Trump övdü mü ısırdı mı?

Önümüzdeki süreçte Ortadoğu’nun en sıcak konusunun Türkiye ile İsrail arasında yükselen gerilim olacağı anlaşılıyor.

Şu anda gerilimin odaklaştığı alan ise Suriye.

Gerilimin başka semptomları da var. Gazze kıyımı, 7 Ekim 2023’ten bu yana Türkiye’nin, hatta dünyanın en hassas konularından birisi.

Ama Ankara’nın ondan daha öte, çok daha kategorik planda bir “İsrail tehdidi” algısı var. Gazze vahşeti gündemi içinde bizzat Netanyahu tarafından güncellenen “Nil’den Fırat’a…” genişleme projesi hem Cumhurbaşkanı Erdoğan hem Bahçeli tarafından kayda geçirildi.

Yani Ankara’nın gündeminde bir “İsrail sorunu” var.

İsrail’in Suriye’de yeni yönetimin bilgisi ve onayı dahilinde “Türkiye’nin üs kurma ihtimali”nden de söz edilen stratejik bölgeler dahil pek çok alanı bombalaması da “İsrail” gündemini hassas hale getiriyor.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan “İsrail’in genişleme siyaseti”ni eleştirdi ve “İsrail’le Suriye üzerinden çatışmak istemiyoruz” gibi bir ifade kullandı. Bu ifade “çatışma ihtimali”nin önemsendiği anlamına da geliyor.

Benzeri hassasiyet İsrail tarafında da var. Farklı İsrail aktörleri Türkiye’nin Suriye’deki etkinliğinden rahatsız olduklarını gizlemiyorlar.

Bu, bizzat Netanyahu tarafından Trump’la yaptığı görüşmede de seslendirildi. Netanyahu şöyle anlattı Trump’la görüşmesinin içeriğini:

“Türkiye ile kötüleşen komşuluk ilişkilerimiz var. Suriye’nin, Türkiye dahil olmak üzere hiç kimse tarafından İsrail’e saldırı için bir üs olarak kullanılmasını istemiyoruz. Türkiye ile Suriye’de çatışma istemiyoruz. Türkiye, ABD ile harika ilişkileri olan bir ülke. Başkan Trump’ın Türkiye lideri ile iyi bir ilişkisi var. Bu çatışmayı nasıl önleyebileceğimizi görüştük.”

Trump ise Erdoğan’a sevgisinin de altını çizdiği açıklamasında Türkiye – İsrail ilişkisinde sergileyeceği tavrı seslendirdi:

“Suriye konusunda Türkiye ile yaşadığınız her sorunu çözebileceğimi düşünüyorum. Siz makûl olduğunuz sürece. Bu konuda siz de biz de makul olmalıyız. Erdoğan’ı seviyorum, o da beni seviyor ve hiçbir sorunumuz olmadı. Zeki ve güçlü bir adam. Suriye’de başka kimsenin beceremediği bir şeyi yaptı. Hakkını vermek lazım.”

Trump’ın sözlerinde Netanyahu’ya yönelik “makûliyet uyarısı” var. Demek ki Trump’a göre Türkiye’den istenecek şeyde hem İsrail hem de Amerika “makul” olacak. Nedir o? Türkiye için nedir, Amerika ve İsrail için nedir?

Trump’ın sözlerinde bir şey daha var. Rahip Brunson’u hatırlatıyor Erdoğan’la “sorun çözme başarısı” çerçevesinde… O ifadeler şöyle:

“Hatırlarsınız rahibimizi (Andrew Brunson) Türkiye’den geri aldık. O zaman büyük bir olaydı.”

O olay, Erdoğan’ın Gülen’in iadesinde direnen ABD’ye yönelik “Ver papazı al papazı” diye rest çektiği bir şeydi. Trump bir tehdit mektubu yazdı ve ardından Brunson ABD’ye iade edildi.

Çözüm var çözüm var. Sevgi var, sevgi var. Trump’ın sevgisinin kriteri Brunson olayında yaşanana benzer bir hadise mi, sorusunu yadırgamamak gerekiyor.

Onun için yazının başlığında bir “ısırdı mı?” ihtimaline yer verilmiştir.

Bu soruyu sormak Trump tiplemesi için ayrıca yadırgatıcı değil. Hani Trump’ın şahsında “Ne yapacağı belli olmayan bir karakter”i izliyor bütün dünya ve Amerika’nın kendisi…

Ayrıca Amerikan yönetimleri söz konusu olduğunda “İsrail kayırmacılığı” en başat durumdur. Yahudi lobisi hiçbir Amerikan yönetimine göz açtırmaz. Onun için Netanyahu her problem algısında Washington’un kapısını çalar. Trump yönetim kadrosunun İsrailofillerle dolu olduğu, Netanyahu’nun Gazze vahşetine rağmen Kongrede defalarca ayakta alkışlandığı da biliniyor. O yapı, Trump’ın “sevgileri”ni bile dizayn edebilecek ağırlıktadır.

Suriye’yi gözleyeceğiz. Gazze’yi gözleyeceğiz. Ortadoğu’yu gözleyeceğiz. Trump’ın “yeni dünya düzeni”nde neyi nereye yerleştirmek istediğine bakacağız, ona verilen cevaplara bakacağız, onun içinde “Türkiye için optimum fayda nerede?”yi okumaya çalışacağız…

Ondan sonra sevgiler – övgüler - ısırmalar bir yere oturacak…

Hani “süper güçle aynı yatağa girmek” diye bir risk anekdotu vardır. Türkiye onu görecek kadar tecrübe sahibi olmuştur sanırız. Hele siyonist lobinin ABD’yi makûliyet dışına çekme potansiyeli bilinirken…