PKK’nın varlık sahnesine çıktığı ve onbinlerce cana mal olan eylemlerine başladığı ilk günden bugüne terörü geride bırakma amaçlı çabalara kısaca göz atmakta yarar var.
İlk girişim, Turgut Özal’ın o sıralarda Bekaa Vadisi’ndeki kampta yaşayan Abdullah Öcalan’a aracı göndermesiydi. Öcalan kabul edilmesi imkansız taleplerle çözümden uzak durdu.
Sorunu yalnızca terör boyutuyla sınırlı görmüyordu Özal; sosyolojik ve hukuki yönlerden de de yapılması gerekenler olduğunun farkındaydı. Köklü bir çözüm arayışı içerisindeydi.
Özal’ın, vefatından hemen önceki Türk Cumhuriyetleri ziyareti sırasında, kendisine refakat eden hepsi de Kürt kökenli değişik partilerden siyasilere, ülkeye döner dönmez sorunun çözümü için ağır bir sorumluluk üstlenmeye hazır olduğunu söylediği ortamda ben de vardım.
Cumhurbaşkanı Özal’ın bunu yapmaya ömrü yetmedi.
Yerine cumhurbaşkanı seçilen Süleyman Demirel soruna salt ‘terör’ boyutuyla yaklaşıyor ve PKK’yı Bekaa Vadisi’nden, Öcalan’ı da yerleştiği Şam’dan çıkarma sonrasında, PKK’nın dayanacak gücü kalmayacağına inanıyordu.
Suriye devlet başkanı Hafız Esad üzerinde uygulanan baskılar ilk aşamada sonuç verdi. Esad önce PKK’nın Bekaa’daki Mahsum Korkmaz Kampı’nı kapattı (1992); arttırılan baskılar sonucu Öcalan’ı sınır dışı da etti (9 Ekim 1998).
Kenya’daki Yunanistan Büyükelçiliği’ne sığınan Öcalan’ın yakalanması ve Türkiye’ye getirilmesiyle (16 Şubat 1999) sorunda önemli bir merhale kaydedilmiş, ancak bununla ayrılıkçı terörün üstesinden gelineceği beklentisi gerçekleşmemiştir.
Lideri İmralı adasında mahpus olmasına rağmen, PKK, terör eylemlerine kesintisiz devam edebildi.
AK Parti iktidarı, temel hak ve özgürlükleri geliştirme çabası içerisine girdiği ilk döneminde, teröre karşı mücadeleyi aksatmadan yürütürken, sorunun dayandığı konularda düzenlemelere gitmekten de geri durmadı. Daha önce düşünülemeyecek çeşitli iyileştirmeler o dönemde gerçekleştirildi.
Sıra PKK’ya silah bıraktırmayla sonuçlanacak bir ileri adımın atılmasına geldiğinde, AK Parti, o yolu da denemeyi göze alabildi. Önce konu 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından tartışmaya açıldı (2009), o tartışmalardan cesaretle, İmralı ile Meclis’te Kürt oylarını temsil eden siyasi partiyi muhatap kabul eden bir yaklaşım benimsendi (2013).
Akil İnsanlar Heyeti ile hassas kesimlerin iknası için de bir faaliyet yürütüldü.
Bir mutabakat metni imza aşamasına kadar gelmişken ne olduysa oldu ve bu girişim de akamete uğradı.
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Meclis’in açıldığı gün (1 Ekim 2024) DEM Parti eş-başkanlarıyla el sıkışmasının ardından, 22 Ekim tarihli MHP grup toplantısında, örgütü feshedip militanlarının silah bırakması için PKK’ya çağrıda bulunmaya Öcalan’ı daveti ile başlayan gelişmenin artçı şoklarını yaşıyoruz şimdi.
Öcalan 28 Şubat günü o çağrıyı yaptı.
İlk izlenim, çağrının muhataplarının, kendilerinden beklendiği gibi davranacakları yolunda…
Kısaca özetini verdiğim yarım asra yaklaşan PKK varlığını sona erdirme amaçlı çabaların bütününün akamete uğramasının gösterdiği gibi, şu anda yaşanan bir ilk değil ve bu güne kadar girişilmiş her çaba, bazen sonuna çok yaklaşıldığı halde, başarısız kalabilmişti.
Bir önceki -2013-2015 arasındaki- kapsamlı çabanın, Öcalan’ın Nevruz mektubuyla şiddeti devre dışı bırakma tavsiyesine ve Dolmabahçe’de buluşan tarafların bir mutabakat metnine imzası noktasına kadar gelmesine rağmen akim kalması, yine de, ihtiyatlı olmayı elden bırakmamayı zorunlu kılıyor.
Öncekiyle bugün yaşanan arasında önemli bir fark var: 2013-2015 süreci, MHP ve lideri Bahçeli’nin sert tepkilerine yol açmış, kitleler sürecin gerekliliğine ikna olmak bir tarafa, onunla ülkenin bölüneceğine inandırılmışlardı. Şimdi ise, girişimi başlatan MHP ve Bahçeli.
Yine tepki var, ama MHP’nin çözümden yana olanlarla birlikteliği direnişi kırıyor.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın çok istekli görünmediği bir ortamda, AK Parti de yeni gelişmeyi içine sindirebilmiş görünmüyor.
Oysa, gelişmenin siyasi taraflarından DEM’in -muhtemelen İmralı’nın da- esas beklediği, iktidarın büyük ortağının da konuya dört elle sarılması.
AK Parti kendisini taraf haline getirmezse ‘demokratik siyaset ve hukuki boyut’ ile kast edilen nasıl hayata geçebilir?
Bu defa bu iş sürüncemede kalmamalı, bitmeli.