Adalet Sarayı önünde toplanan halkın hatırlattıkları…

Bir büyükşehir belediye başkanının kalabalıklar önünde yaptığı konuşmalar yüzünden cezaevine düştüğü en son olayı hatırlarsınız herhalde.

Evet, doğru hatırladınız: 28 Şubat günlerinin, yıldızı İstanbul büyükşehir belediye başkanlığında parlayan ismi: Recep Tayyip Erdoğan…

O sıralar ’post-modern darbe’ diye anılan 28 Şubat dönemi idi ve askerler, başbakanlığa yürüyüşünün önünü kesmek için, yargıyı da kullanarak, 12 Aralık 1997 tarihinde Siirt’te yaptığı konuşma yüzünden, Erdoğan’ı siyasi yasaklı hale getirmişlerdi.

Sonradan, AK Parti döneminde, yargılandı 28 Şubatçı askerler…

Bizde tarih sürekli tekerrür eder ya, benzerliği bulunan bir olay şu günlerde yaşanıyor: İstanbul’un büyükşehir belediye başkanı Ekrem İmamoğlu da, kalabalıklar önünde yaptığı bir konuşma yüzünden yargılanıyor.

Muhtemelen benzerlik önümüzdeki günlerde tamamlanacak ve bu dönemin yargısı tarafından kendisini siyasi yasaklı hale getirecek bir ceza alıp hapse de girecek İmamoğlu…

Önceki gün, İstanbul/Çağlayan’daki Adliye Sarayı’nda savcılara ifade veren İmamoğlu, sonrasında, destek için gelen kalabalıklara hitap etti.

Son zamanlarda pek görmediğimiz türden etkileyici bir kalabalığa…

Dikkat edilirse, iktidar partisi toplantılarını ancak kapalı salonlarda yapabiliyor artık; Adalet Sarayı önünde toplanan muhalif kalabalık ise, birkaç büyük salonu dolduracak sayıdaydı.

Görüntüleri önemsiz saymayın; siyasette kalabalıklar olağanüstü önemlidir.

Önemini anlamak için AK Parti’nin kuruluş dönemindeki mitinglerin kalabalığını aklınıza getirebilirsiniz. Her gittikleri illerde, AK Partili hatipler, büyük kalabalıklara hitap ediyorlardı.

Daha önce de, siyasi yasağını getiren konuşmayı yaptığı Siirt, o güne kadar, Erdoğan’ın kalabalığı gibisini görmemişlerdi.

Siyasette her gün yeni bir gürültülü olayın yaşandığı günlerden geçiyoruz ve ben bir yandan gelişmeleri izlerken bir yandan da siyasi hayatımızın tek partiden çok partili döneme evrildiği günlerini Metin Toker’in gazetecilik anılarından okuyorum. [Gazeteci Olan Adamın Hikayesi, Cumhuriyet Kitapları, 2024]

Demokrat Parti (DP) kurulmasıyla birlikte halktan muazzam bir ilgi görmektedir ve bu, faaliyete geçtikten hemen sonra yapılacak seçimin kampanyasında parti ileri gelenlerinin katıldığı mitinglere halkın gösterdiği ilgiden belli olmaktadır.

Adana’da 28 Haziran 1946 günü yapılan mitingi izlemiş çalıştığı Cumhuriyet gazetesi adına Metin Toker. “Ben o tarihe kadar öyle büyük bir kalabalığı görmemiştim” diye aktarıyor izlenimini.

Ona göre siyasette üç türlü kalabalık oluşur: 1. Kendi kendine oluşanlar… 2. Devlet desteğiyle oluşanlar… 3. Devletin engelleme çabalarına rağmen oluşanlar…

“Adanadaki birinci ile üçüncünün karışımıydı” diyor ve ekliyor “Mersin’de halk tam altı saatten beri muhalefet liderini bekliyordu. Saat 23 olmuştu. Binlerce kişi ayaktaydı.”

Sonrası biliniyor: ‘Kapalı oylama - açık sayım’ uygulaması yerine ‘açık oylama - kapalı sayım’ halinde uygulama ve devlet kurumlarının araya girmesi, iktidar partisine 1946 seçimini kazandırmıştır ama, halk bunu bir sonraki seçimde -1950- tersine çevirmeyi bilecektir.

Günümüze ışık tutabilecek bir başka tespiti de Metin Toker’in, haberlerin yalnızca gazetelerden alınabildiği 1950 öncesi ortamında basının durumudur.

Okuyalım: “Hiç şüphe yoktur ki, DP’yi tutan gazetelerin tesiri, çoğu itibarını kaybetmiş ve yazarlardan bir kısmının ‘çıkar karşılığı’ partiyi tuttukları bilinen CHP yanlısı gazetelerinkinden büyüktü.”

CHPliler, seçime gidilirken seçmenin muhalefet partisi DP'ye değil de kendi partilerine oy vermesini sağlayacak en değerli unsuru belirlemede hiç zorlanmamışlar.

Ne olabilir o en değerli unsur?

Tabii ki, ülkeyi 1938 yılından beri yöneten Milli Şef İsmet İnönü…

Metin Toker’den okuyalım:

“CHP oy pusulalarının üzerinde İnönü’nün fotoğrafı vardı. Parti o noktada pek titizdi. Aman, basit vatandaş aldatılmasın, İsmet Paşa’ya ait oy pusulası yerine bir başkasını kullanmasın!”

Kampanyanın hatipleri de, Ankara’da, hoparlörlü bir otomobil içinden, halkı İsmet Paşa’nın partisine oy vermeye davet ediyorlarmış… Yazar, etraftaki pastanelerde oturmakta olanların, özellikle de gençlerin, Milli Şef hakkında latifeler yaptığını ve o propagandanın geri tepen bir top olduğunu da yazıyor…

Herhalde, İstanbul/Çağlayan’daki Adalet Sarayı önünde toplanan halk ile başlayan bu yazının tâ 1946 yılına tanıklıkla bitmesi bazılarınızı şaşırtmıştır.

Bu da öyle bir yazı olsun.