Suriye’yi şekillendirmek, Türk müteahhitlere çek yazacak bir hükümete ve Türkçe bilen kadrolara sahip olmaktan fazlasını gerektiriyor. HTŞ, İdlib’deyken Türkiye’ye bağımlıydı; Şam’a hakim olunca seçenekleri çoğaldı. Ve ayrıca kendi berbat sicilinin getirdiği engelleri aşmak için her tarafa kafa sallamak zorunda.
16 Ocak Perşembe 2025 Saat:
00:34
Esad yönetimini çökertme konusunda
hepsi ortak olsa da ülkeyi yeniden kurmaya sıra gelince Körfez ve Batı
bloklarından bazı ülkeler diplomatik diskuru “Suriye’de Türkiye sorunu” olarak
başlatma eğilimi taşıyor.
Ankara altını dolduramayacağı
büyüklükte “oyun kurucu” ve “Suriye’nin yeni sahibi” görüntüsünü vererek
ötekileri Şam’la diplomatik temas kurma konusunda kızıştırdı.
Bir tarafıyla HTŞ’yi meşrulaştırma
hedefine hizmet ediyor. Diğer tarafıyla meseleye “İran gitti Türkiye geldi”
diye bakan taraflara “Şam’ı Türklere bırakmayalım; angajmansa angajman,
yardımsa yardım” dedirtiyor.
Bu rekabet terör listelerindeki
HTŞ’nin temiz kâğıdı almasına, haliyle Ankara’nın yumurtalarını yığdığı sepetin
hepten çöpe gitmemesine yaradığı gibi Türkiye’yi dengeleyecek, belli alanlarda
da işini zorlaştıracaktır.
***
Her şeyden önce Suriye’nin Orta Doğu
denkleminden sökülmesini büyük bir zafer olarak gören İsrail halihazırda işgali
genişletip Suriye’nin bütün askeri varlığını yok ederek olabildikçe zayıf bir
komşu hedefliyor. Suriye’nin toparlanması, ordusunu ve cephaneliğini yeniden
kurması, ardından Golan Tepeleri, Kuneytra, Dera kırsalı ve Şam kırsalında
işgale karşı pozisyon alması, bertaraf edilmesi gereken bir gelecek.
Türkiye ise yeni Suriye güvenlik
güçlerinin eğitilmesi ve donatılması konusunda ciddi hevesler barındırıyor.
Libya ve Somali gibi ülkelerdeki tecrübelerini buraya taşımak istiyor. Bu
Ankara’nın da çok güçlü bir Suriye istediği anlamına gelmiyor. Özünde Erdoğan,
minnettar ve bağımlı bir komşu ilişkisine yatırım yapıyor. Fakat İsrail,
Hizbullah’ın rotasını kapatsalar da Suriye’de ipleri ele alan İslamcı güçlerin
ileride Hamas gibi örgütlerle etkileşim potansiyelini dışlamıyor. HTŞ şu
aşamada Suriye ve Ürdün’ün su kaynaklarını da tehdit eden işgalci hamlelere
sessiz kalarak önceliğinin Şam’da kazık çakmak olduğu ve İsrail ile Batılı
destekçilerinin hışmına uğramaktan kaçınan bir pragmatizm sergiliyor. İktidara
yakın kaynaklara bakılırsa “İsrail’e karşı sessiz kalın” diyen aklın kaynağı da
Ankara.
***
Türkiye’nin Suriye’de kara ya da deniz
üssü edinme ihtimali de İsrail tarafından potansiyel sorun olarak görülüyor.
İsrail istiyor ki, Filistin ve Lübnan’dan Suriye ve Irak’a kadar bütün bir
coğrafyayı izleyip cezalandırma özgürlüğüne gölge edilmesin.
Karşılıklı ağız dalaşlarına rağmen
Erdoğan’ın 23 yıldır özenle İsrail’i gözettiği, Gazze’deki soykırım sırasında
da işbirliğini kesmediği, Türkiye’deki NATO üslerinin Yahudi devletinin
hizmetinde olduğu ve Washington’daki Yahudi lobilerine hep şirinlik yaptığı
gerçeğinden bağımsız olarak Tel Aviv’in kafasındaki bölgesel tasarımda sorun
olarak kodlanan yeni bir durumdan söz ediyorum.
İsrail hükümetinin kurduğu Nagel
Komitesi, Türkiye ile ittifak kurmuş bir Suriye'nin İran’dan daha tehlikeli
olacağını vaaz ediyor. Esasen 7 Ekim 2023’ten bu yana İsrail’i zorlayacak
hiçbir gerçek önlemi almayan Erdoğan Türkiye’sinin Yahudi devletiyle bir
çatışma senaryosu içinde ele alınmasını haklı çıkaracak bir belirti yok.
Elbette Erdoğan, HTŞ lideri Ebu Muhammed el Colani’ye söyletmeği sözleri
kendisi söyleyebiliyor. Mesela dün “Er ya da geç İsrail işgal ettiği
topraklardan çekilecek” dedi. Bu çıkışı tetikleyen şey, İsrail’in Kürt
dosyasına el atması, ABD’de SDG lehine lobi yapması, Suriye’de kanton sistemi
için uluslararası konferans önermesi ve bir aşama sonra Ankara’nın yeni ortağı
HTŞ yönetimini de tehdit edecek olmasıdır. Sonuçta İsrail dost-düşman demeden
Suriye’deki bütün aktörleri kendince gemliyor. Erdoğan ‘Direniş Ekseni’nin
Suriye’den silinmesindeki katkılarıyla İsrail’den ‘üstün hizmet madalyası’
almayı hak ediyor. Türkiye açısından çatışma senaryosu bağlamlardan yoksun. Ama
İsrail paranoyak bir varlık! MEE’ya göre İsrail ordusuyla çatışmasızlık
mekanizması için ilk adımı atan Türkiye. İki ülke istihbarat teşkilatları da
rutin temaslarını sürdürüyor.
***
Kaçınılmaz olarak Suriye’nin yeniden
inşa süreci pek çok ülke ve çıkar grupları arasında rekabeti körükleyebilir.
Fakat stratejik yapılanma, rekabetten öteye kemik kırmayı da içeren bir
düelloya ‘gel gel’ diyor. Türkiye’nin Libya, Somali ve Katar’daki gibi
Suriye’de üs edinme ihtimali İsrail’in yanı sıra Arap ülkelerini de
işkillendiriyor. Kuşkusuz Suriye’nin bölgede yarattığı kaygı öteki
coğrafyalarla kıyaslanamaz. Gerçi Türkiye zaten içerde, ‘çık’ diyen ya da
diyebilen bir otorite de yok. Üs meselesi daha çok su kaldırır. Şimdilik erken
uyarıların yol açtığı kalp çarpıntılarını izliyoruz.
***
Stratejik denklemin kurulacağı bir
diğer konu deniz yetki alanlarının belirlenmesidir. Ankara, Libya’da birleşik
bir yönetimin teşekkülünü beklemeden Tobruk’taki hükümet ve Temsilciler
Meclisi’nin hilafına Trablus’taki hükümetle deniz yetki alanları anlaşması
imzalamıştı. Bunu Doğu Akdeniz’deki oyunu bozma adına yapmıştı. Ne var ki Mısır
ile Yunanistan kısmi deniz yetki paylaşımı anlaşmasıyla Türkiye’yi açığa
düşürmüştü. Erdoğan o oyundan sonuç alamadığı için Mısır ve İsrail’le
normalleşme yoluna girip AB tarafında da yelkenleri suya indirmişti.
Şimdi başta Güney Kıbrıs ve Yunanistan
olmak üzere Doğu Akdeniz’deki oyuncular, Türkiye HTŞ yönetimi ya da geçiş
dönemi hükümetiyle bir anlaşma yapar diye hop oturup hop kalkıyor. AB Dış
İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas’ın Hakan
Fidan’dan böyle bir şeyin olmayacağına dair söz aldığını söylemesi endişenin
Brüksel’i de sardığını gösteriyor. Mısır Devlet Başkanı Abdülfettah El Sisi,
Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis ve Rum Yönetimi lideri Nikos
Hristodulidis Kahire'de üçlü zirve yaptı. Buradan Suriye’de uluslararası
tanınmış bir hükümet kuruluncaya kadar Türkiye’nin anlaşma imzalamak üzere
olası bir girişiminin reddedilmesi kararı çıktı. Bu arada Lübnan Başbakanı
Necip Mikati’nin Şam ziyaretinde de deniz sınırlarının belirlenmesi bir öncelik
olarak ele alındı. Bu minvalde Suriye ile birlikte Doğu Akdeniz’deki film başa
sarıyor.
Ayrıca Katar gazını Suriye üzerinden Türkiye’ye bağlayıp Avrupa’yı ısıtma
fikrinin hevesli savunucuları da sınırdan aşağıya boru deliğinden bakıyor. Pek
çok nedene bağlı olarak Katar’da hissedilmeyen heyecan nedendir Türkiye’de
düşler kazanını fokurdatıyor.
(https://www.gazeteduvar.com.tr/ayni-nakarat-hep-ayni-ayni-katar-suriye-turkiye-dogal-gaz-hatti-makale-1749684)
***
Fakat stratejik hesaplarla ilgili bu
kadar telaşı haklı çıkaracak bir güç devşirmesi var mı?
Evet Erdoğan, Esad’ın düşüş sahnesinde muzaffer olarak resmedildi. Fakat devam
sahnelerini başkaları çekiyor. Ya da rejisör sayısında patlama var diyelim.
Şam’da mutlak belirleyici aktör hikayesi köpük saçıyor. Colani ve ekibi senenin
tek mevsimle dönmeyeceğinin farkında. HTŞ yönetiminin Dışişleri Bakanı Esad
Hasan el Şeybani, Suudi Arabistan, BAE, Katar ve Ürdün’ü turladıktan sonra dün
Türkiye’ye geldi. HTŞ’nin savunma bakanı ve Muhaberat şefi de yanındaydı. Üçlü
turluyorlar zaten. Türkiye’de muhalefet “Fidan, Şam’a ilk giden bakandı ama
Şeybani ilk ziyaretini Türkiye’ye bile yapmadı” diye iğneliyor. Öncelik
sıralaması Colani’nin tercihi mi yoksa Fidan’la önceden konuşarak
belirledikleri bir strateji mi? Bir kere Ankara’nın sıralamayı sorun etme lüksü
yok. Suriye’de tek başına belirleyici olamaz. Bu tür bir hırs uluslararası
toplumun tanımadığı, yardım elini uzatmadığı, yaptırım ve kara liste
kıskacından çıkarmadığı kuşatılmış ve tecrit edilmiş bir Suriye gerçekliğini
beraberinde getirir ki bunun en büyük kaybedeni Türkiye olur. Dahası
Şeybani’nin önce paranın kaynağına gitmesi, Arap dünyasını evirip çeviren
liderlerden vize alması, bu desteği Batı kapısında referansa dönüştürmesi
Ankara’nın da işine gelir. Elbette Körfez ve Batılı ülkelerle temasların
beraberinde getirdiği koşullar Türkiye’nin yönlendirme kapasitesini sınırlıyor.
Şam’da kimlerin belirleyici olacağı verilecek bir sürü kavganın sonucunda belli
olacak. Henüz vaat edilen ulusal konferans yapılmadı, geçiş hükümeti kurulmadı,
anayasa yazım aşamasına geçilmedi, seçimler yapılmadı. Sistemin ne olacağı
belli değil. Bu hamur daha çok su kaldırır. Colani’den alınacak sözler de
yarını görmeyebilir. Bu sözlere SDG’nin elimine edilmesi taahhüdü de dahil.
Libya’da BM’nin tanıdığı hükümetle yapılmış anlaşmaların bile hala yasal
geçerliliğini kazanamadığını bilerek Suriye’nin yarınına bakmak lazım.
***
Açıkçası Suriye’yi şekillendirmek,
Türk müteahhitlere çek yazacak bir hükümete ve Türkçe bilen kadrolara sahip
olmaktan fazlasını gerektiriyor. HTŞ, İdlib’deyken Türkiye’ye bağımlıydı; Şam’a
hakim olunca seçenekleri çoğaldı. Ve ayrıca kendi berbat sicilinin getirdiği
engelleri aşmak için her tarafa kafa sallamak zorunda.
Türk Dışişleri’nin Colani ve ekibini Vakko’dan giydirmesi ve diplomasi
koridorlarında yol-yordam öğretmeye çalışması çaylakların Halk Sarayı’ndaki
görüntülerini kurtarabilir. Fakat 2011’de Suriye’ye kirli müdahalelerin
arkasındaki jeopolitik hesaplar yeni gelenlerin önüne yeni sürümleriyle
çıkıyor. Hesaplar hesaplaşmaları da sahneye çekiyor. Ankara açısından da
“Şam’da olmak” bunların her biriyle uğraşmak demek.