Musk-Trump ortaklığı neyi temsil ediyor?

Modern dünyânın en dikkat çekici iddialarından birisi, yukarıdakiler ve aşağıdakiler arasındaki târihsel makasın kapatılmasıdır. Eşitlik bir ahlâkî değer olarak tam da bunu anlatır. Dramatik olan, bu iddianın, geleneklerinden ve muhitlerinden kopmuş büyük nüfûs yığılmalarının yaşandığı bir târihsel eşikte ortaya konmuş olmasıdır. Burada diğer modern ahlâkî kavram olarak özgürlük devreye girer. Köksüzleşme süreçlerinin özgürleşme için büyük bir fırsat sağladığı iddia edilir. Temelli sıkıntılardan başlıcası da budur. Eş anlı olarak nasıl özgürleşecek ve eşitleneceğizdir? İlki topluluksal (komüniteryen), diğeri ise bireysel açılımlar taşıyan bu iki doğrultu paradoksal, belki de uzlaşmaz bir çelişki olarak günümüze kadar geldi.

Köksüzleşmeyi, geleneksel ve kurumsal bağlardan kurtuluşun bir fırsatı; yâni özgürleşme imkânı olarak ve değerleyenler, çok geçmeden bunun sâdece kurumsal değil, bir toplumsal mesele olduğunu gördüler. Bireysel özgürleşmeler için yegâne engel devlet, kilise ve gelenekler değildi. Bizzat kapitalizmin toprakta mülksüzleştirerek kentlere yığdığı ve toplulukçular (komüniteryenler) tarafından özneleştirilen kitlelerdi de. Ağır darbeler yemiş olan aristokratik kalıntılar bundan son derecede şikâyetçiydi. Ama itiraz sâdece onlardan değil, yıldızı parlayan bâzı burjuva çevrelerden de gelmekteydi. Klâsik liberaller tam da bundan şikâyet eden burjuva çevreleriydi. Zamân içinde bu müştekî çevrelere, kendilerini toplumsal/sınıfsal mücâdelelere adamış; lâkin pratikte büyük bir hayâl kırıklığına uğramış toplulukçular da ilâve oldu.. Biz onları sâbık, küskün sosyalistler, solcular olarak da tanıyoruz.

Müştekîlerin gözünde köksüz kitleler, câhil, kaba, eğitimsiz, yıkıcı duygu ve eylemlerin kaynağıydı. Onları eşitliğin öznesi kılmak, yapılacak en büyük hatâlardan birisiydi. Bu zorakî eşitlemeler, bireylerin özgürleşmesine de mânî olacaktı. Bu şikâyet ve eleştirilerden mürekkep hatırı sayılır bir külliyat doğdu. Gustave Le Bon, Ortega Y Gasset, Elias Canetti, Frankfurt Okulu düşünürleri, meselâ Erich Fromm gibi tesirli yazarlar, kitlelerden gelen tehlikeleri analiz ettiler. Tecrübeler de onların yazdıklarına kuvvetli bir zemin oluşturmaktaydı. Bilhassâ II. Umûmî Harp ekseninde yaşananlar, popülizm, faşizm ve Nazizmler, çok acıtıcı tecrübelerdi. Anlaşılan bir diğer mühim husûs da, komüniteryen bir düşünce olan demokrasinin de bizzat kendi öznesi; yâni kitleler tarafından sönümlendirilme riskiydi.

II. Umûmî Harp sonrası kurulan dünyâ düzeninde, liberal değerler ile demokratik değerler, ekonomipolitik bir disiplin (Keynescilik ve çeşitlemeleri) üzerinden, şöyle böyle uzlaştırıldı. Kamucu bürokratik elitler bu sürecin odağındaydı. Ama bu uzlaşmanın çok geçici olduğunu söyleyebiliriz. Liberal demokrasileri ayakta tutan ekonomipolitik, daha doğrusu politik ekonomi son derecede kırılgan ve kısa ömürlüydü. 1990’lardan başlayarak yaşanan politik ekonomideki yıkımlar ortaya çok düşündürücü başka tablolar koydu.

En göze çarpan husus, elitlerin mâhiyet ve muhtevâsındaki değişimdi. Klâsik ciddî bürokratik elitler hızla gözden düştü. Buna, yine üretim aklıyla hareket eden klâsik ekonomik elitleri de dâhil edebiliriz. Yükselen yeni elitler finansal elitlerdi. Bu kesimlere elit olmak niteliğini kazandıran, paradan para kazanmaya dayanan ve derecelendirmesi de kazanç seviyeleri olan “başarılarıydı”. Elit olmanın eski kriterleri hızla berhâvâ oluyordu. Uçarı, taşkın, çocuk ruhlu bir dünyâları vardı. Çoğu genç, yeni yetmeydi. Olgunlaşma, derinleşme vb iddiaları sonu gelmez bir alayla karşılıyorlardı. Her şeyi işlemselleştiren, sayısallaştıran, amaçları doğrultusunda araçsallaştıran anomik bir zihniyetleri ve hayat tarzları vardı. Çocuk kalmak ve hayâtı yüzeysel yaşamaktan çok haz alıyorlardı. Kaptan Cousteau devrini tamamlamış, sörfçü Kelly Slater’ların devri başlamıştı. Devir artık dalgıçların değil; sörfçülerin devridir. Başta ekonomik faaliyetler olmak üzere oyunlaştırmadıkları hiçbir şey yoktu. Bu oyunlaştırmanın dramaturjisi ise, Richard Sennett ve Byung-Chul Han gibilerin yerinde kavramlaştırmasıyla aksiyonlara değil, performanslara isâbet ediyordu. Oyunlaştırılmış; Bakhtinci mânâda karnavaleskleşmiş yeni işletmecilik disiplini, mühendislikleri de içine alarak nâdan bürokratik-mühendislik yapılara ve elitlere meydan okuyordu. Entelektüel hayâtlar da bundan nasibini aldı. Ciddî ve derinleşme arzusunun taşıyıcısı; dahası toplumsal misyonları olduğuna inanan kamucu entelektüeller gözden düştü. Sanatlar, felsefe, akademya, gazetecilik vd kültürel sâhalarda at koşturanlar, yeni elitlere ayak uydurdu.(Sartre’ın boşluğunu ne ara Zizek doldurdu?). Bugün hemen hemen hepsi birer performans alanıdır. Siyâsal eylem de bundan nâsibini almış, eylem niteliğini kaybederek bir performansa dönüşmüştür.

Ama iş bununla bitmedi. 2000’li senelerden başlayarak bir başka elit daha zuhûr etti. Bunlar teknoloji elitleriydi. Garaj çocukları olarak biliniyorlar, baş döndürücü buluşlarıyla târihin eksenleriyle oynuyorlardı. Start up’lar finansal elitlerle teknoloji elitlerini birleştirdi. Bu füzyon, çırpınan bürokrasileri daha da çâresiz bıraktı. Artık sörf de demodeydi. Dalga sörfünü rüzgâr sörfü sönümlendirdi ve elitler uçuculaşıp bulutsallaştı. Yerküreyi küçümsemek, bir çöplük olarak görmek ve Mars’a yerleşme fantezisi onların söyleminde merkezî bir yer tutar. Normlar teknolojinin gerisine düştükçe, her yeni teknolojik buluş kânunlardan münezzehleştikçe, yeni elitleri için bizâtihî olan şımarıklık, meydan okuyucu ve yıkıcı bir özgüven patlamasına, kendilerini tanrısallaştırmaya ve içlerindeki yıkıcılığın açığa çıkmasına yol açtı.

Musk, Gates’in aksine, yerinde sayan, ama hâlâ kaslı ve pazulu olan ve huzursuz kitleleri manipüle etme kabiliyetini hâiz popülist bürokratik elitlerle de yol alınabileceğini gördü. Eminim, onun gözünde bu, yeni bir start up. Finansal, tekno ve teopolitik elitin füzyonuyla karşı karşıyayız. Trump-Musk ortaklığı tam da bunu anlatıyor. (Kurban Trudeau vb) ..Bu süreç, bizi yeni faşizmlere taşıyan, yabancı düşmanlığını siyonizmle taçlayan psycho bir süreç..(Demek ki demokrasiyi sâdece kitleler değil, seçkinler de sönümlendiriyormuş). Allah insanlığa acısın…