CHP’nin Maltepe mitingi ve yıkılan ideolojik duvar
Maltepe’de tarihi bir kalabalık toplandığı ortada. Üstelik pek hazırlanılmamış, dokuz günlük bayram tatilinin ilk gününde ve eylemlerin sönümlenmesi beklenirken ortaya çıkan bir tablo olduğunu unutmamak gerek. Saraçhane’de başlayan cesaretin ve “dahil olma” enerjisinin azalmayıp arttığı gayet açık. “Saraçhane çağrısı nasıl karşılık bulur?” “Ön seçime kaç kişi katılır?” “Direnç kararlılığı ne kadar sürer?” “Yeniden meydan çağrısına kaç kişi uyar?” Bütün bu sorular, teker teker ve gayet net cevaplandı. Kalabalıkların, muhalefetin ve özellikle CHP’nin ayrı ayrı özgüven kazandığı; hep artan enerjiyi, birleşme arzusunu ve dayanıklılığını önce kendilerine, sonra birbirlerine, en sonunda da iktidara gösterdikleri şaşırtıcı bir performans serisi yaşandı. Bu seri, CHP’nin asla geçemeyeceği ideolojik duvar iddiasının, değişmez konsolidasyon teorilerinin ve sokak fobisinin de sonu oldu.
Boykot sayesinde muhalefet sermayeden hesap soruyor
CHP’nin siyaset yapma tarzındaki değişim, Özgür Özel’in konuşmalarındaki söylem değişikliğiyle de uyumlu. Özel’in “demokrasi mücadelesi haktır, mücadele alanı sokaktır” sözü, sokaklara çıkmış olanları cesaretlendirmekten ziyade bir kurumsal özeleştiri belki de. Sağ iktidarların (partilerin) -hak savunusu kılığında- rakipleri için sopaya çevirdiği “milli irade” ve “sandıktan çıkan çoğunluk” patronajı, artık Erdoğan’a hizmet etmiyor. Sandıkla sokağı birlikte telaffuz etmek ise bu yenilginin altını kalınca çiziyor. “19 Mart, dış güç onaylı darbedir” cümlesi de, yine iktidarın sık müracaat ettiği “yerli-milli” ve “dış güçler” söylemini tersine, kullandığı silahı iktidara çeviriyor. Şimdiye kadar sermayeye kendini beğendirmeye çalışan muhalefet ezikliği, “boykot kampanyasıyla” yerini hesap soran -tabanı da dahil eden- bir güç gösterisine bırakıyor. Erdoğan’ın “iki yüz yıllık hesaplaşma” iddiası, tarihsel arka planın tercihler skalası yeniden tarif edilerek bir karşı atağa dönüştürülüyor.
Maltepe’de “CHP nasıl devam edecek?” sorusuna da cevap verildi. Erken seçim zorlamasını hedefleyen sürecin kapısı açıldı. “Adayımı yanımda, sandığı önümde istiyorum” imza kampanyası, İmamoğlu’nun serbest bırakılması ve erken seçim yapılması talebini toplu dilekçeye çevirmeyi amaçlıyor. Saraçhane eylemlerinde her gün artan kalabalık, ön seçimde destek sandıklarındaki yüksek katılım ve CHP’nin Maltepe mitingi rekoru iyi skor. Ancak sürekli sayısal rekor tazeleme hedefi, yeterince yaratıcı olmayabileceği eleştirilerine neden oluyor. Elbette, yine “ya olmazsa” endişesini de çağırıyor. Oysa bu kampanya, “her eve girme” göreviyle CHP teşkilatlarını aktive etmek, siyaset yapma tarzını değiştirmek ve “mahcup AKP’lileri tavra zorlamak” gibi faydalara hizmet edebilir.
İktidarın kendine kurduğu tuzak
İktidarın “karşı mahalleye” laf anlatabilmesi şöyle dursun, artık kendi sokağında bile inandırıcı olamadığı ortada. Sadece İmamoğlu operasyonları hakkındaki tepkiler ve araştırmalara yansıyan kamuoyu algısı bunu göstermeye yeter. İktidarın tepkilerin dozu konusunda bir şaşkınlık yaşadığı, propaganda faaliyetlerinin bu denli kifayetsiz kalacağını beklemediği düşünülebilir. İktidar cephesindeki şaşkınlık bir başka gösterge. Ancak bu durumun hiç öngörülmemiş olması pek mümkün değil. Çünkü iktidar ve özellikle Erdoğan, uzunca bir süre önce siyaseti zaten bıraktı ve buradan oluşan yönetememe krizini bir yönetme biçimine çevirdi. Siyaset dışı araçlarla yapılacak dizayn elbette sonuç alabilir ama en sert mühendislik çabalarının bile sonsuza kadar siyasi dinamikleri yönetmesi mümkün değil. Rıza üretmesi imkansız, vazgeçmeye zorlaması ise çok zor.
İktidar stratejisinde siyasal konsolidasyonun yerini otoriter konsolidasyonun alması adım adım gerçekleşti. Başlangıçta (AKP-MHP ittifakıyla birlikte) iktidarın güvencesi, “değişmez ideolojik-sosyolojik çoğunluk” fikrine yaslanıyordu. Ancak bir seçim dönemi bile geçmeden bunun sanıldığı kadar sağlam olamayacağı anlaşıldı. İktidara bu gerçeğe uygun bir strateji atanırken muhalefet, giderek daraltılan siyaset sathını korumak yerine, kaygan zemin ittifaklarıyla taktik savunma hatları kurmaya çalıştı (sıkıştı). Sağ popülist dilin psikolojik üstünlük anahtarı “milli irade” söylemi büyük sıkıntıda. Özgür Özel, Erdoğan’ı kendi destekçileri arasında bile azınlığa itecek “iktidardaki bir avuç insan” ve meydanlardaki kalabalıklar karşıtlığını kullanıyor. İktidar, senelerce yaslandığını iddia ettiği milli iradeye ve seçime ihanet etmeye ve bunu ilan etmeye zorlanıyor.
CHP’nin Maltepe mitinginin gösterdikleri: Muhalefet yeni bir yolun köşesinde
Muhalefet sadece sokakları geri almakla kalmayıp, siyasi alanı genişletme imkanı yakaladı ama daha önemlisi bu bir görev ve sorumluluk haline geldi. Yıllardır olduğu gibi yine retorik seviyesinde kalabilecek “durum tespiti’, sokaklardan gelen basınç sayesinde ciddi bir strateji ve pozisyon değişikliğini zorluyor. İlk etaptaki değişiklik baskısı, siyasetin içeriğinden ziyade yapma biçimiyle ilgili. En itibarsız zamanlarında bile pusudan çıkmayan, “sosyolojik baraj” veya “ihtiyat freni” ise çok daha zayıf. Muhalefet siyaseti, iktidarın çizdiği sınırları aşmak yanında kendi zincirlerinden kurtulan bir siyaset tarzına açılıyor. Kriminalize etme çabaları sonuçsuz kalırken, bu çabalardan daha yüksek olan peşin korkular da gündemden düşüyor. CHP’nin ve Özel’in sokaktan gelen sesi duymazdan gelmek veya gazını alıp yatıştırmak yerine dikkate aldığı izlenimi vermesi, “korku duvarını” etkisizleştiriyor.
“Bir daha Gezi olmaz” düşüncesi, sadece iktidarın Gülyabanisi değildi, muhalefetin önemli bir kısmını etkileyen “öğretilmiş yenilgi” hissiyatıydı. Bu hissiyatın bedelini hapisteki Gezi hükümlüleri ödüyor. Elbette Saraçhane, Gezi’nin yeni sürümü değil. Ancak -çabuk terk edilmiş olsa da- “hepimiz oradaydık” dedirten Gezi’de veya “Adalet Yürüyüşü”nde hatta 2024 yerel seçiminde olduğu gibi, herkesin parçası olmak istediği, en azından dışında kalmayı kolay sindiremediği bir itiraz alana çıktı. Biraz da iktidarın tercihi yüzünden “bekleme odasında” tutulmaktan sıkıldı. Bu tercih CHP’ye, çeşitli kesimlerle pazarlıklar yapmak yerine, kimsenin dışında kalmak istemeyeceği bir yürüyüş başlatma şansı veriyor. İktidarın saldırgan stratejiyi değiştirmek yerine yükseltmek niyeti karşısında muhalefetin elinde, sokak dinamizmini toplumsal-siyasi baskıya çevirebilecek -kendiliğinden gelişmiş- yüksek bir potansiyel var. Senelerdir zaten yapılması gereken sokağı geri almanın başarılmasının yanına, siyaseti “sandık” dışı araçları da kullanarak hakim kılmak, siyasi alanı genişletmek, bu güçlü itirazın dayanıklılığını artırabilir.
Tuzakları görmemek olmaz
Muhalefet ama asıl Türkiye için umudu yeniden canlandıran dinamiğin yolunda bazı tuzaklar var ve bunları görmezden gelmemek gerekir. En başta iktidarın çok kolay uyguladığı ve her iki tarafta hevesli alıcıları bulunan “Kürt’e ayrı, Türk’e ayrı menü” sunumu ve “süreç tartışmaları’ var. CHP ve DEM şimdiye kadar bu konudaki kışkırtmaları en az zararla savuşturmayı becerdi. Fakat iktidar bu konudaki imkanlardan vazgeçme niyetinde değil. İktidarın popülist demagojisinin temelini oluşturan “çarpıtılmış kıyas” ile “kurtuluş yok tek başına” sloganının iddiası arasındaki yarışı kimin kazanacağı önemli. “Kıyas aklının” muhalefet hissiyatını ele geçirmesine izin vermek, esarette, haksızlıkta, çaresizlikte ve fakirlikte eşitlenmek demek. İktidarın niyet, lütuf ve insafına terk edilmeyecek demokrasi ve barışın, “hep beraber” yürümesi pekala mümkün. Birini döverken diğerine seyrettiren, sonra diğerini döverken ötekine bilet satan iktidarın oyunu böyle bozulabilir.
Bir başka tuzak, kaçınılmaz sonuç gibi gösterilen “iktidarın ömrünün bittiği” anlatısı. “Korkuyorlar”, “bütün düğmelere basma”, “başarısız darbe girişimi”, “boş tencere”, “Şimşek’e yazık oldu”, “piyasa sopası”, “yabancı yatırım gelmez”, “dış politika itibarsızlığı”, “Batı’nın sırtını dönmesi”. Bütün bunlar “sonraki maçı beklemenin kazanmaya yeteceği” fikrini besleyen anti-siyaset unsurları. Kimi zaman hepimizi ikna eden iyi niyetli uzman görüşleri de bazen böyle söylüyordu. Fakat sadece ekonomik göstergeler üzerinden takip ettiğimizde bile, teorik zorunlulukların siyasi müdahale olmadan “beklenen” sonucu vermesi gecikebiliyor. Şimşek programının, bugün yapılanlarda kullanılacak cephanenin temini için olduğunu düşünmek bile daha gerçekçi.
Arkasında büyük kalabalıklar toplayacak söz (slogan), bayrak (sembol), lider ve en önemlisi hikaye bulmak ya da üretmek son derece zor iş. Büyük kaynaklar, yoğun emek ve titiz çalışmalar bile netice almaya yetmeyebilir. Ancak tarihin kritik bir anında, pek çok faktörün denk gelmesiyle ve doğru adımların uygun bir dizi oluşturmasıyla, en beklenmedik zamanlarda umut yeniden ortaya çıkabilir. Potansiyeli toparlayan hiçbir aktörü, taşıyıcı -zenginleştirici- unsurların hiçbirini terk etmeden; kimseyi iktidarın anti-siyasetine kurban vermeden (ya da iktidarın kucağına itmeden) ilerlemek mümkün. İyimser ihtimalleri gündeme getirmekten ağzım yanmış olsa bile yine de söylemek isterim: Türkiye, popülist otoriterliğin prototipi olmaktan çıkıp, küresel dalgadan pozitif ayrışabilir. Kötü örnek olmaktan çıkıp imrenilecek bir deneyim üretebilir.