Demokrasi sandığın dışında olanlarla da ilgilidir

Nathan Gardels, “Amerika İlliberal Demokrasi Yolunda” başlıklı makalesinde şunları söylüyor:

“2019’da Nicolas Berggruen’le birlikte ‘Demokrasiyi Yenilemek’i adlı kitabımızı yayınladığımızda The Economist bize şu soruyu sordu: ‘Siz 'demokrasiyi yenilememiz' gerektiğini savunuyorsunuz. Ancak bir başka bakış açısına göre demokrasi gayet iyi işliyor, sadece sonuçlar rahat kozmopolitlere hitap etmiyor... Demokrasinin bozulduğuna sizi ikna eden nedir?”

Şimdiki cevabım da o zamanki ile aynı olacaktır:

“Demokrasi sandığın dışında olanlarla da ilgilidir. Sadece kapsayıcı olmakla kalmayıp, aynı zamanda farklı toplumlarda bir yönetim konsensüsüne ulaşmak için gerekli olan mantıklı söylem, müzakere ve uzlaşmayı teşvik eden tarafsız kurallar, uygulamalar, kurumlar - ve siyasi kültürle ilgilidir.”

Nardel’in tanımı, esasen Türkiye’de oldum olası alerji yaratan bir kavrama, liberal demokrasiye, siyasi liberalizme gönderme yapar.

Nitekim makalesindeki Trump’un zaferine ilişkin yaptığı şu tespit önemli. “Aile, inanç ve ulusun ‘güç tanrıları’, açık toplumun kültürel olarak liberal duygularına karşı galip geldi. Bu, Batı genelinde tarihin yükselen yönü olarak daha da güçlenecek bir eğilimdir” diyor. Özellikle bu son cümlenin altını çizmek gerekli: “Tarihin yükselen yönü…”

Gardels yönü bildik bir kavramla, “illiberal demokrasi”yle, yani “liberal olmayan demokrasi”yle tanımlıyor ve ekliyor:

İlliberal demokrasi faşizm olmayabilir, ancak korkulacak kadar yakın bir kuzendir.

Nardel’in bu kuvvetli makalesinden bizi pek güzel tarif eden şu alıntıyı da yapmak isterim.

“Demokrasi fikrini yalnızca seçimlere dayandırmak liberalizm karşıtlığına davetiye çıkarır, zira çoğunluk yönetiminin demokrasi için gerekli olan tek şey olduğunu ima eder. Ne var ki çoğunluğun iradesi bir toplumda eşit olarak korunması gereken tüm çıkarları kapsamaz. Liberal bir yönetimin kurucu ilkesi olarak anayasal yönetimin nedeni budur.

Anayasa teorisinde, sınırlamaların ve kısıtlamaların dayatılması çoğunluğun mutlak tahakkümünü engelleyen şeydir. Anayasa “negatif”, hükümet “pozitif ” kutuptur. Biri eyleme geçme gücü, diğeri ise eylemi engelleme ya da durdurma gücüdür. Bu ikisi bir araya geldiğinde anayasal hükümeti oluşturur. Amerika'yı büyük yapan bu yönetim düzenidir.

Amerika'yı Yeniden Büyük Yapmanın (Trump’un siyasi hareketi) en büyük tehlikesi ise, çoğunluğun iradesinin vücut bulmuş hali olduğuna inanan bir hareketin, kendi gücüne yönelik her türlü kısıtlamayı, eski rejimin elitlerinin kitleleri baskı altında tutmak için uydurduğu bir oyun olarak görüp bir kenara atmasıdır.

Dünya bu tehlikeyi soluyor.

Türkiye büyük ve global güç olma arayışı ve otoriter yöntemiyle kritik uygulama alanlarından birisi.

Erdoğan düzeni tam olarak bu.

Bu dalga arkasında güçlü bir toplumsal destek buluyor.

Buluyor zira, popülist öfke yükseliyor. Yükseliyor zira, liberalizmin eşitlik, özgürlük, adalet gibi regülasyon araçları global düzende mağduriyetlere kılıf olabiliyor. Mağduriyetler ise “millileşiyor”. Millileşme güç, meydan okuma, fayda üzerinden üretilen siyaseti besliyor.

İlliberal demokrasi hızla bir sapma ve bir istisna olmaktan çıkıp kural olmaya yöneliyor.

Doğu ile Batı’yı yaklaştıran da bugün bu…