Özgür Özel’in “boykot” çağrısı iktidar kanadında hafiften bir rahatsızlık yaratmışa benziyor.
İktidar sözcüleri boykot talebini eleştiriyor, bunun ekonomiye zarar vereceğini iddia ediyorlar.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ise bazı basın organlarına yönelik boykot çağrısını “basın özgürlüğüne karşı bir darbe” olarak gördüğü gün, onlarca gazeteci Saraçhane’deki mitingi izledikleri için evlerinden alınıp tutuklanıyor.
Peki, boykot gerçekten ekonomi için son derece zararlı ve medyaya uygulanacak boykot basın özgürlüğüne darbe midir!
Çünkü ben her zaman kendi çapımda “boykotçu” oldum.
Apo Krizi zamanında, Öcalan’ı koruma altına alan İtalya’yı protesto için İtalyan ürünlerine boykot çağrısını ilk yapan bendim mesela.
Ya da Ensar Vakfı’ndaki tecavüz skandalından sonra bu vakfa desteğini kesmeyen Turkcell’i protesto ettim ve 23 sene boyunca abonesi olduğum Turkcell’i terk edip Vodafone’a geçtim.
Evimin yakınındaki çok sevdiğim lokantanın yerini daha yüksek bir kira önererek kapan kahve zincirine bir gün olsun uğramadım. Kendi çapımda böyle protestolarım, boykotlarım çoktur.
Yani benim tavrım belli olduğu için, ben karışmayayım.
Cevabı bugün “Boykot ekonomi için kötüdür, basın özgürlüğüne darbedir” diyen iktidardan alalım.
Bugün boykotun ekonomi için kötü olduğunu söyleyen iktidar, yıllardır hepimize türlü yollarla ulaşan “boykot” listeleri için tek bir söz etmiş mi!
İsrail bağlantılı şirketler diyerek yüzlerce şirket hedef gösterilirken gıkını çıkarmış mı!
Mesela Coca-Cola.
Coca-Cola Türkiye bir Türk şirketi. Şişeleyicisi Türk. Anadolu Grubu, hem de sadece Türkiye’de değil, bölgemizdeki 6 ülkede.
Tüm yöneticileri Türk. Hem de bölgemizdeki tüm ülkelerde.
Şirketin CEO’su uzun yıllar bir Türk’tü.
İçinde en fazla Türk yönetici bulunduran global şirket.
Filistin’de bir Arap patronla üretim yapan tek uluslararası marka.
Bir gün ağzınızı açıp “Yapmayın, o şirket bir Türk şirketi” dediniz mi!
Vandallar kalkıp şubelerini yıkıp, cam çerçeve indirirken Burger King için “Delirdiniz mi, o şirketin sahibi Kurdoğlu ailesi. Tüm çalışanları Türk. Türkiye’ye vergi ödüyor” diye tek kelime ettiniz mi!
Ya da diğer mimlediğiniz markalar için tek bir olumlu laf edip, “Yapmayın” diye çağrı yaptınız mı!
Basına boykot çağrısı basın özgürlüğüne saldırıymış.
Yapmayın ya!
Peki, Sayın Cumhurbaşkanımız kürsülerden medya patronlarını hedef gösterirken, Hürriyet gazetesi ile yıllarca kavga edip, “Bu gazeteyi almayın” diye taraftarlarına çağrıda bulunurken sonrasında aynı cümleleri Sözcü gazetesi için kurarken basın özgürlüğüne saldırı olmuyordu da şimdi mi oldu!
Yani lafın özü, boykot şahane bir haktır.
Ben çok severim.
Biliyorum, iktidar partisi de çok sever.
Ama onlar her zaman olduğu gibi, işlerine geldiği zaman severler, işlerine gelmediği zaman döverler.
Nazi Amerikası
Donald Trump, bir kez daha ABD başkanı seçilirken, ona oy veren kalabalık kitlenin umudu, ekonomiyi yeniden canlandırması, yeniden iş imkanları yaratması, işsizliğin önüne geçecek yatırımların önünü açması, üretimi arttırarak enflasyonu düşürmesi, köhnemiş alt yapıyı yenilemesi ve istihdamı arttırması idi.
Kendisine daha çok orta Amerika’nın red neckleri, kentlerin varoşlarındaki ezilmişler, göçmenler, eğitimsizler oy verdi.
Ancak bu beklentilerle bu kesimlerin oyunu alan Trump’ın ilk iki ayı hiç de beklentileri karşılayacak gelişmelere sahne olmadı.
Öncelikle yüksek gümrük vergileri getirileceğine ilişkin beklentiler ekonomide ani bir durgunluğa yol açtı.
Stokçuluk başladı.
ABD’nin ekonomik kalbi sayılabilecek zincir mağazalarda raflardaki ürün çeşitliliği azalmaya, fiyatlar artmaya başladı.
Perakende sektörü yavaşlayınca, taşımacılık durma noktasına geldi.
Üretim imkanları kısıtlı ve üretim maliyetleri yüksek olduğu için ithalat durunca fiyatlardaki artış hızlandı.
Faizlerin düşeceği beklentisi ile emlak fiyatları yükselmeye başladı. Bu durum belirsizlik nedeniyle de körüklenen talep düşüşüne neden olunca yatırımlar durma eğilimine girdi.
Trump, bunun birkaç ay içinde alınacak önlemlerle aşılacağını düşünüyor.
Ancak bundan daha büyük bir felaket sosyal alanda yaşanıyor.
Ülkede Nazi Almanyası’nı anımsatan görüntüler ortaya çıkmaya başladı.
Sabahları duraklarda kendilerini okula götürecek sarı “school bus”ları bekleyen öğrenciler arasındaki göçmen çocukları, polis tarafından toplanıp polis merkezlerine götürülüyor. Çocuklarını merak edip almaya gelen göçmen ana babalar, anında toplanıp geri yollama merkezlerine götürülüp ülkelerine postalanıyor.
Göçmenlerin en fazla yaptığı işlerden olan Uber sürücülüğünde başkasının lisansı ile çalışan göçmenleri yakalamak için sivil ekipler Uber çağırıyor ve yolcu olarak binen güvenlik görevlisi, sürücü ile lisans sahibi uyuşmuyorsa ve sürücü kaçak göçmense, hemen yakalayıp götürüyor.
İş yerlerine baskınlar düzenleniyor, lokantaların mutfaklarına girilip göçmenler tutuklanıp götürülüyor.
Bu durum üzerine göçmen işçiler artık işe gitmemeye, çocuklarını okula yollamamaya başladılar.
Bu da bazı iş kollarını neredeyse durma noktasına getiriyor.
Meksika kökenlilerin yoğun olduğu hizmet sektörleri zor günler geçiriyor.
Trump korkusu ile firmalar yatırım yapacaklarını açıklıyorlar. Hyundai daha birkaç gün önce 20 milyar dolarlık yeni bir yatırım yapacağını söyledi.
Apple, Amazon ve daha birçokları trilyon dolarlık yatırım sözleri veriyorlar ama dış rekabete açık olmayan bir ülkenin kalite konusunda sorunlar yaşamaya başlayacağı söyleniyor ve iş gücü maliyetleri ile de rekabetçilikten ister istemez uzaklaşılacağına kesin gözüyle bakılıyor.
Yani görülen o ki, ABD yönetim anlayışı olarak Nazi Almanyası olmaya doğru ilerliyor.
Üretim anlayışı olarak ise Sovyetleşiyor.
Böyle bir “karma”nın dünyaya ne getireceğini de siz hesaplayın.
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Demokrasinin zaman zaman toplum yararına geri adım atmak olduğunu öğrendiğimiz zaman.