Türkiye güne yine “belediye başkanı” haberi ile başladı.
DEM Partili iki başkan tutuklanırken, İstanbul’da Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat gözaltına alındı.
Belediyede ihaleye fesat karıştıran bir çetenin varlığı iddiası ile.
Köşemizin okurları hatırlayacaklardır, Ekim ayının son günü “Ahmet Özer test, tepkilere bakacaklar. Sonrası gelecek” dedim, Kasım ayının ilk haftasında yani hemen hemen iki ay kadar önce de “AKP, Esenyurt Belediyesi’nin ardından İstanbul’da bir başka ilçe belediye başkanını da görevden almaya hazırlanıyor diyorlar. Bu kez kendi çeperinde değil, merkezinde ve hatta AKP’nin şimdiye dek hiç kazanamadığı bir belediyeden söz ediliyor.” diye yazmıştım.
Şimdi bu durumu antidemokratik bulabilirsiniz.
Ama durun, bakın AKP muhalefetin başına nasıl bir çorap örmeye hazırlanıyor.
AKP iktidarı TBMM’ye Cuma günü alelacele bir kanun teklifi verdi.
Hep yaptıkları gibi “torba kanun teklifi”.
İçinde ne ararsan var.
Bu teklifi hızla yasalaştıracaklar.
Kamuoyuna torbanın sadece bir bölümü gösteriliyor. O bölümde en düşük emekli maşını 14.469 TL’ye çıkaran düzenleme, asgari ücret teşvik tutarını 1.000 TL’ye çıkaran düzenleme var ve “Emekli maaşları yetişsin” diye çok hızlı bir şekilde genel kuruldan geçirecekler.
Ancak torbadaki asıl önemli ve tehlikeli kısmı kimse konuşmayacak.
Torbanın dibine gizlenen düzenleme şu:
Anayasa Mahkemesi bir süre önce DDK yani Devlet Denetleme Kurulu’nun bazı yetkilerini iptal etmişti. Bu iptallerin yürürlük tarihi ise Şubat 2025 idi.
O tarih gelmeden, DDK daha da sert ve güçlü yetkilerle donatılmak isteniyor.
DDK üyelerine, doğrudan “görevden uzaklaştırma yetkisi” veriliyor.
Yasa teklifinde yer alan ifadede “memurlar ve diğer kamu görevlileri” diyor.
Yani memurların yanı sıra diğer kamu görevlileri, yani belediye başkanları, belediye meclis üyeleri.
Siyaseten atanmış bürokratlara, yargıya ve hatta ilgili bakanlıklara gerek kalmadan doğrudan görevden alma yetkisi.
Bu iktidarın elinde böyle bir yetkinin ne demek olduğunu umarım muhalefet partileri de anlıyordur.
Oyuncular çoktan sendikalaşmalıydı!
Dizi ve sinema sektörü karıştı.
Cast ajanslarına yönelik soruşturma sonrası önce bazı menajerlik şirketleri ve oyuncular hedefe kondu, şimdi hedef genişletildi.
Bu, Hollywood’u rahatsız eden Türk yapımcılara karşı yapılan ilk hamle değil.
Daha önce de FETÖ tarafından dizi yapımcıları hedef alınmıştı.
Ancak bu kez işin insani boyutu ön plana çıkarılıyor ve oyunculara yönelik baskılar konuşuluyor.
Bana sorarsanız bu ilk adım.
Sektörü biraz bilen biri olarak şunu söyleyeyim, o kadar çok dizi, o kadar çok prodüksiyon var ki, bana göre yetenek havuzu yetersiz ve seyircisi olan iyi oyuncuların iş bulamaması mümkün değil gibi görünüyor. Velev ki, huysuzlukları ile yapımcıları bunaltmamış olsunlar.
Projeler oyuncu bulmakta zorlanıyor.
Haksızlık yapılıyor mudur?
Mutlaka yapılıyordur, nerede yapılmıyor ki!
Bizim sektörde, gazetecilikte yok mu mesela!
En iyi gazeteciler işsiz, en iyi gazeteciler en düşük maaşa çalışmak zorunda kalıyor! Bakın Cumhurbaşkanı uçağına ne demek istediğimi anlarsınız!
Ama şunu söyleyeyim, dizi sektöründe her gün rating karnesi verildiği için iyi olmayanın iş bulup, iyi olanın işsiz kalma olasılığı diğer sektörlere göre daha düşük.
Taciz iddiaları elbette korkunç ve iğrenç, tabii ki, araştırılmalı ve soruşturulmalı.
Ama aynı oranda korkunç olanı “Yapımcı ile beraber oldum ama yine de bana rol vermedi” söylemi.
Bu da ilki kadar iğrenç.
Çalışma koşulları!
Bir ara Bloomberg HT’de, şimdi de Youtube’da yaptığım sanatçı söyleşilerinde her konuğuma bunu sordum.
“Uzun diziler çalışma saatlerinizin çok uzun olmasına neden oluyor” dedim.
Hiçbir sanatçı rahatça yanıt vermedi, vermek istemedi.
Şunu da söyledim “Peki sendikalaşmayı düşünmüyor musunuz, Hollywood’da bile sendika var” dedim.
Baktım ki rahatsız oluyor, konuşmak istemiyorlar sormadım. Ama yayın öncesi sohbetlerde hep söyledim, “Sendika kurun” diye.
Hepsi okumuş, çoğu entelektüel sanatçılarımızın hiçbiri bu konuda adım
atmadı.
Oysa sanatçıların haklarını aramak veya korumak sendikalaşması gerekiyordu çoktan.
Bugün niyeti belirsiz birkaç gazetecinin açtığı yoldan birbirlerini karalayıp, birbirlerine söveceklerine, sendikalaşıp doğru olmadığını düşündükleri uygulamalara karşı çıksalardı çok daha doğru, çok daha medeni bir tavır sergilemiş olurlardı.
Bugün ise korkum, sanatçıların bir bölümü haklı bu tepkisi üzerinden iktidarın egemen olamadığı bir alana çökmesinin yolunun açılması.
Çünkü 23 yıllık AKP deneyimi bana böyle söylüyor.
Devlet bunun farkında mı!
Tarık Çelenk, bir X mesajını benimle paylaştı.
“Bu Şeyh, Türkiye’de Kürt Nakşiliğinin, Menzil dahil, çok ciddiye aldığı bir adamdır. Hesap dışı farklı bir kırılmaya neden olabilir.”
Çelenk’in paylaştığı hesabın sahibi İbrahim Halil Baran.
Bildik bir isim.
Kürt milliyetçisi.
Şu anda yurt dışında.
Kendini “Şair, yazar, çiftçi, sürgün, PAKUR kurucusu, Kürdistan bağımsızlık doktrinine bağlı bir Kürt milliyetçisi” olarak tanımlıyor.
Urfa, Suruçlu.
Baran’ın paylaşımı ise şöyle:
“Kürtlerin ruhani lideri Şeyh Murşid Haznevi hutbesinde, Hz. Muhammed’in Bedir Savaşı’nda yaptığı duayı Kürtler için yaptı: Yarabbi, milletimizi ve topraklarımızı bombalayarak bizi yok etmek isteyenlerin çabasını boya çıkar! Yarabbi biz güçsüzüz, biz fakiriz, Müslüman kardeşlerimiz bize bu kadar zulmediyor… Yarabbi eğer bu sefer de kazanamazsak sana bundan sonra ibadet edilmeyecektir.”
Peki Murşid Haznevi kim?
Nakşiliğin, Halidi Bağdadi kolundan gelen ve Suriye’nin en büyük tarikatının kurucusu ve İslami eğitimini Bitlis’teki Norşin medreselerinde alan, haliyle “Seyyid” Ahmet Haznevi’nin tarikatı yöneten ailenin şu anki lideri.
Babası Esad rejimi tarafından 20 yıl önce öldürülen Haznevi, şu anda lider.
Ve Suriye kökenli tarikat, bir süredir Güneydoğu Anadolu’da da örgütleniyor ve 2023’de Gaziantep’te 67 bin metrekarelik dev bir külliye açtı.
Ve bu külliyeye on binlerce kişi akın ediyor.
Değerli okurlar, Tarık Çelenk’in uyarısı son derece yerinde.
Bu ülke koyar adım bir yere doğru gidiyor.
Ürkerek izliyoruz!
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Çaresizliğin esiri olmadığımız zaman.