Ekrem İmamoğlu adaylığı parti üyeleri tarafından henüz onaylanmamış olsa da artık CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı.
Kampanyasını da başlatmış görünüyor.
İzmir’den başlaması sanki Hasan Tahsin’e bir atıf.
Kurtuluş Savaşı’nın ilk kurşununa bir gönderme.
Yakın coğrafyamızda olan bitene baktığımız zaman bu başlangıcın anlamı da artıyor.
İmamoğlu’nun kampanyası CHP üzerindeki ölü toprağını da atacak gibi görünmeye başladı.
Çünkü başından beri tüm siyasi hesaplar CHP’nin iki aday adayından İmamoğlu’nun kampanya boyunca oyunu arttıracağını, Mansur Yavaş’ın ise kampanya boyunca oyunu azaltacağını öngörüyordu.
İmamoğlu bu yüzden erken başlayarak yol alacağını düşünüyor olmalı.
İmamoğlu’nun rakibinin kim olacağı ise meçhul.
Erken seçim olabilirse, Erdoğan olacak.
Erken seçim yoksa Erdoğan da yok.
Varsayımların tamamı erken seçim olacağı üzerine.
En azından AKP öyle düşünüyor, en uygun zaman olarak gördüğü ve Kasım 2027’yi istiyor.
İmamoğlu’nun uzun sürecek kampanyasına Erdoğan’ın nasıl bir karşılık vereceğini bilmiyoruz ama İmamoğlu’nun 23 yıldır ülkeyi yöneten Erdoğan’ın sinir uçlarına dokunacağı kesin.
Bunu ilk mitinginde gösterdi.
23 yıllık iktidarın, İmamoğlu’na karşı söyleyeceği fazla bir şey yok.
Bana göre geleceğini iki unsura bağlamış durumda.
İlki, bir zamanlar “hain” dediği Mehmet Şimşek’in ekonomi politikalarındaki başarısı.
Diğeri ise Batı basınında kendisine yönelik övgüler.
Ekonomiyi kabul edilebilir ölçüde toparlayıp, bir de dünyanın krizli döneminde güçlü ve etkili dünya lideri imajını Batı desteği ile pekiştirirse “Bakın ortam kötü, kurtlar sofrasında benim gibi tecrübeli birine ihtiyacınız var” diyerek siyasi hayatını sürdürmek isteyebilir.
Bunu da içerde güvenilirliğini yitirmiş, kimsenin iplemediği bir basınla ya da elinde çomak her şeye ahkam kesen dandik tv yorumcuları ile yapamayacağının ve inandırıcı olmayacağının farkında.
Bunu da yabancı basın üzerinden yapmak isteyecek.
Peki yabancı basına güvenilir mi!
Bence hiç ama hiç güvenilmez.
Düşünsenize düne kadar Zelenski’yi yere göğe koyamıyorlardı.
Bugünkü haline bak.
Siyasette önemli olan borazancıbaşı olabilmek.
El nefesi ile borazan çalınamayacağını artık herkes biliyor!
Peki Erdoğan’ın tek çaresi bu mu!
Elbette değil.
İmamoğlu’na onca dava, onca soruşturma boşuna açılmıyor.
Hafta sonunda YÖK Başkanı ile İstanbul Üniversitesi rektörü ve rektör yardımcısı boşuna görüşmüyor.
Ve aynı kaynağın verdiği bilgiye göre YÖK Başkanı bu görüşmeden sonra Külliye’ye boşuna gitmiyor.
Son çare rakibin en önemli oyuncusunu sakatlamak ya da ceza vermek.
Ne de olsa federasyon da, federasyon disiplin kurulu da ellerinde.
Yavaş’ın çıkışı Beker’i de şaşırtmıştır
CHP, cumhurbaşkanlığı seçiminde Kılıçdaroğlu’na oy vermediğini açıklamış olan eski İYİ Partili Adnan Beker’i partiye üye yapınca parti içinden epey bir eleştiri aldı.
“Bizim adayımıza oy vermediğini açıklayan birini nasıl bizim partiye alırsın” diye.
Güldüm.
Acaba Kemal Kılıçdaroğlu gerçekten CHP’nin adayı mıydı!
Genel Başkan Özgür Özel ise Beker’e CHP rozeti takarken, partinin yeni milletvekilini Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’a emanet etti.
Mansur Yavaş bu durum üzerine “Ben de bir gün önce basından öğrendim. Kendisiyle tanışıyoruz tabii ki Ankara Büyükşehir’de İYİ Parti Grup Başkanıydı. Arada sırada görüşürüz ancak transferden haberim olmadı. Bir gün önce gazetelerden okudum. Daha sonra da rozet takıldığını gördüm. Başka bir dahilimiz de olmadı açıkçası. Sayın Genel Başkan da niye öyle emanet etti bilmiyorum. Çünkü siyasette insan ancak kendi kendine kefil olabilir.” diye bir açıklama yaptı.
Doğrusunu isterseniz açıklama çok şaşırtıcı idi.
Çünkü Ankara’da Adnan Beker ile Mansur Yavaş’ı yakınlığını bilmeyen yoktu.
Her ikisi de ülkücü kökenli olan Beker ve Yavaş’ın siyasi yakınlığı herkes tarağından kabul edilen bir gerçekti.
Mansur Yavaş’ın büyükşehir belediye başkanlığındaki ilk döneminde, Beker de İYİ Parti Ankara Büyükşehir Meclis grubu başkanı ve Yavaş’ın en önemli destekçisi idi.
Dahası, bu yakınlık iktidar kanadının da dikkatini ve hatta tepkisini çekmiş, iktidarın resmî gazetesi Sabah’ın yazarı Mahmut Övür 2022 yılının sonbaharında “İpin ucu kime uzanır bilemem ama Ankara’da nereye gitseniz, Yavaş‘ı cumhurbaşkanı adayı yapmak için en çok çaba harcayan isim olarak karşınıza İYİ Parti ABB Grup Başkanvekili Adnan Beker çıkıyor. Hatta Meral Akşener‘in yüzünü Yavaş’a dönmesini sağlayan ismin de o olduğu söyleniyor.” diye yazmıştı.
İkilinin yakınlığını bilenler açısından bu iddia doğru olmasa bile ‘Yok daha neler” denilecek bir iddia değildi.
Daha sonra Beker İYİ Parti’den milletvekili olmuş, bir süre sonra da partisinden istifa etmişti ve herkes Beker’in AKP’ye katılacağını umuyordu.
Muhtemeldir ki, Beker’in AKP’ye katılmasını engelleyen de Mansur Başkan olmuştu.
Tüm bunları bilenler için CHP Genel Başkanı’nın Adnan Beker’i Mansur Yavaş’a emanet etmesi şaşırtıcı ya da beklenmedik değildi.
Bir mantığı vardı.
Ve elbette emanet işi yakınlığı göstermek açısından yapılmış, siyasi bir latife idi.
Bu yüzden de Yavaş’ın gösterdiği tepkiye ve genel başkanını neredeyse yalanlamak gibi algılanan çıkışına herkes çok şaşırdı.
Muhtemelen en çok da Adnan Beker!
Kendi halkını katledenin yanında durulmazdı hani!
Gözünüze ideoloji gözlüğünü taktığınız zaman gözünüzün önündeki en görünür gerçeği bile okumakta zorlanabiliyorsunuz. Netlik kayboluyor, ideolojik numaralı gözlük bulanık bir görüntüye mahkum ediyor.
İdeolojik etki artıp numara büyüdükçe bulanıklık körlük düzeyine gelebiliyor.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Suriye’de olup bitenlerle ilgili değerlendirmesinde işte bu gözlüğün etkisi var.
Suriye’de olaylar aniden patlak verince, herkes ortak bir sesle “Esad rejimine bağlı güçler Suriye ordusuna saldırdı” diye yazıp çizmeye başladı.
Zannederim merkez medyada sadece bu köşede “Ne Esad güçleri kardeşim. HTŞ’nin Selefi diktatörlüğe doğru giden iktidarı ülkedeki diğer dinî ve etnik gruplara zulmettiği için bunlar da güçlü oldukları bölgelerde HTŞ’ye karşı harekete geçtiler” diye yazıldı.
Daha önce de buna değindik, HTŞ ülkedeki diğer grupları tamamen dışlayan bir yönetim kurdu ve geçici denilen bu yönetimin sanki seçilmiş bir yönetim gibi 4 yıl işbaşında kalacağını açıkladı.
Arasında bol miktarda yabancı cihatçı da bulunduran HTŞ’nin bu tutumu ülkedeki Nusayri, Kürt ve Dürzilerde ve cihatçı olmayan Sünnilerde büyük rahatsızlık yarattı.
HTŞ lideri Colani, ABD baskısı ile Kürt gruplarla görüştü ama bu görüşmelerden bir somut çıkmadı.
Kendisi ile görüşme talep eden ve bu amaçla Şam’a gelen Nusayri liderlerine ise randevu bile verilmedi.
Bunların bazıları evlerine dönerken yolda katledildiler.
HTŞ’nin ve HTŞ’nin “ordu” diye gösterdiği Selefi güçlerin bu gruplara yönelik baskısı giderek arttı.
Sonunda tam da beklendiği gibi Tartus, Lazkiye gibi Nusayrilerin yoğun olduğu bölgelerde olaylar patladı.
Şimdiye kadar pek çok görüşünde ve tutumunda haklı bulduğum Dışişleri Bakanı Hakan Fidan işte bu gerçeği yadsıyarak HTŞ’ye yönelik provokasyonlardan bahsediyor.
Doğrudur, Suriye’de ciddi provokasyon var.
Ama bunu yapan HTŞ.
Olayların nedeni ise HTŞ’in açık provokasyonuna karşı oluşan doğal tepki, yaşam haklarını savunan insanlar.
Süreçte hiç süphesiz Suriye’deki bu rejimin başarılı olmasını, sağlam bir düzen kurmasını istemeyen İran’ın hatta Rusya’nın da etkisi olabilir. Ama mesele de zaten kurulan düzende, tüm bunların önünü kesebilmek. Yara bırakırsan biri gelir kaşır.
AKP iktidarı bir dönem çok yakın dost olduğu Esad’a karşı olan tavrını “Halkını katleden bir rejimin yanında duramazdık” diye savunuyordu.
Peki şimdi kendi halkını katleden HTŞ’yi mi savunuyorsunuz.
Ömer Çelik “Terörist teröristtir” diyor.
Düne kadar HTŞ’yi terörist olarak tanıyan kimdi peki!
Ahmet Hakan’ın kulaklığına “HTŞ’ye terörist de’ diye fısıldayan ben miydim!
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Devlet terörünü kim yaparsa karşısında durabildiğimiz zaman.