AKP’nin ilk yıllarında AKP’ye kamuoyu yoklamaları ile destek olmuş bir isimle konuştuk birkaç gün önce.
Ne düşündüğümü merak etmiş.
Önce kendi bildiklerini anlattı.
“CHP’de iki görüş hakimmiş. Biri, İmamoğlu’nun şimdiden aday olarak açıklanması, diğeri ise sine-i millete dönerek erken seçimin zorlanması. AKP elindeki yargı ve yürütme gücünü birlikte kullanarak teker teker belediyeleri alacak. Biz hamle yapalım diye düşünüyorlarmış” dedi.
“Sence ne yapmalılar?” diye sordu.
Ben de “Bunları duyuyoruz, sen duymadığımız bir şey söyle” dedim.
“Nasıl yani?” dedi.
“CHP’nin böyle bir şey yapması halinde ara seçim yapılıp, AKP ya da Cumhur İttifakı Anayasa’yı yapacak çoğunluğu ele geçirirse ne olur, AKP erken seçim mi yapar yoksa ara seçim mi?” dedim.
Durdu, düşündü.
“AKP ne yapar bilmem ama şunu biliyorum bugün AKP’nin en korktuğu şey bir erken seçim. Sen bakma piyasada dolaşan, dolaştırılan anketlere. AKP bugün tüm tarihinin en güçsüz döneminde. Birkaç büyük şehirdeki hareketliliği çıkar diğer kentler can çekişiyor. Yoksulluk hiç olmadığı kadar yüksek. MHP’nin Kürt açılımı ters tepti. Her yerde MHP’de en az 4 puanlık kayıp ölçüyoruz. AKP MHP’den kaçan bu oyu almaya çalışıyor ama olmuyor. Erdoğan’a destek tüm zamanların en düşüğü. Erdoğan’ın bir daha seçilmesi için Anayasa değişmeli mi diye sorulduğunda çok yüksek oranda değişmemeli çıkıyor. Suriye’deki başarı hikayesi hızla çöküyor. Belediyelerde yapılanlara ise halk çok da hoşgörü ile bakmıyor tam aksine CHP açısından bir mağduriyet hikayesi ortaya çıkıyor.”
“Yani” dedim.
“Bence ana muhalefet erken seçimi zorlamak zorunda. Gerekirse tüm muhalefet istifa ederek sandığı getirtmeli. AKP’nin kabusu bugün gelecek bir sandıktır.” dedi.
Elbette bu konuda ben net bir şey söyleyemem.
Ancak şunu biliyorum.
AKP savunma yapabilen bir ekip değil.
Hücum oynamayı biliyor ama savunmayı bilmiyor.
CHP’nin “normalleşme” süreci AKP’ye hücum organizasyonunu yeniden kurma şansı tanıdı ve sokak futbolu tabiri pek de kibar olmayan bir şekilde santradan gol atmaya kalkıştı.
Bu nedenle AKP’yi bir erken seçime zorlamak için mümkün olan her şeyi yapmak fena fikir değil gibi duruyor.
Tabii siyasetteki her hamle gibi riskleri de var.
Ama siyaset zaten risk yönetme sanatı değil mi!
Çorap
Esad gitmiş, Suriye özgürlüğüne kavuşmuş, Türkiye sayesinde ülkeye dirlik düzenlik gelmişti.
Her şey istediğimiz gibi gidiyordu.
Emevi Camii’nde namaz bile kılmıştık.
Hatta Trump bile Türkiye’yi ve Erdoğan’ı övüyordu.
Öyle diyorlardı.
Öyle kandırılıyordunuz.
Biz ise “Bu övgü tehlikeli, yarın HTŞ’yi terörist ilan edip, hamisi Türkiye’yi de terör yandaşı yaparlar. Dikkat edin” diyorduk.
Bakın şimdi gelişmelere.
Türkiye, yeni Kürt açılımında kimlerin aracılık edeceğine karar verebilmek için Kürdistan Demokratik Partisi Başkanı Mesud Barzani’den “izin” almak zorunda kalıyor.
Türkiye’ye Bahçeli’nin kadim dostu Ahmet Türk’ü Kürt açılımında aracı yapma izni veren Mesud Barzani sonra gidip Trump’ın dostum dediği PKK/YPG lideri Mazlum Kobani ile görüşüyor.
Ardından Mazlum Kobani ile görüşmek için ABD’nin daha önce de Ortadoğu ve Afganistan’ı karıştırmak için kullandığı CENTCOM’un komutanı Michael Kurilla Suriye’ye geliyor.
ABD’nin yıllardır PKK/YPG’ye yolladığı binlerce konteyner silah yetmezmiş gibi, ziyaretin hemen ardından 27 TIR silah daha PKK/YPG güçlerine teslim ediliyor.
Ve şimdi iddialara göre HTŞ ile PKK/YPG arasında çatışma çıkacakmış ve HTŞ PKK/YPG’yi temizleyecekmiş.
HTŞ Suudiler ile yakın ilişkide iken böyle bir ihtimal çok yakın görünmese de, diyelim ki oldu.
Bunun uluslararası alandaki yansıması kaçınılmaz olarak şöyle olacaktır: “Türkiye’nin desteklediği gruplar, daha önce bölgeyi IŞİD’den temizleyen Kürtlere saldırıyor”
Hatta Trump’ın söylemi doğrultusunda hareket ederlerse “Erdoğan’ın adamları, Kürtlere saldırıyor” demeleri an meselesi.
Suriye’de işler pek de göründüğü gibi değil anlayacağınız.
Türkiye bir kez daha kendi başına geçirilecek çorabı kendi örüyor gibi.
AKP’li vekil haklı
Bir internet sitesi haberi Ümit Özdağ’a meydan okuma olarak görmüş.
Ben ise tam tersine ilk kez bir AKP’linin Türkiye’deki Suriyeli “zorunlu misafirler” hakkında doğru düzgün elle tutulur bir şeyler söylemesi olarak değerlendiriyorum.
AKP milletvekili Oğuz Üçüncü, Türkiye’deki Suriyelilerin geri dönmesi ile ilgili konuşurken “Doğup büyüyüp İstanbul’dan başka metropol görmemiş birinin yıkık dökük bir şehre dönme ihtimalini gerçekçi bir biçimde tartışmamız gerektiğine inanıyorum” demiş.
O kadar doğru ki!
Benim 2014 yılından bu yana uzmanlara, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) yetkililerine sorarak vardığım sonuç ve söylediğim de tam bu işte.
Ümit Özdağ’ın da farklı bir şey söylediğini zannetmiyorum.
5 yılı aşan mülteciliklerde, geri dönme oranı yüzde 20’nin altında diye 10 yıldır yazıp söylüyoruz.
Zaten Ümit Özdağ da “Gidecekler” demiyor, “Göndermeliyiz, göndereceğiz” diyor.
Aslında AKP’li milletvekili, kendi partisindekilere sesleniyor.
“Merak etmeyin, gitmeyecekler” diyor.
Haklı.
Gitmiyorlar, gitmeyecekler.
Normalde yaşlılar gider ama bu kez onlar da gitmeyecekler.
Bedava sağlık hizmeti aldıkları, ülkenin gerçek halkına bile sağlanmayan imkanlardan faydalandıkları için onlar bile gitmeyecek.
Memleketin okumuş evlatlarına, doktorlarına “Giderlerse gitsinler” diyen Cumhurbaşkanı, Suriyeli yasa dışı göçmenlere “Başımızın üzerinde yerleri var” dediği için gitmeyecekler.
Rich People Problem
Dünün en sulu dedikodusu, Hacı Sabancı’nın evlenmeden önceki bir ilişkisinden bir çocuğunun olduğunun Adli Tıp raporu ile kesinleşmesiydi.
Bu konu ile ilgili bir yorum yapmayı ayıp sayarım.
Tamamen bir aile içi mesele ve beni hiç ama hiç ilgilendirmiyor.
Ancak sanki tarihte ilk kez böyle bir durumla karşılaşılmış gibi gelişen toplumsal davranışı da şaşkınlıkla karşılıyorum.
Neden mi!
Ben Türkiye’de benzer bir durumla karşı karşıya kalmamış varlıklı bir aile tanımıyorum.
Tanıdığım veya bildiğim tüm zengin ailelerinde benzer bir durum var.
İstisnasız diyebilirim ya da yok sayılabilecek kadar az bir istisna oranı ile.
Aklınıza getirebileceğiniz varlıklı, güçlü, popüler tüm ailelerde mutlaka evlilik dışı bir çocuk, sonradan ortaya çıkmış veya varlığı baştan beri bilinen bir çocuk ve gözü yaşlı bir “metres” hikayesi var.
Kimi Türkiye’de, kimi dışarda, kimi ABD’de, kimi Fransa’da hatta belki de inanması en zor olanı İspanya’da olmak üzere pek çok benzer olay var.
Bu yüzden açılmış miras davaları, babaların ölümünden sonra para verilerek kapatılmak istenen olaylar onlarca, belki yüzlerce.
O yüzden özellikle sosyetemiz Hacı Sabancı meselesine “Aaaa” diye hayret nidaları ile yaklaşmasın.
Biliyoruz ki bu durum aslında bir “RPP”.
Yani “Rich People Problem”
Yani bir “Zengin İnsan Sorunu”
Sonuçta herkesin tenceresinin dibi kendine.
Bizi de hiç ilgilendirmiyor.
Sizi de ilgilendirmesin!
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Başkalarının dertleriyle mutlu olmadığımız zaman.