1 Ekim’de Bahçeli’nin çıkışıyla başlayan hamlenin yeni adı, silahların gömülmesi anlamına gelen “barış hamlesi” oldu.
Hamle tek taraflı başladı. DEM
heyetinin Öcalan’a yaptığı ziyaretle iki taraflı hale döndü. Ancak bu iki
taraflılık şu an için sadece niyet ortaklığıyla sınırlı. Buna karşılık nasıl
adlandırırsanız adlandırın, ister içerik deyin, ister süreç, bu konuda tam bir
belirsizlik var. Bu bakımdan tarafların hedefleri de tümüyle farklı görünüyor.
Malum barış girişimi akıbeti birbirine
bağlı iki alanı, Türkiye’yi ve Kuzey Suriye’yi, diğer ifadeyle Rojava’yı
kapsıyor.
İktidar iki alanda da artan oranda
“Osmanlı’daki eşkıya teslimi” gibi “ya teslim ol ya canından ol” yaklaşımını
taviz vermeden sürdürüyor. Pazarlıklarını, hazırlıklarını buna yönelik yapıyor.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan alışık olmadığımız sıklıkta ulusal ve uluslararası
kamuoyu önüne çıkıp PKK Rojava’yı terk etmediği takdirde askeri operasyon
yapılacağını tüm taraflara ilan ediyor, ültimatom veriyor. Erdoğan’ın basında
yazılanlara göre “Öcalan için ev hapsi, mev hapsi diye bir şey yok. Bunlar
nereden çıkıyor? Af diye bir şey yok. Bebek katiline af yok” diyerek, adalet
bakanından bunun halka anlatılmasını istiyor. Son grup toplantısında, “Örgüt
çağrıya kulak tıkarsa ‘terörsüz Türkiye’ hedefimizi başka yöntemlerle
gerçekleştiririz” sözlerini yineliyordu.
Peki diğer taraf?
Diğer taraf ise barış sürecini silah
bırakmak kadar, içeride kimi Kürt taleplerinin karşılanması, siyaset yapabilmek
için demokratik temizlik, Meclis üzerinden bunları sağlayacak bir siyasal
mutabakatın oluşması, Rojava’da ise YPG ve Türkiye arasında bir uzlaşma olarak
görüyor ve bir belirsizliği yönetmeye çalışıyor.
Sırrı Süreyya’nın şu sözleri hem bu
bakışı, hem iktidarın tutumuyla ilgili görüşleri özetliyordu:
“Sadece bizler değil, devleti
yönetenler de, Ortadoğu’daki aktörler de aslında geleceğin belirsizliğini
bertaraf etmek üzere çeşitli hamleler yapıyor. İktidar, bizim atfettiğimiz
anlamda ‘devlet aklını’ devreye sokup, Kürtlerle barışacak ve Ortadoğu’da bu
şekilde mi temel aktör haline gelmeye mi çalışacak, yoksa ‘kadife eldiven
içindeki demir yumrukla’ Suriye’de Kürtlerle sert bir çatışmaya mı girecek?
Bence hâlâ bu konuda net bir karara varmadıkları için Türkiye’de süreç net
değil…”
Niyetler yakın, duruşlar yan yana….
Ancak içerik ve hedefler bakımında
arada bir uçurum bulunuyor.
Belirsizlik de esasen bu uçurumla
ilgili…
Bu uçurum kapanır mı? Nasıl kapanır?
Mümkünse bunu kapatacak olan, bu yeni
süreci başlatan koşullar, dış dinamik gereği ve baskısıdır.
Son yazımda söylemiştim:
“HTŞ için ülkedeki farklı silahlı
kuvvetlerin Suriye ordusuna katılması bir varoluşsal sorun. Türkiye’nin talebi
benzer. ABD, SGD’nin YPG’nin önde gelen isimlerinden arındırılması, Suriye
ordusuna katılması projesini destekliyor. YPG ve PKK ise bu bakımdan zor
durumda bulunuyor. Buna karşın Türkiye’nin tüm istedikleri, örgütün Suriye’den
her anlamda her biçimiyle buharlaşması da pek mümkün görünmüyor. Görünen o ki,
ABD mevcut dengeler itibarıyla tüm tarafları tatmin edecek YPG’ye bir varoluş
şekli arıyor. Bu bulunduğu anda, silahların bırakılması için gerçek anlamda bir
ışık yanabilir…”
Ancak belirsizlik hâlâ keskin, yol ve
zorlu uzun:
YPG’nin Türkiye’nin arzusu
istikametinde buharlaşması mevcut denge ve koşullarda pek gerçekçi değil ancak
Türkiye’nin sınırda örgütlü bir PKK varlığını kabul etmesi de kolay görünmüyor.
Dört sorun/belirsizlik ilk günden bu
yana varlığını sürdürüyor.
- Trump’ın nihai tavrı ne olacak?
- Bu çerçevede böyle bir ara yol,
Rojava’da uzlaşma noktası bulunabilecek mi?
- DEM’in siyaset yapması için
demokratik temizlik yapılacak ve Kürtler buna ikna olacak mı?
- Kürt tarafı kendi içinde hemfikir
olabilecek mi?
Umut var ama hâlâ peşrevdeyiz.