyor.      

İşte Kanada’nın henüz genel seçim kazanmamış yeni başbakanı Carney’in, elindeki hazine bonolarını peyderpey satmak düşüncesini, arka kanal diplomasisiyle AB üyesi müttefikleriyle paylaştığı ortaya çıktı. AB’yle birlikte Japonya’nın da bu stratejik oyuna katılmasıyla, Trump’ın küresel gerçeklerle yüzleşmek durumunda kaldığı ve geri adım attığı anlaşılıyor.

ABD-Çin gerginliği sürse de (ki o cenahta da Trump akıllı telefon parçalarına muafiyet getirmeye mecbur oldu), ortalık böylece görünürde yeniden duruldu. Trump 60 ülkenin kapısına dizildiğini söylese de kendi ticaret bakanlığı müzakere etmek için başvuran ülke sayısını 12 olarak açıkladı.Carney’in girişimiyle aynı hizaya gelen AB, Kanada ve Japonya da, aralarındaki işbirliğini ve eşgüdümü güçlendirmekte ve Trump’a karşı kendilerinin de kozları bulunduğunu göstermekte kararlı duruyor.

Konunun eğlenceli veya trajikomik bir veçhesi ise birilerinin ABD borsalarında yaptıkları olası vurgun. Zira, Trump’ın gümrük tarifeleri kararıyla tepetaklak olan hisse fiyatları yine aynı hiper-medyatik Trump’ın önce “satın alma vakti” yollu sosyal medya paylaşımı ve ardından 90 gün askıya alma kararını açıklamasıyla fişek gibi yükseldi. Bakalım Kongre’de Demokrat Partili temsilci ve senatörlerin bu konudaki itirazları, suçlamaları ses getirecek mi göreceğiz.

Türkiye ise, Trump’ın Netanyahu ile ortak basın toplantısında Suriye üzerinden gündeme girdi. Arada, NATO zirvesinde, ABD Dışişleri Bakanı Rubio’nun müttefikleri yatıştırmaya yönelik ifadeleri ilgililerce kaydedildi. Üstelik Avrupalıların ABD NATO’ya sırtını dönecekse komutanlığın (“SACEUR”) da ittifak kurulduğundan bu yana ilk kez bir Avrupalıya devredilmesi önerisini ABD’nin reddetmesi bize yine gerçeklerin kısıtlarını göstermiş oldu.   

Sürekli dikkat çekmeye gayret ettiğim üzere, Türkiye’de dış politikayı ve ulusal güvenlik stratejisini kurgulayıp, uygulayanlar da; bunları eleştirenler ve katkı verenler de ayaklarını sıkı sıkı Ankara’ya basıp, gözlerini “360 derece” yaklaşımıyla ufuk çizgisine çevirmek durumunda. İşin özü ulusal çıkarları belirleyip önceliklendirmekte; sonra da bunları gözetmekte, kollamakta, korumakta, savunmakta.

Tarihin adeta “yırtıldığı” bu dönüm noktasında Ankara’nın “kısa günün kârı” kafasıyla davranması muhteşem bir diplomatik ıskaya tekabül edecek. Türkiye’nin bir an önce Erdoğan eliyle sürüklendiği bu tek adam ve parti devlet girdabından kendini kurtarması zorunlu. Kurulmakta olan yenidünya düzeninde, yüzümüz yine küresel Batı’ya dönük olmak kaydıyla, jeostratejik önemimizle uyumlu bir yer edinebilmemiz, ancak Cumhuriyetimizi demokrasiyle taçlandırmak suretiyle mümkün.