Süreç tartışmaları, iktidarın hamleleri
Bir taraftan “süreç” tartışmaları, bir taraftan iktidarın başlattığı geniş cepheli taarruz, dalgalı ama düzenli bir salınımla ilerliyor. Dört ayını tamamlayan hadisenin—daha başından hatta planlama aşamasından itibaren—bütün parçalarının birlikte ele alındığı fikrim değişmediği gibi iyice pekişti. İddia edildiği veya bazen göründüğü gibi, çelişkili adımların yarattığı bir karmaşa yok; ya da “farklı” hedeflere yürüyor görünen adımlar birbirini dengeleyen olmaktan ziyade besleyen dinamikler biçiminde işletiliyor. Bazen—son haftalarda olduğu gibi—“süreç” -veya Suriye- biraz sakinliyor ve baskı dalgası yükseliyor, bazen -muhtemelen önümüzdeki haftalarda olacağı gibi- “müzakere trafiği” hareketleniyor. Bu dalgalanma, el yordamıyla yürütülen bir ayarlama çabası gibi de görünmüyor. Hedefler, adımlar ve yöntemler hiç rastlantısal değil. Ayrıca—bütün strateji oyunlarında olduğu gibi—bu tasarım, sadece kendi hamlelerinin kronolojisini içermiyor, rakip bütün aktörlerin seçeneklerini de yönetmeyi amaçlıyor.
Bu yüzden olup bitene tanımlayıcı isimler yapıştırmak, yapılanlara çarpıcı sıfatlar yakıştırmak, artık—aslında eskiden de—fazla fonksiyonel değil. Elbette yapılanın adını koyarak tepki göstermekten asla vazgeçmemek ve bunu da en geniş birlikteliği sağlayarak yapmak lazım. Ancak, mücadelenin “tepkisizlik” ve “tepki örgütlemedeki beceriksizlik” gibi hayıflanmalardan fazlasına ihtiyaç duyduğu bir aşamaya gelindiğini de görmek gerek. Daha önce de birkaç kez söylediğim üzere, “gidici ve çaresiz oldukları için” bunların olduğu rehavetinin (avuntusunun) kimseye iyi gelmediği ve rahatlatıcı olmadığı ortada. Her şeyden önce, yapılanları tek tek ve şaşırtıcı vakalar olarak ele almaktan vazgeçmek akıllıca bir başlangıç olabilir. Büyük veya çok ince (zekice) bir komployla karşı karşıya olunduğu fikrine savrulmadan, bütünlüklü ama son derece basit ve kaba tasarımı görmek pekala mümkün. Fakat, bu stratejiye son derece sınırlı araçlarla etkili cevap üretmek, çok daha fazla akıl ve emek gerektiriyor.
Muhalefetin stratejileri
Senelerdir ilerletilmek ve etkili bir araç haline getirilmek yerine—iktidar tarafından baskılanmaya paralel olarak—ihtiyat gerekçesiyle sürekli baskılanarak geriletilen “tepki refleksi”, iktidar için bir tehdit değeri taşımıyor. Hala bazı yorumlarda dile getirildiği gibi, böyle bir yakın endişeyle “sokak tehdidi” yapıldığı görüşü çok gerçekçi değil. Aynı şekilde eskisi kadar olmasa da hala kullanılan “iktidar muhalefeti sokağa çekmek istiyor” argümanı pek geçerli değil. Geçen haftalarda —fol yok yumurta yokken—iktidar sözcülerinin gayet üst perdeden “sokak uyarıları” yapması, bir endişenin dışa vurumu veya atılan adımların tetikleyeceği yakın bir tehlikeyi engelleme çabasından çok, “geçti artık o günler” fikrinin iyice yerleştirilmesiyle ilgili gibi. Tıpkı, her alanda ve çok çeşitli hedeflere yönelen soruşturma, gözaltı, tutuklama hamlelerindeki fütursuzluk ve keyfilik dozunun sistemli biçimde artırılmasında olduğu gibi. Hem içerik hem yöntem açısından, meselenin hukuki olmadığı bilhassa göze sokuluyor.
Türkiye’de siyaset ve muhalefet stratejileri
İktidarın senelerdir gayet verimli kullandığı “muhalefet adayı” tartışmasını, her şeyi örten asıl bela olmaktan çıkarmak için CHP kritik bir hamle açıkladı. Özgür Özel, üye kampanyasının ardından tüm üyelerin katılacağı bir ön seçimle bu tartışmaya son vereceklerini ve adayı şimdiden belirleyeceklerini söyledi. Hamlenin iktidarın ve aslında her çevrenin elinden bir istismar imkanını almakla ilgili bir tarafı var. Diğer yandan, İmamoğlu etrafında giderek sıkılaştırılan ablukaya önlem ürütme baskısıyla da alakası var. Ayrıca adayı netleştirme ve kampanyayı erkene çekmenin iktidar üzerinde baskı oluşturmaya yarayacağı da düşünülebilir.
Ancak, bütün bunların olabilmesi, bu stratejinin tıpkı iktidarın uyguladığı gibi bir bütünlük ve ahenk üretebilmesiyle mümkün. Örneğin, ön seçim sürecinin bir taban ve teşkilat canlanması görüntüsü yerine, CHP’nin kendi iç problemlerinden kafasını kaldıramadığı düşüncesini pekiştirmesi de olası. Çağlayan önünde Yavaş ve İmamoğlu’nun verdiği görüntüyle biraz yatışmış görünse bile problemin tamamen bitmemesi, bitmesine izin verilmemesi de gündem dışı değil. Ayrıca kritik bir-iki ay boyunca bir odak kaymasına yol açması ihtimali de küçük sayılmaz. Dolayısıyla, taktik çare bulmak kadar bunun nasıl devam ettirileceğine dair hazırlık da hayati bir öneme sahip.
Toplumsal tepkiyi canlı tutmanın önemi
Sadece bu konuda değil, her konuda iktidarın bütünlüklü taarruzuna karşı her saldırı noktası için ayrı ayrı refleksler üretmek, taktik cevaplar bulmak etkili olamıyor ve zayıf bir direnç görüntüsü veriyor. Bu yüzden saldırı noktalarına dönük kurnazca cevaplar yerine, “Biz her şeyi değiştirmek için geliyoruz,” veya “Bu iktidarın sonu göründü,” iddialarını karşılayabilecek derli toplu bir dalga yaratmaya kafa yormak gerekli. Vazgeçmemek ve büyütmek gereken tepkileri, taktik hamleleri de bu toplam faydaya doğru yönlendirmek, böyle bir havuzda toplanacak şekilde konumlamak lazım.
Bunun için çok geç harekete geçildiği, “normalleşmeyle” fazla oyalanıldığı, İmamoğlu’nun öne atılmakta fazla tereddüt gösterdiği elbette söylenebilir, ama artık bunun da pek bir önemi yok. Çünkü şu andan itibaren, siyasi bir sonuç ortaya çıkarabilecek toplumsal tepkiyi inşa etmekten ziyade olanı canlı tutmak ve mümkünse mevcudun üzerine koymak daha önemli. Zira, senelerdir pek çok hayal kırıklığına, travmatik yenilgilere rağmen dirençli kalan muhalefet potansiyeli, hala en önemli avantaj. Ancak, bunu anketlerde okunan bir garanti gibi görmek yanlış.
Artan siyasi baskılar
Geçtiğimiz haftayı—bir süredir rutine bağlanmış olduğu gibi—hayli sert geçirdik. Ayşe Barım, Gezi ve etki ajanlığı iddiasıyla tutuklandı; Siirt Belediyesi’ne kayyum atandı; İmamoğlu, basın toplantısı yapıp yargı kumpasının bilirkişi boyutunu paylaştı, kürsüden inmeden hakkında soruşturma açıldı; Halk TV baskını yapıldı, Suat Toktaş tutuklandı; gazetecilere, akademisyenlere, siyasetçilere dönük gözaltılar, tutuklamalar sürdü; iktidar sözcüleri her türlü demokratik tepkiyi hedef gösteren tehditler savurdu; sosyal medya soruşturmaları sıklaştı.
Eksiğim kesin vardır, ama bu kadarı bile nefessiz bırakacak kadar yoğun bir saldırı görüntüsü. Bu baskılar ve başta ekonomi olmak üzere her konuda giderek köşeye sıkıştırılan toplumun, dünyanın en uyanık halkına ve en kül yutmaz siyasetçilerine sahip olduğu için—iktidarın istediği—sokak tepkisini vermiyor olmasına makul sebepler bulabiliriz. Verilecek tepkilerin sonucu değiştirmeyeceğine olan inancın veya korkuların haklı gerekçelerini de sıralayabiliriz. Fakat, böyle devam etmeye ikna olmayanlar için artık güçlü ve kararlı olmak kadar akıllı olmanın önemli ortada.