Ne içeride ne dışarıda, manzara parlak değil

Toplumun üzerine kara bulutlar çöktü

Ama artık mızrak çuvala sığmıyor. Ülkedeki kokuşmuşluğu, ekonomik çöküşü ve baskıyı algı operasyonlarıyla perdelemek mümkün değil. Geniş toplum kesimleri tam bir cendere altında. Gençler ve doktorlar gibi yetişmesi kolay olmayan meslek sahipleri arasında  geleceğe dair beklentiler zaten uzun zamandır ortadan kalkmıştı. Toplumdaki son umut kırıntıları da bugünlerde yaşananlar nedeniyle yok ediliyor.

Halk canından bezmişken bu durumdan sorumlu olanların kaygıları sadece kendi ikballeriyle sınırlı. En büyük dertleri, varsa yoksa çıktıkları yüksek tepelerden inmemek, çıkarlarına zeval gelmesini önlemek. Hedefe giden her yol mübah sayılıyor. Başını kaldıran pişman edilmeye çalışılıyor.

Bakan istifa eder mi?

Kartalkaya’daki otel yangını, sanki ülkede başka her şey yolunda gidiyor da, karanlık göklerden tek başına inmiş bir felaket gibi gösterilmeye çalışılıyor. Yangına günah keçisi aranıyor. Sanki bu ülkede binlerce canımızı kopartıp alan başka yangınlar, maden ve iş kazaları, deprem ve sel felaketleri, tren kazaları, fabrika patlamaları olmamış gibi. Şu sıralar Hatay depreminin birinci yılı dolacak. Kaçak yapılaşma, müteahhit hırsızlığı, kontrolsüzlük, rüşvet, imar barışı ve arama kurtarma gafletine kurban verdiğimiz onbinlerce insanı ne yapacağız? Neredeyse her hafta bir yeni kazayla karşılaşıyoruz. Bunların hiç biri tesadüfi değil. Hepsinin ortak yanı aynı kafa yapısının ürünü olması.

Şu hale bakın, ülkenin aynı zamanda en büyük turizm patronlarından biri olan Turizm Bakanı’nın şirketi, kendi bakanlığın denetlemekle sorumlu olduğu oteli güvenilir ve kaliteli hizmet sunan bir işletme olarak müşterilerine pazarlamış. Otelin kapısında hâlâ bakanlığın kontrol garantisi sergilendiği halde, çok ciddi bir denetim ihmali olduğu ortada. Kaçak bölümleri olduğu iddia edilen binada alamlar çalışmamış, gerçekte var olup olmadığı bilinmeyen yangın merdivenleri alevleri ve dumanı yukarı püskürten baca görevi görmüş. Alevler bir anda binayı sarar ve dumanlar nedeniyle göz gözü görmezken, çaresiz kalan insanlar can havli ile çocuklarını camlardan atmışlar. Böylesi bir felaket uygar bir ülkede yaşansa, ilgili bakan olayın siyasi sorumluluğunu derhal üstlenir, daha ilk günden kamuoyundan özür dileyerek istifa ederdi. Savcılar da sadece otel sahibi ve çalışanların değil, bakanın ve şirketinin de yakasına yapışırlardı. Uzağa gitmeye gerek yok. Komşumuz Yunanistan’a bakılsa gereken ibret dersi kolayca alınırdı. Bu konuda Kore, Japonya gibi ülkelerde neler olacağını tartışmaya bile gerek yok.

 

Turizm Bakanı onca cana mal olan yangın felaketinin sorumluluğunu başkalarına yüklemeye çalışırken, yangının kendi sektörünü ilgilendiren zararlarıyla da ilgileniyor mu acaba? Kartalkaya yangını ülkemizin Bangladeş standartlarının çok ötesine geçemediğini de ortaya serdi. Türk turizminin bu felaket nedeniyle önemli bir prestij kaybına uğradığı gerçeği şu anda pek dillendirilmiyor. Ancak olayın sektör üzerindeki yakıcı etkisi yakında hissedilecek. Turizm Bakanı’nın şirketinin reklamlarında parlattığı mezar otelde meydana gelen felaket sadece kış turizmini değil, yaz turizmini de vuracak. Önümüzdeki yaz Alman, Hollandalı, Fransız, hatta Rus tur operatörlerinin Türk otellerini eskisi gibi şevkle pazarlayacakları hiç beklenmemeli. Normal bir ülkede işlerini düzgün yapan sektör temsilcileri bu duruma tepki gösterir, Bakana tavır alır, istifasını isterdi. Ama bizde bunun olabileceği hiç sanılmamalı. Sektörün genel standartı Kartalkaya’dan farklı değil. Tencerelerin çoğunun dibi birbirinden kara. Hani derler ya, hepsi ordaydı.

Bakandan istifa beklenmemeli. Kabul edelim, onurlu istifa geleneği bizde evvelce de pek yoktu. Onca felaket, yolsuzluk ve skandala rağmen bu ülke tek tük örnekler dışında hiç bir zaman onuruyla istifa eden siyasetçi, bürokrat görmedi. AKP döneminde bu konuda kelimenin en olumsuz anlamıyla seviye atladık. Artık istifa edilmiyor, görevden affedilme isteniyor. Affedilme keyfiyeti Atatürk’ün bu ülkede sağladığını sandığımız çağdaş vatandaşlık anlayışına taban tabana zıt bir durum. Affını isteyen yetkili padişah önündeki kul mertebesine inmiş demektir.

Toplumsal hak arama ve Gezi

Demokratik bir ülkede yaşasak bu felaket nedeniyle yer yerinden oynardı. Ama olmuyor. Toplumsal hak arama konusunda iğneyi kendimize de batırmamız lazım. Hangi felaket veya haksızlık karşısında çağdaş toplumlarda olduğu gibi tepki gösterebildik? Bu konuda yetmişlerin çok gerisine düştüğümüz bir gerçek. Ormanlarını, derelerini, parklarını, işlerini korumak için en olumsuz şartlarda haklarını arayan kadınlar, öğrenciler, işçiler, köylüler ve meslek sahiplerinden oluşan bir avuç insanımızı tenzih ederim, ama bu konuda necip halkımızın ekseriyeti toplumun duyarlı kesimlerini hep yalnız bıraktı.

Gezi dışında toplumda siyasi farkları bir yana bırakıp ortak hak arama geleneği maalesef oluşmadı. AKP iktidarı döneminde göstericilere karşı aşırı şiddet kullanılmasının halk içinde korku ve yılgınlık yarattığı kuşkusuz. Kılıçdaroğlu döneminde CHP’nin çok temkinli hareket etmesi de bu iklimin oluşmasına katkıda bulundu. Ama bedel ödenmeden hak elde edilmiyor. Bu konularda hep Güney Kore halkını örnek alırım. Güney Koreliler uzun yıllar boyunca her türlü şiddet ve baskıya direnerek mücadele etmeselerdi bugün demokrasinin nimetlerinden faydalanamazlardı. Daha önce de yazdığım gibi Güney Kore halkı bu sefer de sorumluluğunu yerine getirdi. Darbe yapmaya tevessül eden cumhurbaşkanına meydanı boş bırakmadı. Asker göndererek parlamentoyu kapatmaya, muhaliflerini tutuklamaya teşebbüs eden Cumhurbaşkanı Yoon Suk-yeol görevden alındığı gibi, şimdi tutuklu olarak yargı önünde hesap veriyor. Bunlar Güney Kore  halkının kararlı direnişi sayesinde oldu.

Güney Kore’deki görevim için 2013 yılında Ankara’dan ayrılırken, diğer meslektaşlarımla adet olduğu üzere talimatını almak üzere huzuruna kabul edildiğimiz Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bize  gideceğimiz başkentlerde Gezi olayları sorulursa, barışçıl bir hak arama ve protesto eylemi olan bu direnişi Türkiye’nin ulaştığı demokratik olgunluğun göstergesi olarak takdim etmemizi istemişti. O zamanlar Gezi’nin devlete karşı kalkışma olduğu kimsenin aklına gelmiyordu. Nereden nereye! Şimdi aradan yıllar geçtikten sonra eski defterler karıştırılarak, Gezi olayları nedeniyle insanlar hapislere atılıyor. Çok sayıda aydın ve muhalif yıllardır Gezi gerekçesiyle demir parmaklıklar arkasında  tutuluyor. Bunların arasında uluslararası yargının ve Anayasa Mahkemesi’nin açık kararlarına rağmen serbest bırakılmayan Osman Kavala ve TİP milletvekili Can Atalay da var.

İçeride manzara gerçekten hiç parlak değil. Kartalkaya’dan yükselen kara dumanlar her yeri kaplamış durumda.

Dışarıda da manzara parlak değil, Trump etkisi

Bu yazı bir Trump yazısı değil. Ama dışarıda olanları sıralarken başa Trump’ı almazsak olmaz. Trump şimdiden ülkesinde hukuku zorlamaya başladı. Trump, ABD topraklarında doğuma bağlı vatandaşlık hakkı Amerikan anayasasından kaynaklanan bir hak olmasına rağmen, bu hakkı bir imza ile kaldırmaya kalktı. Ama yerel mahkeme Başkan’ın bu tasarrufunu (şimdilik) durdurdu. Yargı duruma el koydu. ABD’de güçler ayrımı (hâlâ) çalışıyor. Ama Trump idaresi altında ABD’de demokrasinin gerileceği kesin. Kongre’yi basanların topluca affedilmesi başka anlam taşımaz. Trump tüm dünyada demokrasiyi aşağı çekecek. 

Trump göreve başlar başlamaz çok sayıda kararname imzalayarak seçim kampanyasında verdiği sözleri hızla hayata geçirmeye başladı. Bunların çoğu bizi de etkileyecek. Özellikle çevre ve yeni teknolojilerle ilgili kararlarının etkisi tüm dünyayı ilgilendiriyor. Trump ülkesini bir kez daha Paris İklim Değişikliği Sözleşmesinden çekti. Fosil yakıtların çıkarılması ve yaygın şekilde kullanımının önünü açtı. ABD’yi başkaları da takip edecek. Dünya bir çevre felaketine giderken Trump’ın kararının olumsuz etkilerini hepimiz yaşayacağız. Seller, orman yangınları, kuraklıklar, çölleşme ve kasırgalar her yerde artacak. Küresel çevre felaketi hızla üzerimize geliyor.

 

Trump ne zamandır elektronik medyadan sansürün kaldırılması gerekçesiyle, etik ve siyasi denetimlerden kurtulmak istiyordu. Trump’ın talebi seçim galibiyetinden sonra kucağına oturan bir avuç teknoloji patronu tarafından uslu çocuklar gibi yerine getirildi. Artık kitleler Trump’a çalışan teknoloji oligarşisinin insafına kaldı. Bundan sonra internet algoritmaları toplumun siyasi, sosyal ve ekonomik kararlarını siyasi iktidarın ve bir avuç zengin teknoloji patronunun çıkarları doğrultusunda şekillendirmek için çalışacak. Bağımsız karar almak, muhalif ses çıkarmak neredeyse imkansız hale gelecek. Dünyanın her yerinde algıları kontrol eden güç sahiplerine gün doğdu.

Trump’ın bir başka tasarrufu Yapay Zekâ’nın (AI) önündeki bariyerleri kaldırmak ve AI için büyük data merkezlerinin kuruluşunu teşvik etmek oldu. AI, bu işi bilenler tarafından insanlığı yok edebilecek en büyük tehlike olarak gösteriliyor. Buna rağmen Trump Open AI’in patronu Sam Altman’ın başını çektiği lobinin etkisiyle Biden tarafından kabul edilen düzenleme ve kontrol mekanizmalarını kaldırdı. Bu grup Trump’ın huzurunda Stargate adlı, 500 milyar dolarlık bir AI girişimi (startup) başlattıklarını ilan etti. Federal fonlardan da desteklenecek olan Stargate ilk elde 20 dev data merkezi kuracak. Diğer teknoloji patronlarının da benzer girişimler başlatmaları bekleniyor. ABD Çin’in hızlı girdiği bu alanda geride kalmak istemiyor olabilir ama insanlık için bu girişimin neye mal olacağı bilinmiyor. Stargate’i nükleer bomba yapmak için 1940’larda hayata geçirilen Manhattan Projesi’ne benzetenler var.  Meselenin bir de enerji boyutu söz konusu. Bu tür devasa data merkezleri için büyük enerji kaynaklarına ihtiyaç duyuluyor. Mevcut enerji hatları ve güç kaynakları ile ABD’deki girişimin desteklenmesi mümkün değil. Bunun anlamı fosil enerji kaynaklarına ve nükleer enerjiye geri dönüş olacak. AI alanında bilinmeyene yelken açılırken, çevre felaketlerine de davetiye çıkarılacak.

Biden Grönland ve Panama için kararlı görünüyor. Geçtiğimiz hafta içinde Danimarka başbakanı ile tatsız bir telefon konuşması yapmış. Panama içinse, Kanal yönetimi ABD’ye bırakılmazsa  askeri müdahaleden söz ediyor. Trump daha Çin ve Avrupa ile ticaret savaşlarını başlatmadan, kuzey yarı kürede siyasi krizleri tetiklemeye başladı. Buna karşı Putin ve Kuzey Kore lideri Kim Jong Un’a tatlı sert yaklaşıyor. Kim için “çok akıllı adamdır” demesi çok anlamlı. Önümüzeki günler Trump’ın şapkadan çıkaracağı yeni tavşanlara gebe. Bakarsınız Putin’le hem hal olur, Grönland için Tayvan’ı Çin’e bırakır. Kuzey Kore’yi bağrına basar.

Gazze ve Suriye

Gazze’de bu satırlar yazılırken ikinci rehine takası gerçekleşmişti. İsrail’in Filistin topraklarında kalmasına izin vermediği 70 militan Mısır’a gönderildi. Bizim basında yer almadı ama bunların bir kısmının Mısır’dan Körfez ülkelerine ve Türkiye’ye gidecekleri ihtimaller arasında. Gelecek takaslarda da aynı durum tekrarlanabilir. Durum böyle ise bu hiç de olumlu bir karar olmaz. Bu tür mültecileri kabul etmek Gazze savaşını Türkiye’ye taşımak anlamına gelir. Bu ülkemiz için hiç hayırlı bir durum teşkil etmez.

Gazze’deki rehine takasının bir başka tehlikeli yanı Hamas militanlarının İsrailli kadın rehineler serbest bırakılırken üniformalı, silahlı bir gövde gösterisi yapmalarıydı. Bunun anlamı, “yenilmedik dimdik ayaktayız” demektir. Ankara’dan bu yönde övücü bir açıklama yapılması da hayli dikkat çekiciydi. Bu, siyasi kariyerini Gazze’de Hamas’ın yok edilmesine bağlayan Netanyahu için görmezden gelinecek bir durum değil. Gazze’de ateşkes sona erer ve İsrail saldırıları yeniden başlarsa şaşırmamalı. Gazze üzerinde yeniden kara bulutlar toplanacak gibi.

Kuzey Suriye’de SMO-YPG çatışması sürerken Mazlum Abdi’nin Ahmet El Şara ve Mesut Barzani ile Şam ve Erbil’de görüşme yapması ilginçti. Ahmet El Şara en son yandaş bir kanala verdiği mülakatta,  Türkiye’de köpürtülenin aksine YPG üzerine askeri operasyon yapılacağını teyid etmediği gibi, YPG ile müzakereler yoluyla bir çözüm aradıklarını akla getiren sözler etti. Buna karşılık Barzani Suriye’de Kürt halkını bir saldırıya uğraması halinde onları koruyacaklarını vurguladı. Suriye’deki gelişmeler, yandaş medya tarafından yansıtılanın aksi istikametinde gidiyor gibi.