Her yer Saraçhane oluyor mu?

Kritik eşiğin aşılması ve aklan gelen “her yer Saraçhane olabilir mi?” sorusu

Son yıllarda “kritik eşik” olduğu iddia edilen çok sayıda hadise yaşadık. Bazıları sadece bir kesim veya blok için öyleydi ya da belki “kritik” sözü herkes için aynı anlama gelmiyordu. Bir ülkede, -bir ülke tarihi açısından bakılınca- hayli kısa bir aralıkta, bu kadar çok olağanüstü eşikten geçmek (veya kapısında kalmak) bir tarafıyla çok yorucu, bir tarafıyla da çok öğretici. Öğrendiğimiz en önemli noktalardan biri, her şey çok sıcakken, ihtimallerin önemli bir kısmı açıktayken kesin öngörülerde bulunmanın, hemen çarpıcı bir isimlendirme (etiket) uydurmanın isabetli olmadığı. Erken heyecanlara kapılmak kadar çabuk korkuya düşmek de anlamsız. Aceleci tanımlar yapıp sonra olup biten her şeyi bu tanımlara sığıştırmaya çalışmak işe yaramıyor.

Toplumsal-siyasal mühendisliğin en mükemmel planlarının hayat karşısında çaresiz kalabileceğini ama hayatın kendiliğinden ürettiği dinamiklerin de doğrusal, zorunlu ve pozitif sonuçlarının garanti olmadığını defalarca gördük. Şimdi de böyle bir hareketliliğin içindeyiz. İmamoğlu’na karşı aylardır hazırlanan operasyonun -beklenen- final düğmesine basılmasıyla, kimsenin tam olarak nasıl devam edeceğini kestiremeyeceği bir süreç başladı. Bu sürecin aktif aktörlerinin elbette birtakım hesapları, hazırlıkları, niyetleri veya tahminleri var ama bunları öğrendiğimizde, sürecin “nereye varacağının” cevabını almış olmuyoruz. Mevcut gidişatın yönüne bakılarak varılacak menzili tespit etmek de kolay değil. Önümüzdeki birkaç hafta bu belirsizlikle geçilecek.

CHP’nin yeni pozisyonu nasıl oluştu?

Neredeyse bütün şehirlere yayılmış, ağırlığını -en azından büyük şehirlerde- genç ve öğrencilerin oluşturduğu eylem (isyan) dalgası, bütün toplumsal-siyasal itirazları içine doğru çekerek büyüme istidadı gösteriyor. Senelerdir çok sözü edilen toplumsal huzursuzluk, geleceksizlik, baskı ve nefes alamama itirazı kendini sokakta ifade etmeye başladı. İlk birkaç günlük performans, gerileme veya sönümlenme işaretleri vermiyor, aksine kararlılık eğilimi giderek artıyor. CHP yönetimi (Özgür Özel) şimdiye kadarki tarzını önemli ölçüde değiştirerek, “sokak korkusunu” yenmeyi deniyor. Zaten aylardır İmamoğlu etrafında oluşturulan ablukanın karşısında geliştirilen, “milli iradeye güvenme” iddiası ve İmamoğlu’nun “kendisini millete emanet etmesi” de bunu zorunlu hale getiriyordu.

Eylem dinamiğinin CHP stratejisini aşacak bir yaygınlık kazanması, itiraz portföyündeki genişlik ve eylemcilerin enerjisi (gençliği) bu cesareti zorlayan asli faktör. CHP’nin bu tablo karşısında “hukuksal yolları kullanacağız, sandıkta gereken cevabı alacaklar” ertelemesine çekilmesi pek uygun olmayacaktı. (Aslında hiçbir zaman uygun değildi. Gösteri ve protesto her zaman anayasal haktı ve savunulmalıydı ama neyse şimdi bunları hatırlatmanın lüzumu yok) Ayrıca Özgür Özel’e “barikatları yıkın geçin” dedirten ve insanları sokağa döken önemli bir unsur, iktidarın saldırısının saçmalık seviyesinde aşırı oransız ve fütursuz olmasıydı.

İktidarın acelesi nereden geliyor?

İktidar cephesinden bakıldığında bu hamlenin kimse için sürpriz olmaması gerekir. Çünkü bu hamlenin hazırlandığı bilgisi en üst sözcüler aracılığıyla aylardır duyuruluyordu. Zaten başta İmamoğlu olmak üzere muhalefet de iktidarın “korktuğu için” bu engellemeyi yapacağını dile getiriyordu. Erdoğan’ın “normalleşmeyi” bitirip “silkeleyin bunları” talimatını, “turpun büyüğü” iddialarıyla devam ettirmesi gayet açık bir niyet beyanıydı. Bahçeli’nin “süreç” başlatırken eş zamanlı olarak CHP’yi hedefe yerleştirmesini de hatırlatmak isterim. Belki şaşırtıcı olan bir sürü turpun aynı anda çıkartılması oldu. Diploma iptali, peşinden terörden yolsuzluğa birkaç soruşturmayla ilgili gözaltılar hatta CHP’ye kayyım atama girişimi. Elbette bunların öncesinde, “İmamoğlu’nu durdurmak” niyetinden daha geniş bir alanda yapılmış pek çok hamle ve atılmış adımları da listeye eklemek gerek. “Sürecin” zamanlaması ve seyriyle de ilişki kurmak mümkün.

Tek tek pek çok hukuksuzluk, mantıksızlık içermesi yanında hep birlikte ve eş zamanlı olarak yapıldığında art niyetli sayılması kaçınılmazdı. Öyle de oldu ve tereddütlü olabilecek çevreler bile suçlamaları değil yapılma niyetini dikkate aldı. Saçmalık seviyesinin yüksekliği, bir süredir sık dile getirilen iktidarın panik haliyle ve acelesiyle açıklanabilir elbette. Ancak bu iktidarın daha önceki performanslarına bakınca, saçmalık ve dayanaksız iddialar konusundaki tutumun bir süreklilik arz ettiğini görmek mümkün. Gezi Parkı konusundaki anlamsız ısrar ve zorlama, çeşitli siyasi davalarda suçlamaların, iddianamelerin ve hükümlerin acayipliği gibi. Yani iktidarın “acelesi olmadığında” veya “korkmadığında” daha makul veya “ikna edici” olduğunu görmüyoruz. Saçmalık seviyesindeki inat ve kabulü imkansız zorlamaların gerekçesini anormallikte aramak yerine, yaratılmak istenen normal açısından düşünmek de mümkün.

Olanlar, Gezi’nin nesine benziyor?

Hem gösterilere katılanlar hem izleyenler hem de kriminalize etmeye çalışan iktidar sözcüleri, bu hafta yaşananlarla “2013 Gezi” arasında benzerlik kuruyor. İktidar tarafı, eylemleri marjinalize etme, CHP’yi “sokak kışkırtması” etiketiyle korkutma konusunda bu örneği kullanmakta ısrarcı. Gezi eylemlerini netice alamamış bir yenilgi gibi etiketlemesi ve seneler sonra bile “not edilmiş” insanların cezalandırılabileceği (İsmail Saymaz) iması, aba altından sopa göstermek. Muhalefet tarafında ise hem “Gezi”nin sonuçsuz kaldığı fikrine hem sokak (provokasyon) endişesine fazla pirim verenlerin bu benzetmeye mesafeli durduğu görülüyor. Ancak yine de hacim ve sonuç açısından karşılaştırmalar yapılıyor.  Elbette iki olayın konjonktür, temel dinamikler, biçim, hakim aktörler açısından benzerliği ve farkları var.

Başta Osman Kavala olmak üzere bir grup insanın bu gerekçeyle hapiste tutulmasına rağmen, Gezi’nin bir lideri, yöneticisi yoktu. Şimdiki eylemlerde ise CHP’nin kurumsal bir rolü ve şahsileşmiş bir sembol ismi (İmamoğlu) var. Konjonktür açısından bakıldığında, on yılda iyice koyulaşmış baskı iklimi ve dayanılmaz hale gelen ekonomik sıkıntıların yarattığı itiraz potansiyeli ama aslında eylemlere katılanların kişisel riskleri daha büyük. Ayrıca son beş yıldır muhalefetin kazanma ihtimaline ilişkin inanç, bu hamlenin de gerekçesini iktidarın zayıflaması olarak gördükleri için artmış durumda. Diğer taraftan şimdiki eylemlerin de tıpkı 2013’te olduğu gibi “kendiliğinden” gelişen tarafları belirgin. İnsanların zekalarına ve iradelerine karşı hakaret seviyesindeki dayatma aynı. Bir not: her ikisine de -pek sonuç alamayan- Kürtlere ayrı diğerlerine ayrı gündem yaratma çabası eşlik etti.

Kimin ne sıkıntısı var ve olacak?

Senelerdir çoğunu bizzat kendisinin yarattığı krizleri faydaya çevirebilen ya da en azından “savuşturabilen” iktidar, bu alandaki kaslarını yeterince güçlendirdiği, becerilerini sivrilttiği kanaatinde. Erdoğan, hep yaptığı gibi “sağlam durur”, geri adım atmazsa hala sonuç alabileceğini, muhalefetin direncinin kırılabileceğini düşünüyor. Eylemler sönümlenmeyip genişledikçe, karşılık vermedeki sertlik artıyor. Üçüncü gün itibarıyla, alan örgütlenmesinde aktif olabilecek sol ve sosyalist parti kadrolarına dönük gözaltılar başladı. Medya taarruzu da giderek genişliyor, sosyal medyada etkili hesaplar ayıklanıyor. CHP’nin içine doğru uzanacak yargı hamleleri ve nifak atakları da artacak gibi. Tepkinin beklenenden büyük ve dirençli çıkması, hamlenin ekonomik sonuçlarının da tahminlerden daha sarsıcı olabileceğini gösteriyor. “Kent uzlaşısını” kullanarak ve Bahçeli’nin yine abartılı çağrılarıyla “süreç” fırsatları, yerini sıkıntılara bırakmak üzere. Ancak bu riskler, iktidarın İmamoğlu hamlesinde bir “geri çekilme” hatta yavaşlamayı bir seçenek haline getirmiyor. Olası tutuklama ve kayyım adımlarının tepkileri yeniden ateşleyecek olması ise mecburiyetlerini artırıyor.

CHP’nin de daha uzun soluklu bir yürüyüş için -geçici de olsa- biraz duraksamaya fırsatı yok. Çünkü önümüzdeki birkaç kritik hafta yüksek bir sinir savaşı halinde geçecek ve tarafların dayanıklılıkları teste girecek. CHP’nin -çağrı sahibi olarak- giderek büyüyen itiraz dalgasının gerisinde kalması veya sakinleşmeye zorlaması hiç kolay değil. “İmamoğlu’nu yalnız bırakmamak için” çıkılan yolu, meydanların da zorlamasıyla “iktidara doğru ilerleyen bir rüzgara çevirmek” zorlu bir görev ve sorumluluk. Özgür Özel, meydanların dinamiğiyle ilişki kurmak konusunda kötü bir performans göstermedi ama bu aşamadan sonra bu uyumu toparlayıcı bir liderliğe dönüştürmesi gerekiyor. Pazar günü yapılacak önseçim ve mitinglerin etkinliği önemli gösterge olacak ama asıl iş, “kongre çapağını” atlattıktan sonra başlayacak. “Darbeye direnme” çağrısı uzun süredir boş olan sokaklarda karşılık buldu. Şimdi hem bu dinamiği canlı tutmak hem -belki İmamoğlu’nun yokluğunda- değişim fikriyle ilişkilendirmek gerek.

 

Kemal Can yazdı: Her yer Saraçhane oluyor mu?

Bu iş nereye doğru gider? Her yer Saraçhane olur mu?

Tutuklanmadan bırakılan Ekrem İmamoğlu’nun Saraçhanede yüz binlerce insana seslenmesi ve o insanların da ilk raundu kazandıklarını düşünme ihtimali, Erdoğan için kabus senaryosu. Bu yüzden iktidar, -çok hazırlıklı veya aceleyle-  başlatmış olduğu hamlenin götürdüğü zorunlu yolu yürümek zorunda. İktidarın rakiplerini olduğu gibi kendisini de içine ittiği dayanıklılık testi, kaçınılmaz ilk etap. Bu hafta sonu, iki tarafın da gazdan ayağını çekmediği, çekemeyeceği bir performans kapışmasına sahne olacak. Her iki taraf, kendi performansı kadar, karşı tarafın kapasitesini izleyecek. Muhalefet, iktidarın hamlelerini karşılamaya çalışırken yolundan sapmamaya; iktidar ise planını işletmeye devam ederken öngöremediği dinamiklerle baş etmeye çalışacak. Bu ilk etabın nasıl tamamlanacağı, tarafların beklentilerini ve stratejilerini değiştirip değiştirmeyeceğini belirleyecek. Ancak bu erken sonuç bile bu yolun memleketi nereye götüreceğine karar vermek için erken.

Son olarak siyaset profesyonelleri dışında bir özne olarak sahneye çıkan meydanlara da bakmak gerek. İmamoğlu davası tetikleyici ve CHP çağrısı başlatıcı olsa da sokakların yine kendi dili var. Birilerine talep ve alan yasaklama girişimleri ya da “veto şımarıklığı”; akıl verme, parmak sallama sıkça görülse bile, meydanlar yine çok renkli, çok sesli ve çoğulcu. Özellikle gençlerin tepkisini, genç bir sosyal medya takipçimin (@WWriterson) cümleleriyle aktarayım: “Sanki herkesin vücudu hayatta kalmak için bir tepki veriyor. Nefes alma ihtiyacı kadar sürekli, su içmek kadar doğal. Hepimiz yer çekimini takip edip birbirimizi bulduk sanki”. Baskı ve yıldırma stratejileri, korkutarak sonuç almaya çalışır elbette ama asıl zaferi vazgeçilmesini sağlamaktır. Erdoğan, yirmi üç senedir iktidarda kalmış olabilir ama her on senede bir yeni genç kuşakları karşısında bulduğu için hala geleceksiz.