Altılı Masa sürecinde ben aktif siyasetin içindeydim.
Gelecek Partisi Genel Başkan danışmanı olarak bazı konuları daha yakından gözlemleme, pek çok aktörü yakından tanıma imkânı buldum.
Ankara Milletvekili Nedim Yamalı’nın Salı günü partisinden istifa edip üstünden 24 saat geçmeden AKP’ye katılması ve rozetini bizzat Cumhurbaşkanı’nın takması bir yüzleşme ihtiyacını beraberinde getiriyor sanırım.
Yamalı’nın AKP’ye geçmesiyle birlikte Kemal Kılıçdaroğlu ile Ahmet Davutoğlu da bu eleştiri bombardımanından paylarına düşeni aldılar.
Bugünden geriye bakarak bu eleştirileri yapmak bir kolaycılık, oysa, Altılı Masa’nın umut dolu günlerinde bambaşka bir atmosfer içindeydik.
Hatırlarsanız, seçime giderken iktidar her zaman olduğu gibi büyük bir değişiklik yaparak D’Hondt sistemini getirdi.
Karmaşıklığını şöyle özetlemeye çalışayım, iktidar bu değişikliği yaparak iki şey elde etmek istiyordu: bir, iktidarla aynı tabana seslenme iddiasında olan yeni partilerin alacağı oyların milletvekili çıkarmalarına yetmemesi; iki, daha önce seçime girmemiş partilerin -Gelecek, DEVA, Zafer vs haricinde HDP’nin yerine seçime giren YSP de bu partilerden biriydi- sandıklarda temsilci bulundurmalarının zorlaşması.
Dolayısıyla, bu yeni sistemin getirdiği yeni şartlar “artık oy”ların boşa gitmemesi için partilerin mümkün olduğunca ortak bir listede biraraya gelmesini mecbur kıldı.
Üstüne bir de 3-5 Mart krizi geldi, Akşener’in açıklamaları sonrasında İYİ Partililerin seçim meydanlarında kerhen çalışacağı belli oldu.
Ortak listeye katılmak bir yana, Akşener mitinglerde sahneye çıkıp Altılı Masa’nın en büyük bileşenine oy vermemelerini “bir oy Kılıçdaroğlu’na bir oy bana” diyerek seslendiriyordu.
İşte bütün bu gelişmelerden sonra, CHP listeleri artık “CHP ortak listesiydi” ve Altı Ok tarihinde olmadığı ölçüde kapsayıcı olmak durumundaydı.
Hiç öyle “Kılıçdaroğlu kendi adaylığını kabul ettirmek için bu partilere bol kepçeden milletvekili kontenjanı verdi” demeyin, bu haksızlıktır, bu partiler, kendi tabanlarının tamamen zıddındaki bir partinin çatısı altında biraraya gelmeyi kabul ettikleri için oyları böylesine düştü, eğer Fatih Erbakan’ın yolundan gitselerdi böyle olmazdı.
Eleştirmek için evvela hakkı teslim etmek gerekir.
Bu kişiler muhalefette yer almak ve bu birlikteliği anlamlı kılmak için Altılı Masa’yı oluşturdular.
Seçimi kaybetmiş olsa da Altılı Masa bu ülkeye çok şey kazandırmıştır, tabanlar ilk kez böylesine birbirine yakınlaşmış, tanımaya ve anlamaya çalışmış, nefret ortadan kalkmış, CHP’li ile Saadet Partili kol kola aynı hedefe yürürken kutuplaşmanın beli kırılmıştır.
Şöyle düşünün, Ekrem İmamoğlu başta olmak üzere daha önce oy verdiğiniz, sevdiğiniz, takip ettiğiniz birçok insan bir “büyük uzlaşı projesi” adı altında AKP listesinden seçime giriyor, eliniz gider mi?
Benim giderdi, seçmenin de bu yönde bir tercih yapacağını düşünüyordum ama öyle olmadı, birçok insan bildiğimizden şaşmayalım diyerek iktidara oy verdi.
Gelecek Partisi için daha rahat konuşabilirim çünkü o kararalma anlarının bazılarında ben de oradaydım.
Davutoğlu’nun CHP listelerinden seçime girme konusundaki kaygıları kamuoyuna da yansımıştı.
Hep Demokrat Parti çizgisine oy veren halasının bile mührü CHP’ye vurmakta zorlanacağını söylemişti, söylemekle de kalmadı alternatif aradı, DEVA ve Saadet ile “ittifak içi ittifak” yapmayı önerdi, ama bilindiği gibi bu teklifler karşılık bulmayınca “CHP ortak listesinde” yer almak her parti için bir zorunluluk haline geldi.
Gelelim, vekillerin seçimine.
Davutoğlu’nun vekil listesini belirlerken stratejisi, Türk-Kürt, Alevi-Sünni, başörtülü-başörtüsüz demeksizin toplumun her kesimini temsil eden isimleri Meclis’e göndermekti.
Bu isimlerin çoğunun eski AKP’li olmasını da istiyordu çünkü veriler Cumhurbaşkanlığı seçimini Kılıçdaroğlu’nun kazanacağını gösteriyordu ve yenilmiş bir Erdoğan’ın partisini birarada tutmakta zorlanacağı, Meclis’te o insanlarla çok rahat diyalog kurabilecek birilerinin varlığının AKP’den vekil çekebileceği ve muhafazakâr siyaset adresinin artık Gelecek Partisi olacağı düşünülüyordu.
Hatta Erdoğan’ın seçimi kaybettikten sonra 31 Mart’ta da büyük bir darbe alacağı, pek çok belediyeyi kaybedeceği, bunun sonunda da “tabela partisine” dönüşebileceği konuşuluyordu.
Gelgelelim, seçimi Cumhurbaşkanı’nın yeniden kazanmasıyla bu strateji duvara tosladı.
AKP’li vekiller ile diyalog kursunlar diye Meclis’e giden vekillerden bazıları anlaşılan görevlerini AKP ile diyalog kurmak diye revize ederek kendi istikballerini garantiye almanın peşine düştüler.
CHP ortak listesinden Meclis’e giden Nedim Yamalı’nın istifa ederek AKP’ye geçmesi bu stratejinin tutmadığını ortaya koydu.
Başından beri ben bir tek gün bile bu stratejinin doğru olduğunu düşünmedim.
Makas değiştiren bir tren nasıl iki farklı yere gidebilirse bu strateji de öyleydi, riskliydi, Kılıçdaroğlu kazansaydı başka olurdu, Cumhurbaşkanı kazanınca başka.
Bu tezvirat daha ilk gün başladı, hiç kesilmedi, hep aynı isimlerin AKP’ye geçeceği söylendi, o isimler bu iddiaları hiçbir zaman açıkça yalanlamadı.
Hatta yine Gelecek Partisi kontenjanından milletvekili seçilen Doğan Demir, henüz vekilliğinin ilk aylarında, “CHP listesinden Meclis’e gelen on arkadaşımızdan hangisi AKP’ye katılırsa şerefsizdir!” diye bir açıklama yapmak ihtiyacı duymuştu.
İsimlerini tek tek yazmayayım ama Altılı Masa sürecinde çok değerli isimler siyasete katılmıştı, çoğu seçimlerden sonra siyaseti bıraktı.
Tartışmalı isimlerse kendilerine listelerde yer bulmayı bir şekilde başardılar.
İlk milletvekilliğini muhalif seçmenin oyları sayesinde kazanan biri, partisinin haricinde vekillikten de istifa ederek AKP’ye katılırsa buna saygı duyarım.
Aksi takdirde, kimse kusura bakmasın, hiçbir şeyin değişmediği bir ortamda, bir vekilin benim oyumla iktidar saflarına katılmasını ben kabul edemiyorum, içime sindiremiyorum.
Altılı Masa’yı canhıraş savunurken ben bunu iktidarın vekil sayısı artsın diye yapmadım.