Suriye’nin geleceği ve dünyada demokrasi sorunu

Suriye’nin çoğulcu ve kucaklayıcı bir devlet yapısına kavuşabileceği ümitleri, ilk günlerdeki olumlu  havaya rağmen hızla sönmeye başladı. Ülkenin özellikle Alevi nüfusun yoğunlaştığı batıdaki sahil bölgelerinden gelen haberler hiç de iç açıcı değil. İnternette yayınlanan kanlı görüntülerden, özellikle Alevilere yönelik taciz, saldırı ve yargısız infaz eylemlerinin arttığı anlaşılıyor. Ortalıkta ciddi bir bilgi kirliliğinin varlığını göz ardı etmemekle beraber, HTŞ’ye bağlı intikamcı grupların eski rejim mensuplarını cezalandırma adı altında gemi azıya aldıklarına kuşku yok.

Bu saldırılara karşı yer yer silahlı direnişlerin başladığı görülüyor. Geçtiğimiz hafta ondört HTŞ militanı Lazkiye bölgesinde pusuya düşürülüp öldürüldü. HTŞ’nin intikam eylemlerinde kaç eski rejim mensubu ve Alevi’nin hayatını kaybettiği ise meçhul.

HTŞ’nin ülkedeki farklı kesimlerin güven duyabileceği bir düzen kuramaması halinde Pandora’nın kutusunun açılıp yeni bir iç savaşın başlaması işten bile değil.

HTŞ’nin eylemleri umut kırıcı

 

Soru şu; Colani olarak bilinen HTŞ lideri Ahmet el Şara’nın ve onun talimatları doğrultusunda kurulan geçici Suriye Hükümeti’nin çoğulcu, herkesin hakkını gözeten, kapsayıcı bir devlet yapısı kurmaya  niyeti var mı? Buna olumlu yanıt vermek şimdiki manzaralar karşısında mümkün değil. Olsaydı, azınlık toplumları ve gayrı müslimler arasında ilk günlerden itibaren ortaya çıkan endişeleri gidermek amacıyla onların temsilcileri de geçici hükümete alınır, ilk elde acilen tarafsız ve kapsayıcı bir kolluk gücünün kurulması için adım atılır, taciz ve intikam eylemlerinin önüne geçilirdi. Yargısız infazlar, yeni yönetimin eski alışkanlıklarından vazgeçmediğini gösteriyor. 

Suriye hakkındaki önceki yazılarımızda Colani’nin kafasının arkasında, Suriye koşullarına özgü bir şeriat düzeni kurmak olduğu yolundaki endişemizi paylaşmıştık. Colani’nin "Biz Afganistan’dan farklıyız, orada olanlar bizde olmaz" şeklinde konuşmasına aldanmamak lazım. Her ülkenin şeriat düzeni kendine! Şeriat düzeninin Suudi Arabistan, İran, Afganistan gibi farklı uygulamaları olabildiği gibi, Suriye uygulaması da olacaktır.

Colani’nin takım elbiseli-kravatlı, terbiyeli sivil dış görünümü de kimseyi aldatmamalı. Ülkede kapsayıcılık namına henüz bir şey yapılmadı. Yanılmayı çok istemekle beraber, bundan sonra da yapılmasını beklememek lazım. Kurulan geçici hükümete görebildiğimiz kadarıyla sürgündeki Suriye Ulusal Koalisyonu’ndan temsilci alınmadı. Türkiye’de estirilen tüm sevinç ve coşku havasına rağmen Ankara tarafından desteklenen İstanbul’daki “Geçici Suriye Hükümetinin Başbakanı” Abdurrahman Mustafa’nın şu anda esamesi bile okunmuyor.

Suriye ulusal ordusunun işlevi

 

Benzer bir durum askeri teşkilatlanmada da yaşanıyor. Geçtiğimiz günlerde Şam’da müstakbel “Suriye Ordusu” için ilk adımlar atıldı. Silahlarını bırakıp bu orduya katılacaklarını açıklayan gruplar HTŞ çatısı altında toplanan cihatçılar. Böyle bir ordudan medet beklenmez. Bunlara halen ülkenin kuzeydoğusunda YPG ile çatışan Türkiye’nin güdümündeki SMO gruplarının dahil olup olmayacakları meçhul. Muhtemelen sürgündeki muhalifler gibi dışarıda bırakılacaklar. 

Ülkenin önceliğinin bir ordu kurmak mı, yoksa herkesi kapsayıcı bir kolluk gücü kurmak mı olduğunun da tartışılması lazım. Türkiye’nin organizasyon, teçhizatlanma ve eğitimine talip olduğu ordu kime karşı ülkeyi savunacak? Golan tepelerini ve bitişiğindeki tampon bölgeyi işgal eden İsrail’e mi? HTŞ’nin gözünde düşman sayılan İran ve Hizbullah’a mı? İran ve Hizbullah zaten İsrail sayesinde Suriye’den uzaklaştırıldıklarına göre geriye sadece İsrail kalıyor. Suriye ne dün, ne bugün, ne de uzun bir gelecekte İsrail’le baş edebildi/edebilir. Suriye’de asker bulunduran ABD, Rusya, Türkiye gibi seçeneklerse zaten tartışma dışı. O halde bu ordu kime karşı kuruluyor?

Geriye bir tek ihtimal kalıyor. Yoksa kurulacak ulusal ordunun eski rejimde olduğu gibi iç düşmanlara (Aleviler, laikler, Hristiyanlar, Dürziler, Kürtler vs.) karşı mı kullanılması öngörülüyor? Bir zamanlar Hama’yı, Humus’u Deraa’yı yerle bir eden ordu, bu kez Lazkiye’yi Tartus’u, Kobani’yi, Haseke’yi mi yakıp yıkacak? O zaman yeni rejimin eski rejimden farkı ne olacak? Böyle bir ordunun kuruluşuna destek vermek Türkiye’ye yarar sağlar mı? Bunlar ilk elde akla gelen çılgın sorular. 

Müstakbel ulusal ordu konusundaki denkleme bir de PYD/YPG-SDG bilinmeyenini eklemek lazım. Mazlum Abdi’nin komutasındaki SDG güçleri Tişrin barajı, Karakozak köprüsü ve Kobani’nin güneyinde SMO ilerleyişini püskürterek, Fıratın batısında geçti. Şu anda çatışmalar Münbiç kırsalında sürüyor. Mazlum Abdi ulusal orduya katılmayı reddetmiyor. Ancak bunu SDG’nin  geleceği hakkında müzakereler sonucu uygun bir formül bulunması koşuluna bağlıyor. Bu formül kuşkusuz  Suriye’nin bütünlüğü içinde yeni anayasada Kürtlerin haklarının güvence altına alınmasını da kapsayacak. O zamana kadar YPG’nin silah bırakması beklenmemeli. ABD ardında oldukça, Fırat’ın doğusunda bir PYD/YPG varlığı kalacak. Her şey bundan sonra Trump’ın alacağı tutuma bağlı olacak.

Suriye’de ademi merkeziyetçi sistem lazım

 

Suriye’nin eskiden Baas-Esad rejimi altında olduğu gibi, sadece bir kesimin elindeki ceberut merkezi bir devlet yapısıyla yoluna devam etmesi mümkün değil. Böyle bir yapıda eski sorunlar farklı aktörler eliyle yeniden hortlayacaktır. Ademi merkeziyetçi bir sistem Suriye’de farklı etnik, dini ve toplumsal kesimlerin rahat nefes almasını sağlar, ülkeye huzur ve istikrar getirir. Ama Suriye’de böyle siyasi olgunluk ve iradenin olmadığı, uzun süre de olmayacağı kuşkusuz.

Diğer taraftan, Suriye’nin toprak bütünlüğü ve ulusal egemenliği uluslararası güvence altına alınmış, tarafsız statüde bir ülke haline getirilmesi halinde, ülkenin sorunları azalabilir. Tarafsız statüdeki Suriye’nin rejim muhaliflerini ezecek tam teşekküllü bir orduya sahip olmak yerine, sınır muhafaza birliklerinden müteşekkil kısıtlı bir askeri güce sahip olması, hem içeride rahatlama sağlar, hem de komşularının elinden müdahale bahanesini alır. Bu yolla belki de İsrail işgali sorununun zaman içinde çözüme kavuşmasına olanak sağlanır.

Bunlar ancak uluslararası toplumun yönlendirmesiyle mümkün olabilir. Uluslararası toplumda maalesef böyle bir birlik ve irade bulunmuyor.

Uluslararası toplum en sorunlu döneminden geçiyor

 

Uluslararası toplum şu anda en sorunlu döneminden geçiyor. Çok umutlu olduğum Güney Kore’de bile bu yakınlarda askeri darbeye tevessül edildi. Ülkede demokratik güçler direniyor ama siyasi sorunlar giderek derinleşiyor.

Dünyada demokrasi gerilerken Suriye’nin ülkedeki her kesimi kapsayıcı, çoğulcu bir devlet yapısına kavuşması için dışarıdan gereken desteği alması hayli kuşkulu. Bu konuda ne Trump Amerikasından ne AB’den ne Arap aleminden ne Rusya ve Çinden ümit var.

Trump şimdiden Panama, Grönland ve Meksika hakkında egemen devletlerin kabul edemeyeceği karanlık düşünceler telaffuz etmeye başladı. Aklında on dokuzuncu yüzyıla dönmek var herhalde.

AB kuruluşundaki ideallerinin çok uzağında. Gazze’deki soykırıma verdiği maddi ve manevi desteğin vebalinden öyle kolay kurtulamayacak. AB, karşı karşıya olduğu yabancı göçmenler, ekonomik ve teknolojik sorunlar, demokrasi zafiyeti ve hantal bürokrasi gibi meselelerin altından da kalkamıyor.

Rusya’nın elinde masum Ukraynalıların kanı var. Rusya elindeki nükleer silahları Batı’ya sallayan geri ve saldırgan bir ülke olmaktan ileriye gidemiyor. Suriye yenilgisi Rusya’nın büyük devlet statüsüne iyice son verdi. Bundan sonra Moskova’yı ancak Kuzey Kore gibi parya ülkeler ciddiye alır.

Çin’in kalkınma hamlesi artık durdu. Çin, ekonomisi ne kadar büyük olsa da, yeni fikirlerin serpildiği, dünya için cazibe merkezi bir ülke asla olamayacak. Deng Şiaoping’in hayali artık gerçekleşmeyecek. Tayvan ve Güney Çin Denizi üzerindeki Çin tehditi dünyaya barış değil savaş tohumları ekerken Çin’in başka coğrafyalarda barışa katkı sağlaması olanaksız.

Arap aleminin ise ne demokrasi ile ne insan haklarıyla ilgisi var. Saldırıya uğrayan kardeşlerinin yardımına gidemezken, Suriye’ye hayırlarının dokunması mümkün değil.

Peki Türkiye Suriye’ye bu konularda destek olabilir mi? Şimdiki iktidar altında bunun mümkün olmayacağını herkes biliyor. Ama Türkiye’de yadsınamayacak demokratik ve kültürel bir birikim var. Kendimizi hiç de yabana atmayalım. Türkiye’nin ileride bir gün mazlum halklara yeniden ışık olacağına dair umutlarımı hiç kaybetmedim.

Herkese mutlu yıllar dilerim.