Türkiye’ye neden “kaliteli yabancı sermaye” gelmiyor?

“Türkiye gibi ağır dış borç yükü altında ezilen ve sermaye fakiri olan bir ülkenin ekonomik geleceği, çekilecek yabancı yatırımların niteliğine bağlı. Türkiye’nin doğru türde yatırımları çekmek için kapsamlı bir yeni stratejiye ihtiyacı var.”

Yabancı sermaye dendiğinde çoğumuzun aklına sadece yurtdışından para akışı, teknoloji transferi veya yabancıların kendi çıkarlarına uygun yatırımları geliyor. Genelde olumlu bir çağrışım yapsa da, mesele bundan çok daha derin ve karmaşıktır. Yabancı sermaye her zaman kalkınma ve refah getirmez; bazen mevcut kaynakları tüketir, kısa vadeli kâr peşinde koşar.

Sol çevreler uzun yıllar yabancı sermayeyi emperyalizmin bir aracı olarak gördü. Değişimler olsa da bu bakış açısı hâlâ etkisini sürdürüyor. Diyarbakır’da bir toplantıda yabancı sermayenin önemini anlatırken sürekli sözlerimin kesildiğini, hatta emperyalistlerin uşağı olmakla suçlandığımı hatırlıyorum. Benzer bir durumu Meksika’da bir televizyon programında yaşadım; neredeyse dayak yemediğim kaldı.

Paris’te OECD Yatırım Programı Başkanı olarak görev yaptığım dönemde Çin, Hindistan, Rusya, Brezilya, Güneydoğu Avrupa, Orta Doğu ve Kuzey Afrika gibi bölgelerde yatırım programları geliştirdim. Liderlere politika tavsiyelerinde bulunduk.

Mevlana gibi kapıyı herkese açamayız

Tüm bu deneyimler bana bir gerçeği öğretti: Eğer yabancı sermaye ülkeye gerçekten katkı sağlayacaksa, mutlaka “kaliteli” olmalı.

Türkiye gibi ağır dış borç yükü altında ezilen ve sermaye fakiri olan bir ülkenin ekonomik geleceği, çekilecek yabancı yatırımların niteliğine bağlı. Yabancı sermaye; finans, teknoloji, yönetim becerisi ve uluslararası ağlar gibi konularda eksikliği olan ekonomiler için önemli bir kaldıraçtır. Borçlanmadan daha iyidir, riski paylaşır, insan sermayesini geliştirir, dünya pazarlarına entegre olmayı sağlar.

Ancak Mevlana gibi “Kim olursan ol, yine gel” diyemeyiz. Sermayenin kalitesi ve nasıl yönlendirileceği uzun vadeli faydalar açısından kritik önemdedir. Yabancı yatırımlar yalnızca finansal katkı sağlamakla kalmamalı; teknolojik dönüşüm, bilgi birikimi ve yüksek katma değerli sektörlere geçişi de mümkün kılmalıdır. Yani mesele, sadece sermaye çekmek değil; doğru türde sermayeyi çekip, doğru yönlendirmektir.

Kaliteli yabancı sermaye neden şart?

Kaliteli olan her şey gibi, kaliteli yabancı sermaye de kıymetlidir.

Bu tür yatırımlar mevcut kaynakları tüketmek yerine yeni üretim tesisleri kurar, iş sahaları yaratır, beceri kazandırır, teknoloji transfer eder ve yönetim tarzını öğretir. Ayrıca küresel piyasalardaki şebeke ve rekabet avantajlarını ev sahibi ülkeye taşır.

Kaliteli yabancı sermaye aynı zamanda yüksek teknolojili ihracat kapasitesini artırır, çevre koruma standartlarını yükseltir, uzun vadeli kalkınmanın motoru olur. Savunma sanayi, yenilenebilir enerji, ileri tarım teknolojileri, turizm, kritik madenler, havacılık, yapay zeka ve biyoteknoloji gibi stratejik sektörlere yapılan doğrudan yatırımlar, ekonomik kalkınmaya büyük katkı sağlar.

Ancak bu yatırımların yerli sermayeyi ezmemesi, haksız rekabet yaratmaması da önemlidir. Yabancı yatırımcıların, yerli yatırımcıların yapamayacağı büyüklükte ve ölçekte projeler üstlenmesi gerekir.

Türkiye’nin performansı: Neden kaliteli sermaye gelmiyor?

Bugün geldiğimiz noktada, uzun süredir kaliteli sermaye göremiyoruz. Hatta geçmişe kıyasla doğru dürüst yabancı sermaye bile gelmez oldu. Gelenlerin de niyeti çoğu zaman kısa vadeli. Çoğu, faiz getirisi veya borsa manipülasyonu için geliyor; uzun vadeli ve kalıcı yatırımların eksikliği dikkat çekiyor.

2024 itibarıyla Türkiye’ye gelen doğrudan yabancı yatırımların yaklaşık yüzde 60’ı gayrimenkul ve finans sektörüne yönelmiş durumda. Bu tür yatırımlar ne üretim kapasitesini artırıyor ne de teknoloji transferi sağlıyor. Türkiye’nin ihtiyacı olan, teknoloji, üretim ve yüksek katma değerli ihracat odaklı yatırımlardır. Almanya, Güney Kore ve Çin gibi ülkeler, doğru politikalarla nasıl kaliteli yatırım çekilebileceğini dünyaya gösteriyor.

Tanıtım yetmez, güven şart

Türkiye’nin doğru türde yatırımları çekmek için kapsamlı bir yeni stratejiye ihtiyacı var. Yabancı yatırımcılar için stratejik sektörler belirlenmeli; Avrupa Birliği, ABD, Asya-Pasifik ve Körfez ülkeleri gibi büyük ticaret partnerleri hedeflenmelidir.

Elbette “Invest in Türkiye” markası altında küresel tanıtım kampanyaları farkındalık yaratır. Ancak deneyimlerim gösteriyor ki, yabancı sermaye pırıltılı reklamlara değil, daha temel kıstaslara bakar: Pazar büyüklüğü, altyapı kalitesi, insan sermayesinin seviyesi, siyasi istikrar, hukukun üstünlüğü, öngörülebilir kurallar, güvenlik, döviz riskleri ve kârlılık beklentisi. Dış politika tercihleri de belirleyici olabiliyor kaynak ülkeden yatırımı hızlandırma ya da durdurma bakımından.

Bıyıklı sermaye: yabancı maskesi takmış yerli para

Türkiye’ye gelen yabancı sermayenin önemli bir kısmı aslında tam anlamıyla “yabancı” değil. Karşımızda “bıyıklı sermaye” de var: Yani, yurtdışına kaçan Türk sermayesinin, yabancı etiketiyle geri dönüşü. İsviçre, Malezya, Katar veya Hong Kong menşeli gibi görünen bu yatırımlar, aslında ülkesine güvenemeyen Türk iş insanlarının dolaylı dönüşleri.

Bu yöntemi Çin’de de görmüştüm. “Offshore” adalarından veya Hong Kong’dan gelen en büyük yatırımların sahipleri yine Çinlilerdi. Neden böyle yapıyorlar? Çünkü “yabancı yatırımcı” etiketiyle arbitraj fırsatlarından, teşviklerden ve sübvansiyonlardan yararlanabiliyorlar. Gerçekte bu, kendi iş insanımızın parasının dolambaçlı dönüşü.

Türkiye ne yapmalı?

Türkiye’nin hem yerli hem de yabancı sermaye politikalarında köklü bir reform yapması gerekiyor. Aksi takdirde kaliteli sermayeyi çekmek mümkün olmayacak:

Öncelikle, yerli sermayeye güven kazandırılmalı. Kendi vatandaşının parasını yurtdışına kaçırmasını önleyemeyen bir ülke, yabancı sermaye çekemez. Ekonomik, hukuki ve mali düzenlemelerle yerli yatırımcının güveni yeniden sağlanmalıdır.

İkinci olarak, kısa vadeli sıcak paraya değil, sıfırdan tesis kuran, istihdam yaratan, teknoloji transfer eden yatırımlara öncelik verilmelidir. Bu tür “greenfield” yatırımlar, uzun vadeli kalkınmanın temel taşıdır.

Üçüncü olarak, yatırım ortamı öngörülebilir, şeffaf ve güvenilir hale getirilmelidir. Kurallar keyfi değil, stratejik olmalı; rüşvet ve yolsuzlukla kararlı bir şekilde mücadele edilmelidir.

Yatırımcıyı reklamla değil, güvenle çekersiniz

Dördüncüsü, her gelen yatırımcıya kapı açılmamalıdır. Özelleştirmelerde yerli kaynakları üç kuruşa kapatan, kısa vadeli spekülasyon peşinde koşan yatırımcılar ayıklanmalıdır.

Son olarak, Türkiye’nin küresel itibarını güçlendirmesi şarttır. Uluslararası piyasalarda güvenilir ve cazip bir yatırım merkezi haline gelmek için diplomasi ve ticaret politikalarına ağırlık verilmelidir.

Unutmayalım: En güçlü yabancı yatırım tanıtımı, mevcut yatırımcıların memnuniyetidir. Eğer halihazırda ülkenizde faaliyet gösteren yatırımcılar huzursuzsa, ağzınızla kuş tutsanız yenileri gelmez. Üstelik geçmişte gelenler de ilk fırsatta çıkış yolunu arar.

Türkiye, güçlü altyapısı, stratejik konumu ve genç nüfusu ile kaliteli yabancı yatırımları çekmek için büyük bir potansiyele sahiptir. Doğru adımlar atıldığında, bu potansiyelin gerçeğe dönüşmesi işten bile değildir. Yeter ki neyi, neden istediğimizi bilelim, ortamı elverişli hale getirelim ve kalitelisini seçelim.