Önder diyen yakında “pekeke” de der!

Devlet Bahçeli’nin siyasi manevralarına, ani dönüşlerine falan çok alışığız aslında.

Kendince nedenleri, ilginç hesaplamaları ile şaşırtıcı hamleler yaptığı çok olmuştur.

Partinin mevcut durumu, yani Cumhur İttifakı ile ortaklığı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’la kankalığı da aslında böyle bir ani dönüşün eseridir.

Ağır hakaretler ettiği ve aile boyu hedef aldığı Erdoğan’ın kurtarıcısı olması da böyle keskin bir dönüşün eseridir.

Ancak bu kez yaptığı dönüşte, geldiği nokta Bahçeli’yi izleyen herkesin balatayı yakmasına neden olacak kadar ani ve sert bir dönüştür.

Hatta dönüş bile değil, Formula 1 yarışlarında bile eşine rastlanmayacak bir spindir. Üstelik spinin ardından ters yönde gaza basmaya devam eden bir pilot gibidir Bahçeli.

MHP liderinin çeyrek asır önce Öcalan’ın asılmasını engellemesi ile başlayan “koruma ve kollama” hamlesinin son evrildiği nokta gerçekten şaşırtıcıdır.

Yıllarca terörist başı ve bebek katili diyerek eleştirdiği ve her türlü hakaretle hitap ettiği PKK liderine Öcalan’a önce “umut hakkı” sonra “af” ve “TBMM’de konuşma yapması” şeklinde destekler vermeye başlayan “milliyetçi” hareketin lideri Bahçeli, artık bu desteği nirvanaya ulaştırdı ve Öcalan’a “PKK’nin kurucu Önderi” sıfatı ile hitap etmeye başladı.

Gerçi kendisi 1,5 aydır ortalıkta olmadığı, 4 Şubat’tan bu yana zatı alilerinin mahcemalini görme şansını elde eden olmadığı için bu tanımı kendi ağzından duymadık ama onun adına konuşanlar, Bahçeli’nin Öcalan’a “Kurucu Önder” diye hitap etmeye başladığını söylediler.

“Kurucu Önder”

Bu, aslında PKK üyelerinin ve sempatizanlarının uzun yıllardır kullandığı bir sıfat.

Terör örgütünün üyeleri, Öcalan’dan söz ederken her zaman “önderlik” kelimesini kullanmışlardır.

Öcalan da kendinden bahsederken “önderlik” demeyi tercih etmiştir.

Hatta komik bir anıdır, yıllar önce kendisi ile yaptığım röportajda o zamanlar çokça konuşulan “Apo’nun haremi” iddialarını sorduğum zaman “Önderlik güneş gibidir. Kadın erkek tüm gerillalar, herkes önderliğe yakın olmak, onun ışığından faydalanmak ister” diye ilginç bir yanıt vermiş, benim anlamlı şaşkınlığım üzerine “Yok canım, o manada değil” diye kafamda oluşan istifhamı düzeltmişti.

Neredeyse tüm bir siyasi hayatını Kürt siyasal hareketinin legal ve illegal tarafını hedefe koyarak geçirmiş bir siyasetçinin bugün terör örgütünün liderine terör örgütü üyelerinin layık gördüğü sıfatı kullanarak hitap etmesi son derece ilginç ve önemlidir.

Yarın öbür gün PEKAKA yerine PEKEKE demeye de başlarsa dönüş dört başı mamur hale gelecektir.

Tabii yine de Bahçeli’nin hâlâ “Narkoz etkisindeydim, ne dediğimi bilmiyordum” diye bir çıkış yapmasını ya da telefonunun hacklendiğini söylemesini de beklemiyor değilim.

Ve tabii Bahçeli’nin Öcalan’a “önder” demesinden daha garip olan mesele ise buna hiç kimsenin şaşırmamış olmasıdır.

Dün, “CHP’ye oy verirseniz Öcalan’ı ve Demirtaş’ı serbest bırakırlar” diyen birinin bugün söylediklerinin son derece olağan karşılanıyor olması aslında sorunun Bahçeli’de değil, tüm toplumda olduğuna da işaret etmektedir.

Kim tutarlı, kim tutarsız

Abdullah Öcalan ile 27 yıl önce bir röportaj yaptığımı sık sık söylüyorum.

Dönemin “Terörle Mücadele Yasası” nedeniyle o sırada program yaptığım Kanal D televizyonu o röportajı yayınlamadı ama ben sıklıkla bu röportajı yaptığımı ve konuştuklarımızın önemli bir bölümünü yazdım ya da bahsettim.

Öyle ki, Abdullah Öcalan da 1999’da ABD tarafından Kenya’da yakalanıp Türkiye’ye teslim edilmesinin ardından çıkarıldığı mahkemede beni tanık olarak gösterdi ve mahkeme heyetinin beni dinlemesini istedi.

Ancak heyet bu talebi uygun görmedi ve tanık kürsüsüne çıkmadım.

Bugün Öcalan yeniden siyasi gündemin bir parçası olunca okurlar da çeyrek asırdan daha fazla bir zaman önce Öcalan’ın neler dediğini merak edip soruyorlar.

Öcalan’a yaptığımız röportajın tam hikayesini bir başka zaman baştan sona anlatırım ama madem sordunuz söyleyeyim, Öcalan o günden bugüne son derece tutarlı bir tavır ve söylem içinde.

25 yıl önce, PKK’nın Türkiye Cumhuriyeti ile giriştiği savaşı kaybettiğini kabul ve itiraf eden Abdullah Öcalan, daha sonra oluşan zafiyetten yararlanarak PKK’yı toparladı ve 2004 yılından itibaren yeniden aktif ve bir ölçüde etkin hale getirdi ama yakalanmasından önce bana söyledikleri ile bugün söyledikleri arasında büyük bir uçurum yok.

Yakalanmasından 1 yıl kadar önce, Lübnan’ın Bar Elias kasabasında, bir evde buluştuğumuz Öcalan’la o gün oldukça uzun bir konuşma gerçekleştirmiştik.

Öcalan Suriye muhaberatı ile birlikte gelmişti.

Ve son derece şaşırtıcı bilgiler vermiş ve ilginç öneriler getirmişti.

Öcalan, Türkiye’deki iktidarların kendisi ile defalarca iletişim kurduğunu anlatmış, özellikle Necmettin Erbakan’ın kendisine aracılar gönderdiğini söylemişti.

Öcalan’ın tavrında en ilgimi çeken, Devlet’e karşı büyük bir isyan hareketi başlatmış olan bu terör örgütü liderinin, bir yandan da Türkiye Cumhuriyeti’ne saygı duyduğunu görmüş olmamdı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin büyüklüğü ve gücünü kabul ediyordu.

Teşhis edebildiğim kadarı ile en önemli derdi, muhatap alınmaktı.

Ve yine gördüğüm “yorgun ve umutsuzdu”.

İsyanının başarılı olamayacağının bilincindeydi.

“Devlet imkan versin gelip bu sorunu çözmelerine yardımcı olayım. Daha fazla kan akmasın” diyordu.

Yani bugün ne söylüyorsa, o gün de aynı noktadaydı.

Türkiye’ye döndüğümde dönemin güvenlik bürokrasisi “Öcalan’la görüşmemi” anlatmam için beni davet etmiş, aslında “kibarca” sorguya çekilmiştim.

Kendilerine o gün söylediğim cümle muhtemelen devletin arşivinde mevcuttur.

“Bıkmış ve yorulmuş bir terör örgütü lideri ile karşılaştım. Kendisine OHAL bölge valiliği verirseniz gelip terör örgütüne karşı savaşacak gibi bir ruh hali vardı. OHAL valiliği yüksek bir görev, vali yardımcılığına hatta daha azına bile razı gelir’ demiştim.

Zaten yakalandığında da ilk sözü “Devletimin emrindeyim” olmuştu.

Ve 1999’dan başlayarak en az üç kez örgütüne “Silahları bırakın” talimatı verdiği de bir sır değil.

Sır olan, Devlet Bahçeli’nin terörü neden 26 yıl önce değil de şimdi bitirmek istediği.

NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Tarihi tanıklıkları kendimize saklamadığımız zaman.