Çoğulculuğun merkezinde, farklı değer, görüş, talep ve tercihlerin bir arada var olması ve ilişkisi vardır. Bu, esasında doğal, kendiliğinden bir haldir. Toplumsal gerçek de bu nedenle ve tabiatı itibariyle çoğuldur, siyasi gerçek de öyledir. Çağdaş ve ideal demokrasiler bu çoğulluğun rejimleridir, çoğulcu oldukları için demokrasidirler.
Tek görüş, tek tercih, tek gerçek rejimleri ise açık biçimde otoriterdir. Doğruyu ve yanlışı belli bir siyasi görüş, siyasi ideolojik varoluş ve çıkara tanımlar, gerçeği iktidarın tekeli altında tutarlar.
Türkiye ikinci istikamette hızla ilerliyor.
2022 yılında yürürlüğe giren ve son günlerde sık gündeme gelen bir yasa maddesi (TCK 217) var, malum. Özetle, toplumu panik ve endişeye sürükleyecek, milli güvenliği ve kamu düzenini tehlikeye düşürecek ‘gerçek dışı bilgiyi yaymak’ suçtur diyor bu madde.
Gelin görün ki, toplumu asıl endişeye düşüren şey, bizzat bu maddenin yorumu ve uygulanma biçimi oluyor.
Kişiler iktidarı eleştiren tweetleri yüzünden bu maddeden ceza alabiliyorlar (Nasuh Mahruki), kurum temsilcileri hakkında eleştirel siyasi görüşlerini dile getirdikleri için bu madde üzerinden soruşturma açılabiliyor (TÜSİAD İstişare Kurulu Başkanı Ömer Aras).
Örneğin ne demiş Ömer Aras?
“Teğmenler ordudan atıldı, belediyelere kayyum atanıyor, sanatçı ajansları casusla suçlanıyor, belediye başkanları tutuklanıyor, arka arkaya yaşanan bu gelişmeler toplumda endişe yaratıyor…” demiş…
Peki olmadı mı bunlar? Gerçek dışı mı bu söylenenler?
Başkanın “arka arkaya gelen bu olaylar endişe yaratıyor..” sözleri mi toplumda panik yaratan gerçek dışı bilgi?
Aslında uzun söze gerek yok…
Bunlar, iktidarın gerçek tanımına uymayan, gerçek olarak görmek istediğiyle kesişmeyen sözlerdir ve bu yüzden takibata uğramaktadırlar…
Bir ülkede iktidar toplumsal ve siyasal gelişmelere dair “tek gerçek” zorunluluğunu dayatılıyorsa, tek gerçek mantığıyla ifade özgürlüğü, eleştiri ve siyaset alanı baskılıyorsa, o ülke açık ve tartışmasız bir şekilde otoriter ülkeler sınıfında yer alır.
Türkiye bu sınıfta yer almakla kalmıyor, bu sınıfın alet çantasını zenginleştiriyor.
Birkaç gün önce Erdoğan AK Parti kongre konuşmasında TÜSİAD’ı işaret ederek, “Kayıt dışı siyaset yapma dönemi artık kapanmıştır. Yeni Türkiye’ye alışmak zorundasınız… Siyaset yapmak istiyorsanız, işte er meydanı, parti kurun…” diyordu.
Böylece meselenin, “gerçek dışı bilgi yaymak” değil, “siyaset yapmak” olduğu anlaşılıyordu…
Siyaset yapmak… Yani gidişe, topluma, geleceğe dair görüş ve talepleri dile getirmek, bu istikamette mücadele etmek, örgütlenmek…
Siyasi partiler dışında (onlara için ayrı bir tedbiri var) kimsenin siyaset yapmasını istemiyor, bunu kayıt dışı olarak tanımlıyor Erdoğan. Buna göre bir konuda, bir alanda siyasi fikir açıklamak, yorum yapmak, eleştiride bulunmak, sivil topluma, sivil yapılara kapalı…
Gayet net …
Gerçek dışı bilgi, haber, fikir iddialarıyla sivil ve parlamenter muhalifler üzerinde baskı, kayıt dışı siyaset iddialarıyla sivil toplum (son örnek İstanbul Barosu) üzerinde baskı… Bu daraltılmış siyasi alanda çoğunlukçu kendine has bir meşruiyet ve siyasette iktidar tekeli…
Tüm bunlara karşın siyasi iktidar durmaksızın başarıdan, kalkınmadan, hizmetten söz ediyor. Bu başarı ve demokrasi arasında bağ kuruyor. Vesayetçiliğin tasfiyesinden, komprador burjuvaziden (!), dış güçlerden dem vurarak ve onlar karşısındaki yerli ve milli duruşun milleti, bunun da demokrasiyi ifade ettiğini söylüyor.
Tarih bunları söyleyen, güç-başarı söylemiyle, hatta kimi sonuçlarıyla kitle desteği oluşturup bunun üzerinden tahakküm düzeni kuran, istemediklerini sistematik olarak tasfiye eden otoriter iktidarla doludur.
Onları tarihe geçiren kendileri doğrulayan bu söylemleri değil, düşman yaratma ve cezalandırma, tasfiye yöntem ve öyküleri olmuştur.