Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İzmir mitinginde kendisini izleyenlere şunu söyledi:
“Yüzümüze hakikatleri haykırın. Haykırın ki hatamızı görüp kendimizi düzeltelim. Bizde kibir, enaniyet, riyakarlık olmaz. Bizde sadece eser, hizmet, çalışmak, mücadele etmek olur, eksik bırakmışsak tamamlama, hata yapmışsak düzeltme olur. Biz kendimize işte bu kadar güveniyoruz.” (Enaniyet: Kişinin kendisini ve çıkarlarını başkalarınınkinden üstün tutması, bencil davranması.)
Erdoğan “bencil ve riyakâr değilim” diyorsa öyle olsun, tersini iddia edecek değilim, gereksiz bir iddialaşma olur benim açımdan.
Sadece “kibir” konusundaki tereddütlerimi not etmek istiyorum, ancak öyle diyorsa o da öyle olsun!
Fakat “yüzümüze hakikatleri haykırın, hatamızı görüp, kendimizi düzeltelim” faslına gelince, orada durmasında yarar var!
Çünkü şahsı, kendisinin de gayet iyi bildiği gibi eleştiriden hiç hazzetmiyor, bunu bir tür düşmanlık olarak algılıyor.
Nitekim bu özelliğinin bir neticesi, bugünkü medya düzenimizdir.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin İzmir mitinginde
Medyanın önemli bölümünün kamu kaynakları kullanılarak “tek partileştirilmesinin” gerisinde Erdoğan’ın özgür eleştiriden hoşlanmaması yatıyor.
Gezilerine, toplantılarına davet ettiği kişilerin ortak özelliği gazeteci rolü oynamaları, gazetecilik yapmak gibi bir dertlerinin olmaması.
Televizyona çıktığında kimin hangi soruyu soracağı, karşılığında nasıl yanıt vereceği önceden ayarlanıyor.
Bütün bunlar “münasebetsiz bir soruyla” karşılaşmamak için yapılıyor.
Sorunun münasebetsiz olup olmamasını belirleyen tek ölçüt Erdoğan’ın keyfi.
Sorulmasını istemediği soruların sorulmasını baştan önlüyor.
Benim gibi gazetecileri bir kenara koyuyorum, bir zamanlar kendisine bakanlık yapmış olanların bile (mesela Ömer Dinçer) gazetelerdeki eleştirilerinden hazzetmedi, köşelerini kaldırttı.
Fethullahçı çetenin marifetleri konusunda kendisini kaç kere uyardım, tınmadı bile.
Yaklaşık beş yıl süreyle her pazartesi günü çalınan KPSS sorularını sordum, aldırmadı. Fethullahçıların o soruları çaldığını ve yandaşlarını devlette memuriyete soktuklarını bile bile görmezden geldi.
“Kabataş’ta üstleri çıplak kalabalık bir erkek kitlesinin başı örtülü kardeşimizi hırpalayıp, üzerine işedikleri” iddiasının yalan olduğunu söyledik, bile bile tekrarlamakta sakınca görmedi.
Bütün uzmanlar uyardı, kendisini iktisatçı zannettiği için kimseyi dinlemedi dün itibariyle dolar 32 lirayı geçmişti.
Kim ne söylese, nasıl bir eleştiri getirse hakaret gibi algılıyor ve hemen dava açılması talimatını veriyor. Memleketimizin savcıları da durumdan vazife çıkarmak konusunda yeteneklidirler, onlar da olur olmaz her konuşmaya, sosyal medya mesajına davayı yapıştırıyorlar. Konya’da küçük bir çocuğun “Cumhurbaşkanı’na hakaret etti” diye iki günlüğüne de olsa hapse tıkıldığını bile gördük.
2022 yılı sonu itibariyle “Erdoğan’a hakaret ettikleri gerekçesiyle haklarında dava açılanların sayısı 44 bini geçmişti.
Onun için İzmir’de “yüzümüze hakikatleri haykırın. Haykırın ki hatamızı görüp kendimizi düzeltelim” demesine ihtiyatla yaklaşın.
Siz yine de dikkatli olun çünkü böyle söylese de hakikatlerin yüzüne karşı haykırılmasından hiç hoşlanmıyor!
* * *
Bu çok açık bir “kötü muamele” uygulaması!
HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş
Edirne Cezaevi’nde tutulan Selahattin Demirtaş, bundan böyle ailesi ve avukatlarıyla görüşe çıkmayacak.
Demirtaş’ın bu kararı almasının nedeni, cezaevi yönetiminin yeni bir uygulaması.
Buna göre her görüş öncesinde ve sonrasında Demirtaş’a üst araması yapılacak.
Bu uygulamanın Adalet Bakanlığı’nın talimatıyla yapıldığı bilgisi de var.
Avukatının açıklamasına göre, Demirtaş, bu uygulamayı onur kırıcı bir zorbalık olarak tanımlıyor, görüş boykotuna başlamasının nedeni bu.
Demirtaş, “yüksek güvenlikli” olarak tanımlanan F tipi cezaevinde tutuluyor.
Bu tip cezaevleri, uluslararası insan hakları kuruluşları tarafından “duyusal ve sosyal tecrit hedeflemekle” eleştirilen cezaevleri.
Günümüzün evrensel insan hakları anlayışının reddettiği bir durum bu.
Bu cezaevlerindeki infaz uygulamaları da yeterli açıklık ve kesinlikten uzak, keyfi uygulamalara açık.
Nitekim bu yeni icat edilen “üst araması” uygulaması bu keyfiliğin bir sonucu gibi görünüyor.
Tuvalet ve duş bölümü de dahil olmak üzere toplam 11 metrekare alana sahip bir hücrede tutulan bir insan, görüşe çıkarken yanında ne götürebilir ya da görüşten dönerken hücresine ne getirebilir?
Kaldı ki görüş alanına gelene kadar ziyaretçilerin nasıl bir sıkı aramadan geçirildiklerini de herkes biliyor.
Çok açık ki birileri oturmuş “Demirtaş’a yeteri kadar eziyet edemiyoruz, şimdi de bunu yapalım” diye harekete geçmiş.
Bu çok açık bir kötü muamele sayılır, işkence olarak bile yorumlanabilir.
Bu utancı da bu Adalet Bakanı’nın hanesine yazmalıyız sanırım. Her ne kadar kendisinin bir emir eri olduğunu bilsek de!