Belediyenin ve siyasetin kapı bekçileri

Türkiye kamuoyu, fazla soru soran, soruların peşini ısrarla süren, hasbelkader verilen cevapları dikkatle dinleyen siyasal-toplumsal reflekslere ve böylesi bir politik inada sahip sayılmaz. Zaten sağlam olmayan kökler ve pek de gelişememiş siyasi gelenek, dönemin fikri rüzgarları ve ilişki alışkanlıklarıyla “şahtı şahbaz oldu”. Galiba artık bütün dünyada benzer eğilim yaygınlaşıyor. Bu durumda siyaset kurumu da, bir şey anlatmakla kendini fazla yormuyor. İktidarı ve muhalefetiyle neredeyse bütün siyasi aktörler, tabanlarıyla uyumlu bu beraberliği zorlama zahmetine -riskine- girmiyor. Sadece reaksiyonları kontrol etmek ve hızlı tüketilen gündem dalgalanmalarında pozisyon almak ve imkanları değerlendirmek “siyaset” yapmaya fazlasıyla yetiyor. 

Siyasetçilerin sık müracaat ettiği derin “feraset” ve “sağduyu” da, seçmen davranışlarında derin izleri olan hasletler değil. Yani arz ve talep kolay buluşuyor. En popülist hatipler bile “seçmeni tanımak” kalıbıyla, -örtülü biçimde- “göbeğini kaşıyan çoğunluğu” tekrar tarif ediyor ve aslında velinimet olarak görüyor. Seçmenlerin reaksiyonlarını yönetmek, tepkilere konuşmak ya da kışkırtmak asli siyasi faaliyet sayılınca, işin iletişimi elbette kırılganlıkların adresi oluyor. Siyasetçiler, ne söylediği yerine söylemeyi becermesine yoğunlaşan bir tartı kuruluyor. Hep kullanılan, “gündem” değiştirme hadisesi de, mevzuların ağırlığından ziyade konuşma biçimiyle hatta sadece idare etme yeteneği açısından önem kazanıyor. Bu yüzden en sarsıcı, en etkileyici gündem başlıkları bile içerikleri itibarıyla çok dayanıksız.

Geçtiğimiz haftanın önemli başlıklarından biri, CHP Afyon Belediye Başkan adayı Burcu Köksal’ın sözleriydi. Köksal, Afyonlulara belediye başkanlığını kazanırsa “DEM Parti dışında herkese kapılarının açık olacağını” söylüyordu. Partisinin birkaç dönemdir milletvekili ve halen Grup Başkanvekili olan bir ismin bu sözlerinin, Özgün Özel’in söylediği gibi “dil sürçmesi” olması pek akla yakın gelmiyor. Zaten dili böyle sürçen, ağzı ile kulakları arasındaki bağlantı böylesine kopmuş ve kastettiğini ifade etmeyi bu kadar beceremeyen birinin bu görevlerde bulunması da ayrı bir tartışma. Sık dile getirilen ve ayarı iyice kaçmış ikinci ihtimal, Köksal’ın bilerek ve belki de maksatlı olarak bu sözleri sarf ettiği. İşaretleri bariz veya ispatlayamayacak spekülasyonlar muhtelif. Bu ihtimal için farklı gerekçeler ileri sürülüyor. CHP’nin parti içi kavgalarının ve özellikle İmamoğlu’na kaybettirme çabasının mahsulü çeşitli komplo iddiaları, en çok ilgi (taraftar) toplayanlar. Hatta olayın bu kısmı diğer partileri de içine alan asıl tartışma zemini olma yolunda. Bir diğer gerekçe ise CHP içinde bu görüşlerin zaten bir yeri ve ağırlığı olduğu varsayımından yola çıkıyor ve DEM Parti mücavir alanında ilgi görüyor. Köksal’ın vaadini yerine getirdiği söylenen Muhittin Böcek ve çok daha fazlasını söyleyen Tanju Özcan’ın yeniden aday gösterilmesi örnek veriliyor. Hadiseyi talihsizlik olarak görmekle birlikte, kutuplaştırma siyasetinin zorunlu kazası gibi görüldüğüne de tanık oluyoruz. Çok kabaca, iktidarın suçlamalarına “anlaşılır cevap verme telaşı” mazur gösterebilecek bir bahane sayılıyor. CHP’yi hedefe koyan diğer muhalefet aktörlerinden de yıkıca destek alıyor.

İktidarın etkili biçimde kullandığı kutuplaştırma ve düşmanlaştırmaya cevap yetiştirmedeki çaresizlik mazeretiyle başlayalım. “Belediyeleri DEM Parti ile yönetecekler” iddiasına karşılık, “onları kapıdan içeri almam” cevabının arasındaki müthiş uyumu görmek lazım. “Mükemmel” bütünü ve sürekli işleyen bir devri daim mekaniğini tamamlıyorlar. Rasyonel olma veya inandırma derdi olmayan, kimseyi ikna edemeyeceği gayet açık ama biri olmadan diğeri de olamayacak bir kısır döngü. Beş yılda açık ya da örtülü ittifaklarla iki seçim geçilmiş olması ve defalarca bu iddiaların ileri sürülmesi, herhangi bir ilerleme (değişiklik) yaratmamış. Köksal’ın gelen tepkilere cevap olarak yaptığı açıklamadaki inat ve sosyal medyanın bir kısmı ile muhalefet tarafından gördüğü kışkırtıcı destek bunu gösteriyor. 

Aynı şekilde Özgür Özel’in “dil sürçmesi” geçiştirmesi ya da yasal bir mecburiyeti “eşitlik taahhüdü” adıyla vaade çevirmeye kalkması da tahammülü zor bir tekrar hissi veriyor. Bu olaya verilen ya da verilmeyen tepkiler ve yönetme üsluplarındaki farklar ise mevzuya (siyasi zeminin zehirlenmesi) ilişkin olmaktan daha çok, seçim ve sonrası pozisyonlar etrafında tartışılıyor. Komplolar veya olası sonuçlar, yapısal sıkıntılardan uzakta, kapanmamış hesaplar üzerinden veya konjonktüre etkisiyle ele alınıyor. Mesela, Burcu Köksal’a gayet açık biçimde karşı çıkan İmamoğlu, ayağına dolanabilecek taşı tek vuruşla önünü açabilecek hale getirdi. İyi de yaptı ve bu vesileyle “Kürtlerle arama parti giremez” sözleriyle yaptığı sıkıntılı çıkışı da unutturdu.

Böylesi olayların “bin nasihatten” daha etkili deneyimler haline gelmesi ve ders çıkarılıp değişim yaratabilmesi için, mazeretler, komplolar dışında da tartışılabiliyor olması lazım. Öncelikle de iletişim kazası olarak ele alınmaması ya da yönetilmemesi gerekli. Siyasi iletişimin, siyasetin bütünü muamelesi gördüğü bir atmosferde hiç kolay değil elbette. Anlamı ve bağlamı iyice karışmış olmakla birlikte, “tabana” aşırı yayılan ve çok revaçtaki “algı” kelimesi ile etrafında türetilen yan kavramların popülaritesi tesadüf değil. Kaba genellemeler üreten korunaklı aidiyetler veya tanışıklıkla yetinen ilişkiler dünyasında “aynen” nasıl fonksiyonelse, “algı” da, sığ siyaset zemininin süper açıklayıcısı. 

Temel tercihler, sorunlarla ve nedenleriyle kurulan ilişki yerine, gündeme göre alınan pozisyonlarla şekillenen siyasi alanda, her şey “algı” veya algıyla ilgili. Negatif etki yaratan veya karşı tarafın dile getirdiği her gelişme, “algı yaratmak”; pozitif etki yaratan ve kontrol edilebilenler ise “algı yönetmek”. En temel meselelerde bile, nedenleri ve ilişkileriyle bütün oluşturan tercihler ve süreklilik kazanan tutumlar pek konuşulmuyor. En azından, alınan geçici pozisyonların nasıl anlatıldığı, tutarlı ve bütünlüklü politik duruşlardan daha fazla yer kaplıyor. Herkesin birbiri aleyhine bolca kullanmasına rağmen, siyasi tutarlılığın, son derece etkisiz bir unsura dönüşmesi de bu yüzden. Spekülasyonlar ya da komplolarla örselenmeyecek kalıcı pozisyonlar, tutarlılığı rakibinde değil kendisinde kovalayanların sağlayabileceği avantaj.