İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Ekrem İmamoğlu’na adliye eliyle kurulan siyasi kumpası protesto etmek için gösterilere katılanlardan 819 kişi hakkında dava açtı. Bunların 278’i tutuklu olarak cezaevinde.
“Yatarı olmayan suç için niye cezaevindeler” diye sormayın.
Bu dönemin hukuk vicdanı böyle de ondan.
Savcılığın iddianamesine göre bu davanın açılma nedeni “kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama” suçunu işledikleri iddiası.
Toplantı ve yürüyüşlerin kanuna aykırı olduğuna kim karar vermiş derseniz yanıtı şu: Yetkisiz bir organın kararı!
Yetkisiz çünkü Anayasal bir hakkın kullanımı, Valiliğin kararıyla engellenemez.
Anayasa’nın 34. maddesinde açıkça yazıyor:
“Herkes önceden izin almadan silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”
Yani iddianame daha başından itibaren “ben Anayasa’ya aykırıyım” diye bağırıyor. Duymak istiyorsanız tabii.
Valinin ve emrindeki güvenlik güçlerinin görevi, “silahsız ve saldırısız” olarak bu hakkı kullanmak isteyenlerin, haklarını huzur içinde kullanmalarını sağlamak.
Vali ve emrindeki emniyet güçleri bunun dışına çıkarlarsa Anayasa’yı çiğnemiş oluyorlar.
Nitekim savcının iddianamesinde bile yazılı ki gösteriye katılanlar “silahsız!”
“İhtara rağmen kendiliğinden dağılmamak” gibi bir suç yok.
Çünkü Vali’nin ve emrindeki polisin böyle bir “ihtarda bulunup, Anayasal hakkın kullanılmasını engelleme yetkisi” yok.
Kaldı ki söz konusu silahsız kitlenin bir bölümü, demokratik protesto hakkını kullandıktan sonra kendiliğinden dağılırken polisin şiddetine maruz kaldı.
Yasal olmayan şiddete karşı direnmek bir haktır.
Kimse yasa dışı emirlere uymak zorunda değil. Zaten orada görevli olan polisler de amirlerinin verdiği bu yasa dışı emre uymamalıydı.
Polis, Anayasa ve kanunlar çerçevesinde görevinin sınırları içinde kalsaydı, o iğrenç şiddet görüntülerinin hiçbiri yaşanmazdı.
Burada dava açılması gerekenler başta İstanbul Valisi olmak üzere Emniyet Müdürü ve miting alanında görevli polislerin sıralı amirleri olmalıydı.
Türkiye’de yargı “bağımsız” deniliyor ama esasen şu andaki tablo yargının “Anayasa’dan bağımsız, iktidara bağımlı olduğunu” gösteriyor.
Bu davanın açılması ve bu cezaların istenmesinin nedeni de budur.
Bu davada verilecek bütün mahkûmiyet kararlarının istinaftan başlayarak bütün üst yargı mercilerinden döneceğini göreceğiz.
Yargıtay, AYM ve AİHM’nin bu konularda verdiği kararlar dev bir külliyat oluşturacak kadar çok.
Davaya bakacak olan heyet bu içtihatlara mı uyacak, muktediri memnun etme çabası içinde mi olacak, bugünden bilemem.
Bilemiyoruz çünkü Türkiye’de artık öngörülebilir bir hukuk düzeni kalmadı.
Hukuk devleti karnemiz oldum olası parlak değildi ama eskiden iyi kötü bir kanun devletinden söz edebiliyorduk artık o da yok.
Onun için bu davadan ne çıkar bir şey söylemek zor.
Ancak bildiğim şu: Bu hakkın kullanımı idari kararlarla kısıtlanamaz. Bundan önceki kısıtlama kararlarına karşı gelenler hakkında açılan davalar en son aşamada nasıl sonuçlandıysa, bu davalar da öyle sonuçlanacak.
O son aşamaya kadar çocukların geleceğini karartma planları varsa bu durum, iktidardaki zihniyetten bekleyebileceğimiz bir ruh durumuna işaret eder.
* * *
“Hukuki karar” alan komisyona bakın
Üniversite, önemli bir hukuki kararı için verilecek raporu bu fakültenin yetkin kadrolarından isteme gereğini duymuyor. Bunun bir tek nedeni var: Gerçek hukukçuların böyle bir karar veremeyeceğini onlar da biliyorlar
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu
Recep Tayyip Erdoğan’a karşı Cumhurbaşkanı adayı olmasın diye Ekrem İmamoğlu’nun diplomasını geri alan İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulu, bu kararı bir komisyonun görüşü doğrultusunda almış.
İmamoğlu’nun avukatının açıklamasına göre komisyonda görevli olan üç kişinin uzmanlık alanları şöyle: İş hukuku uzmanı iktisatçı, onkoloji uzmanı, konservatuar hocası.
Sadece İmamoğlu’nun değil, onunla birlikte onlarca kişinin diplomaları, böyle bir komisyonun verdiği “hukuki mütalaa üzerine” iptal edilmiş.
İstanbul Üniversitesi bünyesinde bir hukuk fakültesi var, biliyorsunuz.
Tarihi 1878 yılına kadar dayanıyor.
İnternet sitesinden baktım, özel hukuk fakülteleri tarafından kadroları ne kadar yağmalanırsa yağmalansın hâlâ çok güçlü bir kadrosu olduğu görülüyor.
Bu konuyla doğrudan ilgili sayılması lazım gelen İdare Hukuku Ana Bilim Dalı’nda 4 profesör, 2 doçent, 3 doktor öğretim üyesi ve doktoraları süren 14 araştırma görevlisi var.
Ve üniversite, böyle önemli bir hukuki kararı almak üzere toplanacak yönetim kuruluna verilecek raporu bu fakültenin yetkin kadrolarından isteme gereğini duymuyor.
Bunun bir tek nedeni var: Gerçek hukukçuların böyle bir karar veremeyeceğini onlar da biliyorlar.
Ama Saray’dan gelen emir belli ki rektör bey ve şürekasının eteklerini tutuşturmuş.
Bu kararı alabilmek için uyduruk bir komisyon kurmuşlar, akıllarınca suçu komisyona yükleyecekler.
Üniversite Yönetim Kurulu’nun bu kararı nasıl bir oy çokluğuyla onayladı, bilmiyorum.
Günün birinde elbette öğreneceğiz.