CHP Afyonkarahisar Belediye Başkan adayı aynı zamanda grup başkanvekili Burcu Köksal’ın “Belediye Başkanı olarak seçildiğimde Afyonkarahisar Belediyesi’nin kapıları DEM Parti hariç bütün siyasi partilere açık olacak.” sözleri Türk siyasetinin aşamadığı Kürt fobisini ve DEM Parti sorununu tekrar görünür kıldı.
CHP’nin, özellikle de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tepkisi ise aslında beklenen ötesine geçti ve bundan sonrası için önemli bir eşik oluşturdu.
Köksal tartışması birinci olarak ilkesel bir yanlışa işaret ediyor. Seçimle iş başına gelmiş ya da atamayla koltuğuna oturmuş hiç kimse vatandaşlar arasında siyasi görüşü üzerinden bir ayrım yapamaz. Bu sadece belediye başkanları için geçerli değil. Vali de bakan da sıradan bir devlet görevlisi de Cumhurbaşkanı da benim işgal ettiğim makamın kapıları bir partiye kapalı diyemez, bunu pratik bir uygulama haline getiremez.
Demokrasilerde meşruiyetin iki temel kaynağı vardır. Seçimler ve anayasal hukuk düzeni. Bu ikisinin dışında bir meşruiyet kriteri getirirseniz bunun adı en hafif tabirle ayrımcılık en uç noktada İsrail’in yaptığı gibi apartheid rejimi olur. Bu iki ucun arasındaki hiçbir nokta da kabul edilebilir değil.
Dolayısıyla Köksal “yapacağım” dediğinde yanlış olan başka bir devlet görevlisi yapınca doğru olmaz. İktidar sözcülerinin meseleyi sadece parti içinde bir ayrım olarak değerlendirip ilkesel itirazda bulunmaması onların da aynı yerde durduğuna işaret ediyor.
İkinci husus, Köksal’ın açıklamaları, DEM Parti’nin ve seçmeninin şeytanlaştırıldığı bir siyasi atmosferde ifade ediliyor. DEM Parti ve seçmeninin uzak durulması gereken, meşruiyet zemini sorunlu, terörün doğrudan destekçisi dolayısıyla her türlü ayrımcılığa müstahak olduğu dilini ve pratiğini inşa eden de temelde iktidar.
Fakat bu dil sadece DEM Parti’yi içermiyor. Küresel anlamda popülizmin de yükselmesi ile başta mülteciler olmak üzere farklı olan her şey ve herkesten nefret eden bir psikoloji yükseliyor.
Kamuoyu araştırmalarında sorunları çözmek için kanun dışına çıkılabilir mi sorusuna evet diyen gençlerin artışı farklı olana tahammülün azaldığı, kanunsuzluktan rahatsız olmamanın yükseldiği, dışlayıcı bir tepkiselliğe işaret ediyor.
Üçüncüsü, Köksal’ın açıklaması ve sonrasında partiden verilen tepkiler aslında CHP’nin içindeki dönüşüm, değişim, toplumun genel değerleri ve demokratik ilkelere adaptasyon geriliminin dışa vurumu. Köksal’ın açıklaması tam da geleneksel CHP çizgisini yansıtıyor. Ulusalcı, “üniter devlet” tanımının içine tektipleştirmeyi sığdıran, farklılıklara sadece belli alanlarda müsaade eden geriye kalan kamusal alanın sahibi olduğunu varsayan üstenci anakronik CHP bu.
Çözüm sürecinde gensoru vererek sürece sonuna kadar direnen CHP geleneği bir yanda. Diğer yanda Kılıçdaroğlu’nun helalleşme, başörtüsü yasaklarından özür dileme çıkışları ile başlayan, İmamoğlu’nun “bu sözü söyleyen ya başka iş ya da başka parti baksın” açıklaması ile devam eden bir arayış çizgisi var.
CHP katı çeperlerine hapsolup kendi mutlak doğruları ile mutlu, seçmenin CHP’nin durduğu yere gelmesini mi bekleyecek yoksa toplumun asgari müşterekleri ve demokratik kriterlerle daha gerçek bir örtüşme yaşayabilecek mi?
Kolay değil. Hem de hiç kolay değil. Demokrasi diye yola çıkan muhafazakâr siyasetin dönüştüğü otoriterliği gördükçe, milliyetçiliğin yabancı düşmanlığı ve ırkçılıkla arasındaki ince çizgiyi her an geçebildiğini yaşadıkça, Kürt siyasetinin üzerindeki örgüt vesayetinden kurtulmasının ya da etnik bağlamı aşan dil üretmesinin zorluğu ile yüzleştikçe CHP’nin işinin de zor olduğunu görmek için kâhin olmaya gerek yok.
Ancak CHP’nin birçok kanaldan, biraz da panik halinde, Köksal’ın sözlerini reddeden bir tutum takınması eskiden Sezgin Tanrıkulu’na sahip çıkamayan partinin kendi içinde bir muhasebe sürecinden geçtiğini gösteriyor.
Dördüncüsü ise bu kriz CHP’de kimin siyasi ağırlığının daha hissedilir olduğunu gösterdi. İmamoğlu’nun çıkışı bir belediye başkanının değil genel merkez dışında siyasi bir ağırlık merkezinin çıkışı idi. Mevcut durumun CHP’ye maliyet üretip üretmeyeceğini anlamak için ise seçim sonuçlarını beklemek daha doğru.
Nihayetinde Köksal’ın açıklamaları bir kez daha hem CHP’nin hem Türkiye’de siyaset kurumunun Kürt meselesi ile yüzleşmesinin kaçınılmazlığını gösterdi.
DEM Parti’nin örgüt vesayetinden kurtulamaması, PKK’nın bir terör örgütü olarak artık Türkiye’deki varlık sebebini kaybedip üçüncü tarafların konjonktürel aracı haline gelmesi, PKK jeopolitiği ile söylemi arasındaki makasın açılması, Türkiye’nin yersiz olmayan ama artık aşması gereken korkuları ve terörün içerdeki kullanım değeri bu yüzleşmeyi ertelemeyi meşru kılmıyor, sadece öteliyor.