Meşruiyetin sonu mu!

Şaşırtıcı gelişmeler oluyor.

Tabii buna kelime anlamıyla “gelişme” denebilirse.

Önce CHP Gençlik Kolları Başkanı gözaltına alınıyor. Kamu görevlisine görevi nedeniyle hakaretten.

Ardından Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ için soruşturma açılıyor. Cumhurbaşkanı’na hakaret iddiası ile.

Ardından Ekrem İmamoğlu’na yine kamu görevlisine hakaret iddiasıyla bir soruşturma.

İlginçtir, İmamoğlu hakkında açılan soruşturmanın haberini “yargının siyasallaşması panelinde” kürsüye çıkmadan evvel alıyor.

Ve iddialara göre buradaki konuşmasından ötürü hakkında bir soruşturma daha başlatılıyor.

“Ulan ne oluyor?” derken akşam saatlerinde Ümit Özdağ Ankara’da yemek yediği restoranda gözaltına alınarak soruşturmanın yürütüldüğü İstanbul’a doğru polis nezaretinde yola çıkarıldı.

Bir nebze hukuk nosyonu olanlar şaşkın. Çünkü Özdağ’a isnat edilen suçun işlenme yeri Antalya, Özdağ’ın ve hakaret ettiği öne sürülen Cumhurbaşkanı’nın ikametleri ise Ankara. Ancak soruşturma niyeyse İstanbul’da. Bu arada yolda Özdağ’a yöneltilen suçlamaların arasına “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” de eklenmiş.

Henüz yasalaşmadığı için olsa gerek “etki ajanlığı” suçlaması şimdilik eklenmemiş.

Bir güne sığan tüm bu gelişmelerden dolayı herkes şaşkın.

“Ne oluyor?” diye herkes birbirine soruyor.

İktidar ne yapmak, istiyor, nasıl bir oyun kuruyor.

Benim gördüğüm, iktidar dünyadaki gelişmelere paralel olarak yeni bir atağa geçti.

Muhalefetin bir bölümünü bir şekilde “satın alıp” kendine katacak. Satın almak deyince aklınıza sadece “para” gelmesin, ikbal, siyasi gelecek gibi enstrümanlar da bedele dahil.

Diğer bölümünü ise şu veya bu şekilde sindirecek, rakip gördüklerini yargı yoluyla oyun dışına çıkaracak.

Dokunulmazlık zırhını TBMM’ye sevk edilen fezlekelerle ortadan kaldırmaya çalışacak, dokunulmazlığı olmayanlar ise zaten doğrudan hedef olacak.

Peki ya demokrasi, peki ya hukuk, peki ya adalet, peki ya fikir hürriyeti diyenleriniz olacaktır.

AKP iktidarı düne kadar siyasal ve toplumsal muhalefetin varlığını meşruiyetinin temeli olarak görüyor ve iktidara yöneltilen “diktatörlük’ suçlamalarına “Hangi diktatörlükte böyle muhalefet görülmüş. Bakın, her türlü eleştiri serbestçe yapılıyor” diyerek savuşturuyordu.

Böylelikle uluslararası meşruiyet de sağlanmış oluyor, bir demokrasinin temel unsurlarının pek çoğundan mahrum olsak da, sandığın ve muhalefetin varlığı ile özellikle Batı’ya “Burası bir demokrasidir” mesajı veriliyordu.

Anlaşılan o ki, iktidar dünyanın bu yeni döneminde artık buna ihtiyaç duymayacağını düşünüyor.

Şu anda kendi derdine düşmüş olan Avrupa ile “göçmenleri Türkiye’de tutarak”, Trump ile yepyeni bir döneme hazırlanan ABD ile de “Trump’ın politikalarına yakın durarak” yeni bir “uluslararası meşruiyet” kazanmayı planlıyor.

Uluslararası konjonktür bu politika değişikliğine çok uygun görünüyor.

Bunu Trump’un yancısı ve dünyanın en zengin adamı Elon Musk’ın dün kürsüde verdiği selamdan ve bu selamı izleyen Mark Zuckerberg’in, Jeff Bezos’un sessizliğinden bile anlamak mümkün.

Ave mi, Heil mı, Bellamy mi, hepsi mi!

Elon Musk, Trump’un seçim kampanyasına destek için yaklaşık 250 milyon dolar para harcadı.

Trump’ın seçimi kazandığı günden bu yana servetini yaklaşık 250 milyar dolar civarında arttırdı.

Bir koydu, bin aldı.

Serveti 500 milyar dolara dayandı.

Dün de Trump’ın yemin töreninde kürsüdeydi, sanki kendi seçilmişçesine heyecanlıydı.

Trump’ın ekibinde Kamu Verimliliği Bakanlığı diye tanımlanan bir görev üstlenecek olan Musk, konuşmasını “Nazi selamı” ya da “Faşist selamı” olarak bilinen bir selamlama ile tamamlayınca herkes şok oldu.

Musk elini önce kalbinin üzerine koydu sonra da Nazi birliklerinin Hitler’i selamlama hareketini yaptı, sağ elini avucu aşağı dönük şekilde göz hizasında ileri uzattı.

Şaşkınlık vericiydi, üstelik de Trump’ın İsrail ile olan yakınlığı göz önüne alınınca.

Bu selam aslında “Roma Selamı” olarak bilinir ve Sezarların selamlanmasıdır.

Sonrasında ise 1920’lerde İtalya’da faşistlerin selamı olarak sahneye çıkmış ve ardından Almanya’da Nazi selamı olmuş ve sonrasında da lanetlenmiştir.

Ancak pek bilinmeyen tarafı, bu selamın faşistlerden de önce ABD’de kullanıldığıdır.

Kendini “Yeni Roma İmparatorluğu” olarak gören ABD, 19. yüzyılda bu selamı “Bellamy Selamı” olarak resmî törenlere dahil etmiş, Amerika’nın keşfinin 400. yılı olan 1892 yılında bizim Nazi Selamı olarak bildiğimiz selamlama şekli, ABD’de bayrağın resmî selamlanma şekli olarak yasal hale gelmişti.

Ve işin ilginci 1942 yılına kadar bu selamlama devam etti.

1942 yılında sağ elin kalp üzerine koyulması olarak değiştirildi ama 50 yılı aşkın bir süre Amerikalılar bayraklarını faşistler ya da Naziler gibi selamladılar.

Ya da tam tersi.

Şimdi isteyen Elon Musk’ın selamını faşizme dönüş olarak algılar, kimileri ise ABD’nin geçmişine saygı.

Sonuçta film her yerde aynı.

Sadece inananlar değişiyor.

Sorunu başta mı yaşamak iyidir sonda mı!

CHP’nin temel sorunu ne diye düşününce tek bir rahatsızlık akla geliyor.

Tıbbi terminolojide var mı bilmiyorum ama bunu “Diarrea Rictus” olarak tanımlıyorum.

Yani bildiğiniz ishal ama ağız ishali.

Gereksiz konuşma ve bu konuşmanın yarattığı sorunlarla mücadele etmekten gerçek mücadeleye ayrılması gereken zamanı kaybetme semptomlarıyla görünen hastalık.

Dün genel başkanları Özgür Özel “Adayımız belli, gelin sandığa” dedi.

Sonra “Aday kim” diyenlere ebelek gübelek.

Yavaş mı İmamoğlu mu, sıkıysa açıklaya geldi iş.

CHP bu ismi bir türlü açıklayamıyor ya da belirleyemiyor ve iş dönüp dolaşıp 6’lı Masa’nın aday açıklayamama kabızlığına dönüşüyor.

Ve son dakikada açıklanan adayın ardından ortaya çıkan sorunla seçimin kaybına.

Acaba geçen seçimde Kılıçdaroğlu adı son anda değil de önceden açıklansa ve masa son anda yıkılıp muhalefet altında kalmasa daha mı iyiydi, durumu toparlayacak vakit mi olurdu sorusu hep baki.

“Kim küsecekse şimdiden küssün” diye açıklamak daha mı doğru acaba!

Tabii bir yandan da iktidarın hamlesi var.

Öyle ya, Ekrem İmamoğlu’nu siyasi yasaklı hale getirip, CHP’nin işini kolaylaştırabilir, Mansur Yavaş’ı muhalefetin tek adayı haline getirebilirler.

Aslında CHP açısından en iyi senaryo bu.

Peki ya bu olmazsa.

Herkes CHP İmamoğlu’nu aday gösterirse Mansur Yavaş da “sağ muhalefetin ortak adayı” olarak çıkar diye düşünüyor.

Mümkün mü mümkün.

Tabii Yavaş açısından bu da bir risk.

İlk turda CHP adayını geçemezse ki, geçememe ihtimali çok yüksek, belediye başkanlığından da yok yere olmuş olacak.

Bu riski alır mı emin değilim.

Tabii CHP’nin Yavaş’ı aday gösterip, parlamenter sisteme dönme ve sonrasında da İmamoğlu’nu başbakan yapmak istemesi de mümkün.

Ancak bir de benim şahsi izlenimim var.

Bunu CHP’lilerle yaptığım konuşmalardan edindim.

Ekrem İmamoğlu için en büyük öncelik “AKP iktidarından kurtulmak”.

Bunun için Mansur Yavaş’ın aday olması gerekiyorsa, İmamoğlu buna da karşı çıkmayacakmış gibi duruyor.

NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Gerginlikten mutluluk ve huzur çıkmayacağını anladığımız zaman.