PKK’dan kurtulalım, nasılsa HÜDA PAR var

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, “PKK’dan kurtulmanın zamanı geldi” dedi.

“Hem Türkiye, hem Irak, hem Suriye, hem de Kürtler için PKK virüsünden kurtulmak gerekiyor” demiş.

Diğer ülkelerin durumunu bilemem ama Türkiye açısından haklı mı?

Haklı.

Artık Türkiye’deki bölücülerin PKK’ya ihtiyacı yok.

Onun yerine Cumhur İttifakı üyesi HÜDA PAR var. 

İktidar ittifakının üyesi HÜDA PAR hafta sonunda Diyarbakır’da bir çalıştay düzenledi.

Çalıştaya AKP’nin MKYK üyeleri, eski yeni AKP milletvekilleri de katıldılar.

Çalıştayın sonunda bir de bildiri yayınlandı.

Buna göre HÜDA PAR “Anadilde eğitimin önünün açılmasını, Kürtçenin Anayasal güvence altına alınmasını, Anayasa’nın değiştirilemez denilen ilk dört maddesi dahil değiştirilmesini, Anayasa’daki Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı herkesin Türk olduğu tanımlamasından vazgeçilmesini” istedi.

Bu talepler aslında kimin talepleri.

PKK’nın.

Bugün PKK’nin taleplerini hiç değiştirmeden talep eden ve üstelik de iktidara ortak olan bir parti varken PKK’ya ne gerek var.

Üstelik de PKK “solcu” kimliği ile çok da bölge halkının tutucu karakterine uymuyor. Öcalan’ın zaman zaman muhafazakarlaşma yolunda yaptığı manevralar da inandırıcı olmadığı gibi karşılık da bulmuyor.

Oysa “İslamcı ve şeriatçı” tavrı ile HÜDA PAR çok daha uygun.

Durum böyle olunca elbette PKK’dan kurtulmanın ve boşluğunu HÜDA PAR ile ikame etmenin zamanı gelmiş olmalı.

Tabii bu durumda Suriye’deki YPG’yi nereye bağlayacaklar, onu merak ediyorum.

Biliyorsunuz YPG, PKK’nin devamı, Suriye’deki koluydu.

Aynen İhvan’ın Gazze kolunun Hamas olması gibi.

Bu yüzden de PKK/YPG diyorduk.

Bu durumda YPG/HÜDA PAR mı diyeceğiz!

Tüm olan bitene yani HÜDA PAR’ın PKK’nın yerini almasına kendini Türk milliyetçisi diye tanımlayanların ne diyeceğini hiç ama hiç merak etmiyorum.

Çünkü görüyoruz ki, öyle bir şey yokmuş.

Baksanıza, HÜDA PAR’ın Çalıştay bildirgesine Milliyetçi Cephe’den çıt çıkmadı.

Ona itiraz etmek bile Türkiye Komünist Partili Başdanışman Mehmet Uçum’a kaldı.

Tüm olan bitende benim için şaşırtıcı olan tek şey ise “çalıştay” kelimesi oldu.

Ne de olsa bayağı bir Türkçe kelime.

Acaba bundan rahatsız olmadılar mı!

Bein bile gidebilir!

Katar Milli Bankası’nın Türkiye’deki yönetim kurulu başkanı hakkında soruşturma açılmasının Türkiye’ye gelmesi arzulanan yabancı sermaye için nasıl bir örnek teşkil edeceğini yazdım dün.

Bir yandan Mehmet Şimşek ve hatta Cumhurbaşkanı Körfez’i boydan boya dolaşıp, dün sövdüklerini bugün överek yatırım isterken, diğer yandan yatırım yapanın yöneticisine sıradan bir eleştiriden dolayı soruşturma açıyorsun.

Gülerler adama.

Bu arada İstanbul Borsası’ndaki hisselerini sattıkları ve en büyük yabancı paya sahip ülke ünvanını kaybettikleri de iddia ediliyor.

Onu bilmiyorum ama Katar’ın Türkiye’deki yatırım iştahının artık olmadığını biliyorum.

Hatırlayacaksınız, Galata Port’a 2 milyar dolara yakın yatırım yapan Ferit Şahenk, Katar Emiri’ne Galata Port’u bizzat gezdirmiş ve pazarlamaya çalışmıştı.

O günlerin dedikodusu Galata Port’un Katar Varlık Fonu’na satılacağı yolunda idi.

Aradan 2 yıl geçti.

Ne gelen var ne giden.

Konu bir daha gündeme bile gelmedi.

Doğuş Grubu, Galata Port’u bankalara devretmek zorunda kaldı.

Biliyorsunuz, Karamehmet Grubu’nun iktidar tarafından el konulan mallarından BMC’ye önce Altay Tankı’nın ihalesi verilmiş ardından BMC’nin yüzde 49,9’u Katar Ordusu’na devredilmişti. Sonra da Sakarya’da TSK’ya ait Tank Palet Fabrikası da BMC’ye verilmişti.

BMC’nin yarısının Katarlılara satışının üzerinden 11 yıl, ihalenin BMC’ye verilmesinin üzerinden 7 yıl, tank palet fabrikasının BMC’ye verilmesinin üzerinden 6 yıl geçti.

Ortada ne seri üretimine geçilmiş bir tank var, ne de Katarlılar.

Ve daha da ilginç gelişmeler Digitürk’te olabilir.

Biliyorsunuz, yine Mehmet Emin Karamehmet’e aitken el konulan ve “meçhul” bir fiyata “gerçekten” Katarlı bir medya grubu olan Bein’e satılan Digitürk, Türk futbolunun naklen yayını için başka 550 milyon dolar verirken, son ihalede bu fiyat gerçek manada 150 milyon dolarlar seviyesine kadar gerilemişti.

Güvenilir kaynaklardan gelen bilgilere göre, Bein 1 yıl sonra sözleşmesi sona erince bir daha Türkiye’de futbol ihalesine girmeyeceği gibi, zararına da olsa Digitürk’ü de elden çıkarmayı planlıyormuş.

Yani “en yakınımız” ya da “yakınınız” Katar bile artık size inanmıyor, güvenmiyor, gelmiyor, vermiyor!

Tüm bunlar olur ve işler betere doğru giderken uyarmak suçsa suçluyuz.

Ama yarın öbür gün ülkeyi bir felakete daha sürükleyip, sonra da “Hata yaptık, Allah bizi affetsin” demektense bugün suçlu olmayı yeğliyoruz.

Herkese de tavsiye ederim.

Tarih önünde suçlu olmaktansa, bugün suçlu gösterilmeyi tercih edin.

Herkes biliyor, denetleyen bilmiyor

İstanbul Valisi Davut Gül Bey, Habertürk televizyonunda konuşmuş ve sahte içkiden ölümlerle ilgili olarak “Sahte içkiyi satan da, alan da, içen de sahte olduğunu biliyor” demiş.

İlginç bir cümle.

Anladığım kadarı ile sahte içkinin sahte olduğunu sadece “denetleyenler” bilmiyor.

Ya da denetlemiyor.

Bile bile içiyorlar ölsünler diye düşünüyorlar galiba.

NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Sahte milliyetçilerin sahte alkol kadar zararlı olduğunu anladığımız zaman.