21 Ocak günü yazdığım “Meşruiyet arayışının sonu mu?” başlıklı yazımda şu düşüncelerimi paylaşmıştım:
“Peki ya demokrasi, peki ya hukuk, peki ya adalet, peki ya fikir hürriyeti diyenleriniz olacaktır.
AKP iktidarı düne kadar siyasal ve toplumsal muhalefetin varlığını meşruiyetinin temeli olarak görüyor ve iktidara yöneltilen “diktatörlük’ suçlamalarına “Hangi diktatörlükte böyle muhalefet görülmüş. Bakın, her türlü eleştiri serbestçe yapılıyor” diyerek savuşturuyordu.
Böylelikle uluslararası meşruiyet de sağlanmış oluyor, bir demokrasinin temel unsurlarının pek çoğundan mahrum olsak da, sandığın ve muhalefetin varlığı ile özellikle Batı’ya “Burası bir demokrasidir” mesajı veriliyordu.
Anlaşılan o ki, iktidar dünyanın bu yeni döneminde artık buna ihtiyaç duymayacağını düşünüyor.
Şu anda kendi derdine düşmüş olan Avrupa ile “göçmenleri Türkiye’de tutarak”, Trump ile yepyeni bir döneme hazırlanan ABD ile de “Trump’ın politikalarına yakın durarak” yeni bir “uluslararası meşruiyet” kazanmayı planlıyor.
Uluslararası konjonktür bu politika değişikliğine çok uygun görünüyor.”
Kimileri anladı ne demek istediğimi ve korktu, kimileri ise anlamadı ve geçti.
Sonrasında olanlar malumunuz.
Tutuklamalar, gözaltılar, siyasetçilere açılan davalar, Silivri’ye tıkılan genel başkanlar, tutuklanan genel yayın yönetmenleri.
Geçmişte gazeteci tutuklamalarını dönemin Başbakanı Erdoğan “Onlar gazeteci değil, terörist” diye geçiştirirdi. Şimdi artık marjinal yayıncılıkla ilgisi olmayan, merkez medyanın yayın yönetmenleri içeri tıkılıyor.
Ana muhalefet partisi ise AKP iktidarına “Trump Gazze’yi önce ABD sonra İsrail toprağı yapmaya hazırlanıyor, bunu açık açık söylüyor. Filistinliler adı Filistin olan topraklardan sürülüyor, niye bir şey söylemiyorsunuz” diyor.
Belli ki, benim yazıyı okumamışlar.
Bu saatten sonra AKP iktidarı ABD’ye hiçbir şey söyleyemez. Şaşırtıcı olan, AKP’nin ABD’ye bir şey söyleyemiyor olması değil, Dışişleri Bakanı Fidan’ın cılız bir sesle de olsa Filistinlilerin bölgeden sürülmesine itiraz etmesiydi. Nitekim o da hemen sustu ve ertesi gün bir grup Gazzeli Türkiye’ye getirildi.
Bakın CHP’nin Gazze’nin ABD tarafından ilhakına karşı düzenlemek istediği mitinge bile izin verilmiyor, iki yıldır AKP ailesine açılan Galata, muhalefete kapatılıyor. İktidarın artık “göstermelik” bir demokrasi şovuna bile ihtiyacı olmadığını görüyoruz, görmekten öte yaşıyoruz.
İçerde bu denli sertleşen bir AKP, bundan böyle ABD’ye “gık” bile diyemez.
ABD ile bu tarz bir ilişki kuran başka ülkeler de olmadı değil.
Keşke onlara bakarak bu oyunun sonunu tahmin edebilselerdi.
Edepsiz ve izansız bir yasa teklifi
Türkiye’de beni en çok rahatsız eden meselelerden biri “milletvekillerine ballı emeklilik” konusudur.
Beni yıllardır okuyanlar bilir, milletvekili maaşlarına asla laf etmedim.
Milletin vekilidir, verilebilecek en yüksek maaş verilmelidir, derim.
10 bin dolar, 20 bin dolar verilsin. Hiç itirazım olmaz.
Ama vekillik bitti mi, maaş da biter.
Milletvekili emekliliği diye bir şey olamaz. Demokrasilerde ayrıcalıklı bir sınıf olmaz, yasa yapmakla mükellef bir kurumun mensupları, kendilerini ayrıcalıklı bir sınıf, üstün bir grup haline getirecek bir yasal düzenleme yapamaz.
Bana göre “milletvekili emekliliği” denilen ballı emeklilik türü “haramdır”.
Bu rezillik yetmezmiş gibi, şimdi bir de “Milletvekilleri ve milletvekilliği yapmış kişiler trafik cezası ödemesinler, gıyaplarında kesilmiş cezaları da TBMM ödesin” şeklinde “ahlak, edep ve izan” dışı bir teklifi TBMM’ye teklif diye getiriyorlar.
Yuh ki, yuh artık.
Bu teklife evet diye kalkacak her el, sahibine utanç getirmelidir.
Sahte içki her ay bir uçak düşürüyor
AKP’nin alkollü içeceklere getirdiği her oransız ve akıl dışı verginin iki sonucu oluyor.
1. Türkiye’de uyuşturucu kullanımı artıyor.
2. Sahte alkolden ölümler tavan yapıyor.
İstanbul’da yılbaşından bu yana sahte içkiden ölenlerin sayısı 100’e yaklaştı.
İki gün içinde Ankara’da 30 kişi öldü. Ben bu yazıyı yazarken 23 kişi de yoğun bakımda idi.
Bir uçak dolusu insan, sahte içkiden ölüyor, iktidardan tık yok.
3 liralık ürüne 30 lira vergi koyarsanız olacağı budur.
İnsanlar kafa bulmak için başka şeylere yönelirler.
Ya da bu denli yüksek fark, sahte ürünlerin piyasaya sürülmesine neden olur çünkü sahtecilik çok kârlı olur.
Bugün Türkiye’de sahte içki üretip satmak, sahte dolar üretmekten daha kârlı bir iş haline gelmişse bu ölümlerin nedeni budur.
Ama iktidardın belli ki umurunda değil.
Sahte içki her ay bir uçak düşmesine bedel insan öldürüyor, kılları kıpırdamıyor.
Belli ki, ölenler için “Nasıl olsa bizden değil” diye düşünüyorlar.
Bu tahmin tutmaz dedik mi demedik mi!
Merkez Bankası enflasyon tahminini yukarı doğru revize etti ve 21’den 24’e çıkardı.
İlk günden beri 2025 enflasyonu 35’ten aşağı olmaz diyordum.
Tüm çok bilmiş ekonomistler ise Merkez Bankası’na güveniyorlardı.
Bunun iki nedeni var.
Birincisi, sizin tarafsız ekonomist diye okuduklarınızın, bir iki istisna hariç hepsi, bir bankada, bir aracı kurumda danışman veya rapor satıyorlar.
İkincisi, hepsi MB Başkan yardımcısı Cevdet Akçay’ı tanıyor ve güveniyorlar.
Merkez Bankası Başkan yardımcısı olmadan önce Akçay’a ben de güvenirdim ama bugün artık o Akçay yok, siyasi bir koltuğa oturmuş bir Akçay var.
Ve karşımda söylediklerinin tam tersini söyleyen bir pozisyonda.
Şu kadarını söyleyeyim.
2024 yılı için Merkez Bankası’nın enflasyon tahmini yüzde 33 idi.
Sonra bu 36’ya ve Kasım ayında 44’e yükseltilmişti.
Bu durum tam bir déja vu’dür.
Kamu harcamaları kısılmadıkça, ABD’ye 5 uçakla uçuldukça, çok para harcamak itibar, bunu azaltmak itibardan tasarruf zannedildikçe, evde borç bini aşmışken, her tarafında LV yazan kıyafetlerle gezerek hava atanlar gibi davranıldıkça enflasyon falan düşmez.
İster Cevdet Akçay, olsun ister Mehmet Burhaniye fark etmez.
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Haklı çıkmaktan korkmak zorunda kalmadığımız zaman.