Kemal Can bu yazısında yeni çözüm sürecinin bundan sonraki olası aşamalarını değerlendiriyor. İmralı’dan beklenen “çağrı” gelecek mi?
Adının nasıl konulacağı, nereden geldiği ve nereye varacağı hala tartışmalı olan “süreç”, yüz gününü tamamladı ve 2025’in en önemli gündem başlığı olarak yeni yıla hızlı girdi. DEM Parti heyeti İmralı ziyaretinin ardından, siyasi partiler turuna başladı. Sürecin işaret fişeğini atan Bahçeli elbette ilk duraktı. Ve o da, Ahmet Türk’ün de dahil olduğu heyeti kapıda karşıladı.
Bir fotoğrafın anatomisi
DEM Parti heyeti ziyaretlere başladı.
Süreç için temas vakti: Ahmet Türk ve Devlet Bahçeli el sıkışıyor
Toplantı sonrasında verilen fotoğrafta katılanların memnuniyeti yüzlere yansımıştı ama ortaya çıkan birliktelik sahiden gerçeküstü.
Bu fotoğraf karesi, sürecin önemli bir özelliğini ve ciddi farkını gösteriyor aslında.
Sürecin inandırıcı olması ve ikna ediciliği görevi, -Bahçeli’nin çağrılarında da işaret edildiği gibi- DEM’e verilmiş. Bir tür zorunluluktan dolayı da onların üzerinde kalmış gibi görünüyor. Henüz sadece bir tarafı hakkında fikir sahibi olmamıza izin verilen “paradigma değişiminin” en önemli unsurlarından biri de bu.
Önümüzdeki günlerde diğer partiler, muhtemelen ağırdan alınacak. Belki de hiç olmayacak Erdoğan görüşmesi, tabloyu daha bariz hale getirecek. Hatta heyetin -belki biraz değişiklikle- Suriye’ye gitmesi ve PYD ile temasından da bahsediliyor. Dolayısıyla, rahatlıkla başka mekanizmalarla yürütülebilecek olan hızlı haberleşme, Bahçeli’nin çizdiği temas hattı ve öngörülen iletişim stratejisine uygun olarak, “sürecin” tamamlayıcı parçası olarak ilerleyecek.
Daha önceki “çözüm süreci”
Daha önceki “çözüm süreci” sırasında, HDP’ye yine bir iletişim görevi yüklenmişti. Ama iyimserlik sorumluluğunda bu kadar yalnız bırakılmamıştı veya daha hazır olan kendi kamuoyu ile sınırlı olduğu için yükümlülük çok yüksek değildi. Şimdi ise tekrar iktidar çevresinde toparlanmaya çalışan eski liberal müttefiklerin; Kürtlere dönüp, “Hadi, artık armudun sapı, üzümün çöpü demeyi bırakın ve yapın artık bu işi” diye özetlenebilecek tazyiki dışında, konuya katkısı olan aktif aktörler çok sınırlı.
Çoğu aktör için, pasif katılım hatta sadece “katkı” talebi gündemde. Sürecin inandırıcılığı için öncü görev veya iyi polis rolü üstlendiği söylenen Bahçeli ise nezaket ve kabul cömertliği dışında, ne “sorun” ne de “çözüm” bahsine yanaşıyor. Dahası böyle bir bağlama kategorik olarak karşı çıkıyor. Hatta Bahçeli’nin yeni imajına veya iddia edilen rolüne halel gelmemesi bile DEM sorumluluk alanına giriyor.
Buna karşılık DEM, kendi tarafını ikna işini, “bir zemin bulununca herhalde bir şeyler de alınır” (belki zaten alınmıştır) varsayımına ya da fısıltılara yaslayarak ertelemek zorunda bırakılıyor. Öcalan’dan, DEM’den, PYD’den talep adilenler, gayet ayrıntılı hatta aşamalı olarak sıralanırken, karşılığında bir vaat sunulmadığı gibi; olasılıkların neredeyse tamamı kulis, söylenti ve vehimlerden ibaret. “Kazanımların korunması” diye özetlenebilecek zarardan tasarruf arayışlarının hepsi, dönüp dolaşıp Suriye denklemine bağlanıyor.
Süreç için temas vakti
Baştan itibaren ve hâlâ, “süreç” gerekçeleri ve işleyişinde iç dinamiklerin daha belirleyici olduğu kanaatindeyim.
Bu bağlamda Suriye’nin -Rojava ile sınırlı olmayan biçimde- önemli bir iç politika meselesi olarak ele alındığını da ekleyeyim.
Rojava konusundaki bütün gelişmeler, yapılmış ve ihtimal dahilindeki temas trafiği üzerinden tartışılıyor. Alanda fiili çatışma ve askeri gerilim elbette devam ediyor. Ama neredeyse bütün taraflar, birbirlerini, müttefiklerini ve muarızlarını, yürüttükleri veya arzu ettikleri temaslar üzerinden iknaya veya sıkıştırmaya çalışıyor.
Bu çerçevede PYD ile yeni Şam arasındaki görüşmeyle, İmralı ile PYD arasında DEM üzerinden oluşacak temas, benzer fonksiyonlar edinebilir. Temasa açık olmak, temas edebilmek ve teması sürdürmek, nihai ya da geçici bir statünün yaratılması öncesindeki kritik hamlelerin, pazarlık kozlarının dayanağı yapılmaya aday.
Türkiye, Kürt meselesinin uluslararasılaşmasını, sadece kendi aleyhine işleyen bir parametre olmaktan çıkarıp, kendisinin de kullanabileceği bir enstrümana çevirme arayışında. PYD ise tek güvenlik garantisi olarak “ABD gitmez (bırakmaz)” tezinden daha fazla enstrümana sahip olmak zorunda. Dolayısıyla Suriye’de olup bitenleri “kimsenin öngöremediği bir sürpriz” olarak bir kenara koyarak “süreç” tartışması yapmak, dış dinamiği dikkate almamaktan ziyade, meselenin iç politik dinamikteki rolünü göremeyen ağır bir eksiklik.
Bahçeli ve “süreç” iletişimi
Bahçeli “süreç” çıkışında, kendisiyle birlikte diğer aktörler için de rol dağılımını yapmıştı aslında. Bu harita, temas ağları, ilişki rotaları kadar, inisiyatif alanlarını da tarif ediyordu. İnisiyatif almaya çağırdıkları yanında, inisiyatifsiz bırakılacakları da listeliyordu. Bahçeli, listenin en başına Kandil ve Demirtaş’tan sonra CHP’yi koymuştu.
Tabanları ikna etmenin gerekli bir enstrüman sayılmadığı “süreç” iletişiminde, tavan seviyesinde de en sıkıntılı ikilemi yaşayan CHP, inisiyatif açmazında. Bir tür “kaybet-kaybet” sarmalının eşliğinde duruyor. Kendi içindeki hacminden fazla etkisi bulunan bir kanadın ve iktidarın yeniden avantaj kazanmasından endişeli seçmenlerinin baskısına rağmen, “sürecin” tam karşısında konumlanmadı. Çünkü böyle bir erken pozisyon, iktidarı yerinden edecek muhalefet dinamiklerinden birinden peşin vazgeçiş anlamına gelecek.
Diğer taraftan tamamen iktidarın inisiyatifinde gelişen hatta muhataplarını bile yönetmeye çalışan “sürece” aktif katkı vermesi hem kolay değil, hem de buna açık bir kapı bulunmuyor. Daha önce ekonomide, dış politikada defalarca kullanılmış “u dönüş” veya tutarsızlık argümanlarının idare edebilirliği de -pek çok kere görüldüğü üzere- çok sınırlı. Sadece muhalefet seçmeni açısından değil, bazı yorumcular tarafından sık kullanılan, “iktidarda kalmak için yapıyorlar” önermesinin bir tespit değeri olsa bile, keşif kıymeti yok. Çünkü uzlaşırken de çatışırken de aynı gerekçe muteber.
Sürecin şimdiden karşısında yer alanlar ve alması muhtemel potansiyel konusunda da, iletişim stratejisinin “gelişine göre” tasarlanmamış olduğu anlaşılıyor. Bu sürecin öncekinden farklı tarafı, yüksek heves üretmekten çok, direnç zayıflığını merkeze alıyor olması. Bu anlamda Bahçeli’nin varlığı ve rolü fazlasıyla kritik. Ancak ben bunun taktik bir rol paylaşımı olmaktan ziyade, Kürt meselesiyle -ve günü kurtarmakla- sınırlı olmayan ve kalmayacak daha geniş -çok da yeni olmayan- bir paradigmayla ilişkili olduğu fikrindeyim.
Önceki süreçle kıyaslanırsa, şimdi direnç hattının çok daha zayıf olduğu açık.
“Milliyetçi” tepki kehaneti
Sadece sayısal potansiyel açısından değil, itiraz blokunun siyasi kapasitesi ve kabiliyetleri açısından da bir eşitsizlik var. Önceki süreçte, CHP ve MHP gibi çok kuvvetli taban dinamiklerini arkasına almış, güçlü ve gürültücü bir itiraz hattı söz konusuydu. Şimdi ise “milliyetçi reaksiyonu” bütünüyle temsile ne kadar ehil olduğu tartışmalı İYİP ve ZP’den ibaret bir -keskin- itiraz hattı mevcut.
Ayrıca Bahçeli’nin çıkışının ilk zamanlarında neredeyse kesin bir kehanet sayılan milliyetçi tepki, beklendiği kadar güçlü bir dalga yaratmış görünmüyor. (Gelişmelerin seçmen davranışlarına etkisini ölçmek için zaten çok erken) Elbette CHP’nin tabanında, teşkilatlarında ve özellikle medyasında, ciddi bir açmazın içinde kalan parti kurumsal tavrı dışında, dikkat çekici itiraz ve şüphe potansiyeli olduğu söylenebilir. Ancak bu potansiyelin süreç hattında biçimlenecek yeni bir blok için iknası kolay değil.
Sonuçta, Bahçeli’nin “Öcalan gelip DEM grubunda konuşsun” çağrısının ardından yaptığı, “öyleyse DEM İmralı’ya gitsin” aşaması nihayet geçildi.
Süreç, başlatanın işaret etttiği hızda olmasa bile önerdiği kronolojiyi takip ediyor.
Süreç için temas vakti: Bundan sonra ne olabilir?
Bundan sonraki aşama, bir şey söylemeden önce, söyleyeceğinin önemli olacağı teyidini -en azından şeklen- almış olan İmralı’nın daha somut işaretler vermesi.
Ahmet Türk, bir iki görüşme sonrasında bir çağrı gelebileceği fikrinde. Diğer taraftan DEM, Meclis’i merkeze alma görüntüsünü tamamlamak için siyasi parti ziyaretlerine devam edecek. Muhtemelen sürecin bu kısmı fazla uzatılmayacak. Çünkü temas edilen taraflardan katılımdan ziyade, “katkıları” hatta sadece arıza çıkarmamaları bekleniyor.
Sürecin diğer önemli ayağını oluşturan Suriye (PYD) ise hızla sürecin iç dinamik tarafına daha açık biçimde entegre edilecek. Geriye kalan, DEM aracılığıyla aktarılan “İmralı havasının”, daha somut bir “paradigma” tarifi haline gelmesini sağlayacak mesajın verilmesi. Yeni yılın ilk çeyreğindeki “süreç” seyahati işte böyle olacak gibi görünüyor.
DEM ile İmralı görüşmesini “bir noktaya gelindiğinin” işareti sayanlar, iktidarın kısa vadeli taktik hamlelerinin ve siyasi aritmetik hesaplarının öne çıktığı fikrinde. Beklenenden daha hızlı bir anayasa süreci veya erken seçim olasılığını dillendirenler de var. Fakat “süreç” kronolojisinin şimdiye kadarki seyri ve tahmin ettiğim vade aralığı, bu konuda fazla aceleye ihtiyaç duyulmayacağını düşündürüyor.