Ayşe Barım’ın tutuklanmasını isteyen “sevk evrakında” Mehmet Ali Alabora ile yaptığı bir telefon konuşmasının çözümü de yer alıyor.
Bunu okuduğunuzda anlaşılıyor ki yönetmenlerin ve oyuncuların imzalaması düşünülen bir bildiri var ve Ayşe Barım buna karşı.
Zaten savcı da okuduğunu anlayabilecek kadar eğitimli olduğu için bunu anlamış.
Sevk evrakına bu nedenle şunu yazmış:
“İlerleyen süreçte değerlendirileceği şu aşamada kendilerine zarar verebileceği şeklinde kanaat oluşturularak neticelendirildiği, yine Gezi olayları kapsamında sanatçılara ilişkin Gezi parkında bir bildiri yayınlanması konusunda fikir alış verişinin yapıldığı, devam eden görüşme içeriklerinde bahse konu Gezi Parkına ilişkin bildirinin kendilerine zarar verebileceği, EYLEMLERİN DAHA AKTİF BİR ŞEKİLDE GERÇEKLEŞTİĞİ ZAMAN YAYINLANMASI GEREKTİĞİ KANAATİ OLUŞTURULARAK NETİCELENDİRİLDİĞİ, BU ŞEKİLDE ŞİDDETE EVRİLEN EYLEMLER SÜRECİNDE DAHA FAZLA KİTLESELLLİK ARAYIŞI İÇERİSİNDE OLDUKLARI AÇIKÇA ANLAŞILMIŞTIR.” (Aynen aktardım. Noktalama işaretleri filan hak getire. Türkiye’de Türkçe eğitiminin sefaletinin bir örneği bu.)
Açıkça görülüyor ki Barım, böyle bir bildiri yayınlanmasını istememiş.
Konuşma kaydından Barım’ın “eylemlerin daha aktif bir şekilde gerçekleştiği zaman yayınlanması gerektiğini” söylediğine ya da düşündüğüne işaret eden bir bölüm yok.
Aslına bakarsanız konuşmadan anlaşılıyor ki Barım “bana bulaşmayan bin yaşasın düsturuna inanan müdebbir bir Türk gibi” davranmış.
Hem kendisinden bu tür bir bildiriye oyuncularını yönlendirmesini isteyenleri kırmamaya gayret etmiş hem de oyuncularının imza atmamalarını sağlayarak, onları rejimin şerrinden koruyabileceğini düşünmüş.
Ama bu konuşma, aradan 12 yıl geçtikten sonra, Ayşe Barım’ı Gezi protestolarını düzenleyen ve bu yolla hükümeti devirmeye teşebbüs eden insan olarak suçlanmaktan korumaya da yetmemiş.
Savcılığın sevk evrakında, “etki ajanlığı” suçlaması da var.
“Kanunsuz suç ve ceza olmaz” diye biliyoruz ama belli ki savcılık TBMM gündemine getirilip geri çekilen “etki ajanlığı” suçunun yasalaşacağından emin.
Tabii o zaman bir sorun daha ortaya çıkıyor: “Makabline şamil kanunlar” sürecine mi giriyoruz?
Kanunların geriye doğru uygulanamayacağı ile ilgili evrensel hukuk prensibini de kaldıracak mıyız?
Erdoğan rejimi, 12 Mart rejimini rahmetle aratmaya mı karar verdi?
Bitmiyor: Sevk evrakının ikinci sayfasındaki bilgilere göre “Avrupa Birliği, Avrupa Komisyonu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi yerde görevli şahıslarla görüşmeler yapılarak Gezi kalkışması ile ilgili kamuoyu oluşturulması için çalışmalar yaptıkları, bu amaçla sergi, panel düzenledikleri, film ve video vb. hazırlamaları” da suç!
Uyarmış olayım: Bu kafa yakında Hakan Fidan’ı da hapse tıkabilir; AB üyeliği hedefinden vazgeçmediğini söylediği için!
Hatta T.C. Anayasası’nı da mümkünse hapse atmak gerekecek; “AİHM gibi yerlerdeki görevli şahıslarla görüşmeyi” T.C. vatandaşlarının hakları arasında kabul ettiği için!
Serenay Sarıkaya’nın aşk hayatından yola çıkıp dizi sektöründeki tekelleşmeye ve oradan da hükümeti devirmeye varan bir suçlamayla Ayşe Barım tutuklandı.
Tutuklanması istenen suçu kanıtlayacak küçük bir delil bile yok.
Belli ki özel olarak Ayşe Barım’ın işine, genel olarak da bu sektöre çökmek isteyen bir çete, yargıyı da harekete geçirebiliyor.
Bu kararla herkese gözdağı verdiklerini de düşünüyor olabilirler.
Bundan sonraki olası faşist girişimlere karşı sesinizi çıkarmayın, sokaklara dökülmeyin diye.
Ama gördüğünüz gibi zamanında bunun bir faydası Ayşe Barım’a dokunmamış. Bildiri yayımlamayı kabul etmemesi bile aleyhinde darbecilik delili olabiliyor.
Bu rejimin nimetlerinden yararlanan herkesin bunu görüp, istikbale bakarak titremesi lazım.
Hukuk bir kere böyle yoldan çıktı mı, günün birinde keser de dönebiliyor, sap da dönebiliyor.
Türkiye tarihi bunun örnekleriyle dolu.
* * *
Menajer-oyuncu görüşmesi suç delili olabilir mi?
Ayşe Barım'ın bazı oyuncularla “Gezi Olaylarına fiilen katılarak eylemlerin kitleselliğini arttırma çabası”yla telefonda konuştuğu iddia ediliyor. Bir ağır ceza yargılamasına söz konusu olabilecek bir iddia, “niyet okunarak” ortaya konamaz!
Mehmet Günsur, Halit Ergenç ve Ozan Güven Gezi protestolarında (soldan sağa)
Savcılığın sevk evrakına göre Ayşe Barım, Gezi protestolarının “başlangıç tarihi aralığında” bazı oyuncular ile görüşmüş.
“Başlangıç tarihi aralığı” denilerek ne ifade edilmek istendiğini anlamak kolay değil ama hadi buna takılmayalım.
Savcılık yazısına göre, 29 Mayıs 2013 ile 2 Haziran 2013 tarihleri arasında Ayşe Barım, kendi menajerlik şirketine bağlı oyuncular Bergüzar Korel ile 7 kere, Ceyda Düvenci ile 4 kere, Dolunay Soysert ile 10 kere, Halit Ergenç ile 12 kere, Hümeyra Akbay ile 5 kere, Mehmet Günsur ile 1 kere, Nehir Erdoğan ile 2 kere, Selma Ergeç ile 8 kere, Nejat İşler ile 2 kere ve Rıza Kocaoğlu ile 1 kere telefonda konuşmuş.
Bir oyuncu menajerinin, oyuncuları ile telefonda konuşması da böylece dünya hukuk tarihine “suç delili” olarak geçmiş bulunuyor.
Savcı, bu görüşmelerin amacının “kendi şirketine bağlı sanatçılarla Gezi olaylarına fiilen katılarak eylemlerin kitleselliğini arttırma çabası olduğunu” iddia ediyor.
Neye dayanarak?
Bu sonucu nereden çıkartıyor olabileceğine ilişkin bir halk deyişi de var ama söylemeyeceğim, bilenler bilmeyenlere istiyorlarsa söylesinler.
Buna biz terbiyeli insanlar sadece “niyet okumak” diyoruz.
Bir ağır ceza yargılamasına söz konusu olabilecek bir iddia, “niyet okunarak” ortaya konamaz.
Çünkü bu “şüphe” yaratır ki şüpheden sanık yararlanır: In dubio pro reo!
Belki de yemek tarifi alıp veriyorlardı. Belki rakip oyuncuların yeteneklerini tartışıyorlardı. Belki komisyon pazarlığı yapıyorlardı. Belki dedikodu yapıyorlardı. Belki, belki, belki…
Savcının her bir niyet okumasına karşı üç başka niyet bulunabilir.
Bu sevk evrakını okuduktan sonra tutuklama kararı veren yargıca da teessüf ederim.
İnsan kendi mesleğini bu duruma düşürür mü?
* * *
“İstenildiği gibi ifade vermeme” suçu
Bundan sonra savcılar, tanık olarak ifadeye çağırdıkları şahısların nasıl ifade vermeleri gerektiğini tebliğ etsinler; vatandaşlar da ona göre konuşsunlar... Yaşasın Türk adaleti!
Savcılığın Ayşe Barım’ın tutuklanması istemiyle Sulh Ceza Hâkimliği'ne yazdığı sevk evrakında Halit Ergenç ve Rıza Kocaoğlu’na “yalan tanıklıktan soruşturma açıldığı” da belirtiliyor.
Belli ki Ergenç ve Kocaoğlu’nun verdikleri yanıtlar, savcının hoşuna gitmemiş.
Ergenç ve Kocaoğlu’nun “şüpheliyi koruma saikiyle” hareket ettiğini iddia ediyor.
Halit Ergenç (solda) ve Rıza Kocaoğlu
Adalet Bakanlığı’nın bu konuda hemen bir girişimde bulunması lazım.
Bundan sonra savcılar, tanık olarak ifadeye çağırdıkları şahısların nasıl ifade vermeleri gerektiğini açıkça gösterir bir yazılı evrakı, ifadeye çağrılana ya da vekiline tebliğ etsinler.
Vatandaşların durduk yere “yalan tanıklıktan” yargılanmalarını herhalde kimse istemez.
Vatandaşlar da falcı değil ki savcının nasıl bir ifade verilmesini beklediğini tahmin edip öyle konuşsunlar.
Bu duruma bir el atmanın zamanı belli ki gelmiş de geçiyor!
Yaşasın Türk adaleti!