Her davet edildiklerinde defalarca gidip emniyette, savcılıkla ifadelerini veren meslektaşlarımız Timur Soykan ve Murat Ağırel’in sabah saat 06.00’ta evlerinden gözaltına alınmalarının demokratik hukuk devletinde yeri yoktur.
Gelen tepkilerin gösterdiği gibi kamu vicdanında da yer bulmamıştır.
Soykan ve Ağırel daha önce çok kez olduğu gibi davet edilselerdi gidip ifadelerini verirlerdi.
Ayrıca iki meslektaşımızın da dün saat 13.00 aynı savcıya, başka bir konuyla ilgili olarak ifadeye vermek üzere randevularının bulunduğu da ortaya çıktı.
Öğlen aynı savcıya ifade vermeye gidecek Ağırel ve Soykan’ın sanki kırmızı bültenle aranın katil zanlılarıymış gibi sabahın köründe evlerinden gözaltına alınmaları ve görüntülerinin servis edilmesi bütün basına bir gözdağı niteliğindedir.
Gözattı işleminin kara para aklama ve yasa dışı bahis oynatma gibi suçlamalarla cezaevinde bulanan bir kişinin şikayeti üzerine yapılması da ayrı bir tartışma konusudur.
Demokrasiyi diğer rejimlerden ayıran en önemli özelliklerden biri hukuk güvencesidir.
Demokratik rejimlerde hukukun üstünlüğü esastır.
Erkler ayrılığı ilkesine dayanan demokrasilerde yasama, yürütme ve yargının birbirine üstünlüğü yoktur.
Ancak üç erk de yargı denetimine tabidir.
Vatandaşların hak ve özgürlükleri anayasal güvence altındadır.
Buna karşın Soykan ve Ağırel’e yapılan muamele anayasanın basın ve ifade özgürlüğü hükümleriyle de çelişen bir durumdur.
Anayasa’nın 28. maddesi şu hükmü taşıyor:
“Basın hürdür, sansür edilemez.”
Anayasa’nın 26. maddesi de şöyle diyor:
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir."
Bu iki hüküm ifade ve basın özgürlüğünün hukuk güvencesini oluşturur.
Buna karşın son yıllarda araştırmacı gazeteciliğin en iyi örneklerini veren, suç örgütleriyle ilgili haberler ve altın kaçakçılığının yollarını açığa çıkardıkları için yılın gazetecisi ödülüne layık görülen meslektaşlarımızın bu şekilde mesleklerini yapmaktan alıkonmaları mümkün değildir.
Son dönemlerde Türkiye her sabah bir gözaltı veya tutuklama haberiyle güne başlıyor.
Siyasi parti genel başkanları, seçilmiş belediye başkanları tutuklu.
İstanbul Belediye Başkanı ve CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, eski HDP eş Başkanı Selahattin Demirtaş, son seçimde Hatay milletvekili seçilen Can Atalay da cezaevindeler.
Kamuoyunca tanınmış birçok aydın da aynı şekilde.
Bu tablo, Türkiye’nin anayasada tanımlanan “demokratik, laik, sosyal hukuk devleti” nitelikleriyle bağdaşmıyor.
Hukukumuza göre tutuksuz yargılama esas, tutuklu yargılama istisnayken bunun tam tersi uygulanıyor.
Atalay’ın serbest bırakılması, Meclis’e gelip yemin ederek görevine başlaması gerekiyor.
İmamoğlu ve Özdağ’ın serbest bırakılıp tutuksuz yargılanmaları gerekiyor.
Diğer birçok tutuklunun da serbest bırakılıp tutuksuz yargılanmalarının sağlanması gerekli.
Keza 300 üniversite öğrencisinin cezaevlerinde tutulmaları da ayrı bir hukuk ihlali.
Türkiye’de hukukun üstünlüğüne dayanan demokratik sistem işliyorsa tutuksuz yargılama esas olmalı.