2002 yılında AKP iktidara gelmeden önce partinin başbakan adayı Abdullah Gül söylemişti bana, “İktidara gelince en büyük korkumuz yargının bize karşı silah olarak kullanılması. Yargıyı mevcut düzenin yargısı olmaktan çıkarmadan, dokunulmazlıkları kaldırmayız” diye.
Önce Ergenekon Soruşturmaları ile anladık yargının “yeni mevcut düzenin” yargısı olmaya başladığını, sonra zaten dokunulmazlıklar da kaldırıldı.
Yargı ele geçirilmişti.
Önce FETÖ, sonra “FETÖ’den temizliyoruz” denilerek iktidar tarafından.
Ve şimdi artık iktidarın silahı haline gelmiş, getirilmiş bir yargı ile karşı karşıyayız.
Nasuh Mahruki’nin tutuklanması, İsmail Saymaz ve benim hakkımda başlatılan soruşturma, Nevşin Mengü’ye getirilen yurt dışı çıkış yasağı, ardından Özlem Gürses’in başına gelenler, ev hapsi ve yurt dışı yasağı ve dün gece de Seyhan Avşar.
Hep aynı gerekçe, “terör örgütünü övme ve yanlış bilgiyi yayma”.
Bir yanda iktidar Öcalan’ı serbest bırakmanın hesaplarını yapıyor, iktidarın güçlü ortağı Öcalan’a ve PKK’ya aftan, TBMM’ye gelip konuşmasından söz ediyor, diğer yanda bir gazeteci kadın PKK’lı olduğu iddia edilen iki gazetecinin ölümünü haberleştirmekten soruşturmaya uğruyor.
Hep aynı “yeni düzenleme”.
217. madde.
Ya yanlış bilginin yayılması ya da halkı kin ve düşmanlığa tahrik.
Çağırsan savcılığa koşa koşa gidecek kişiler, seyahatte otel odasından alınıyor, kelepçeleniyor.
Yargı öylesine bir silah haline getirilmiş ki, muhaliflere yapıştırılmaya çalışılan suçların “ağa babasını” işleyen, halkı açıkça kin ve düşmanlığa tahrik eden, yalan bilgiyi yayarak ülkede infial uyandırmaya çalışan iktidar yanlısı görünen gazeteci veya akademisyen kılığındaki trollere dokunulmazken muhalif gördüklerine her türlü saldırı serbest.
Bu arada geçtiğimiz hafta perşembe günü aynı yargı beni de ihmal etmedi.
Geçen sene 8 ay boyunca yurt dışına çıkmamı engelleyen davanın duruşması vardı.
Ağustos ayında en sonunda dava açılmış ve bir kadın hakim yurt dışı çıkış yasağımı kaldırmıştı.
“Sen misin kaldıran” diyerek hakime HSK tarafından soruşturma açıldı.
Ve ilginçtir dava bu hakimin önüne gitti.
Benim yasağımı kaldırdığı için soruşturmaya uğrayan hakim benim davama bakacaktı.
“Ankara’dan talimat gelmiş, yeniden yurt dışı çıkış yasağı koyacaklar” bilgisi bana kadar ulaştığı için de, yurt dışında katılmam gereken bir spor kurumunun toplantısını birkaç gün öne çekip geçen hafta iki günlüğüne yurt dışına gittim ve döndüm.
Ve nitekim beklenen oldu.
Yurt dışı çıkış yasağımı ağustos ayında kaldıran hakim bu sefer yeniden yurt dışı çıkış yasağı koydu.
Ama ilginç ve alışılmadık biçimde mahkumiyet kararı da verdi.
Yani çifte ceza.
Hem 2 yıl üç ay hapis, hem de yurt dışı çıkış yasağı.
Ve bu kararı verdikten hemen sonra da kendi isteği doğrultusunda başka bir mahkemeye atandı.
Benim bu cezaya niye çarptırıldığımı ise şöyle yazıyor gazeteler, “Fatih Altaylı YouTube kanalından, yapılan yürüyüşler için ‘Abi çıkın da bir de PKK’yı kınayın. Abi şu üzüyor beni kendi evlatlarımıza, Gazze kadar üzülmüyor bunlar’ demiş ve ‘Ulan alçaklar, ulan şerefsizler, ulan aşağılık herifler. Bizim evladımızın Gazze’dekiler kadar değeri yok mu?’ifadelerini kullanmıştı.”
“Biz şehitlerimizi de andık” diyenlerin şikayeti üzerine bu cezayı aldım.
Peki siz şehitleri andıysanız, niye üzerinize alındınız diyen bile olmadı.
Neyse, sağlık olsun.
Yargı siyasetin silahı oldu diye susacak değiliz.
Bir ara FETÖ de gücünü yargıdan alıyordu.
Silah haline getirilmiş yargının kimseye hayır getirmediğini onlar sayesinde öğrenmedik mi!
Diyanet hayattan keyif almayı engelleyemez
Çok sevgili arkadaşımız Arhan Kayar’ı geçen hafta kaybettik.
Çok genç sayılabilecek bir yaşta.
64 yaşındaydı ve hayat dolu idi.
Ölümünden önce yolladığı bir mesajda “Ben ölünce ardımdan parti yapın, eğlenin, sakın oturup ağlamayın. Benim için kadeh kaldırın. Öldüğüm için sevinin demiyorum, böyle bir adam yaşadı diye kutlayın” demişti.
Ama öyle olmadı tabii.
Çok üzüldük ve geçen Cuma günü Bebek Camii avlusundan kendisini uğurladık.
Cenaze namazını beklerken de, Cuma Hutbesi’ni dinledik.
Dinledikçe de şaşırdık.
Hutbenin bir bölümü diğer dinlerin mensuplarının eleştirisine ayrılmış ama benim ilgimi çeken hutbede yılbaşı kutlamalarına yönelik sert ifadelerdi.
Yeni yılın gelişini kutlamak, bunun için süsleme yapmak ağır bir dille eleştirildi, yılbaşını kutlayanlar neredeyse tekfir edildi.
Üzülerek, utanarak dinledim.
Sonrasında Arhan’ın en yakın arkadaşlarından birkaçı yemeğe gittik, Arhan’ın arzusunu yerine getirdik.
Yemekten çıktığımızda hava kararmıştı ama Nişantaşı ışıl ışıldı.
Başta Araplar olmak üzere turistlerin çok sevdiği cadde ve onun paralelindeki Teşvikiye Caddesi ışıklarla süslenmişti.
Nişantaşı meydanında hazırlanan ışıl ışıl dekorların önünde yüzlerce kişi poz veriyor, fotoğraf çektiriyordu.
Aralarında başı örtülü Türkler, geleneksel kıyafetlerinde çarşaflı Arap turistler de vardı.
Diyanetin manasız hutbesi kimsenin umurunda değildi.
İnsanlar keyif almak, mutlu olmak, hoşça vakit geçirmek, insan gibi yaşamak, eğlenmek istiyordu.
Dini bunların önüne engel olarak koymak hem insana hem de dine haksızlıktı.
İslam’ın doğduğu topraklar bile yeni yıl gelirken kendini ışıklandırırken dünya başkenti İstanbul’u karanlığı mahkum etmeye çalışan Diyanet’i belli ki takan yoktu!
Yazdık ve düzeldi
E-ticaret’e saçma sapan bir vergi düzenlemesi yapıldığını ve kimse müdahale etmez ise bu abuk sabuk düzenlemenin yılbaşında yürürlüğe gireceğini yazdım defalarca.
E-ticarette şahıslara yüzde 25, şirketlere ise yüzde 15 oranında peşin vergi gelecekti. Kâr da etseniz, zarar da etseniz bu vergiyi peşin peşin sizden keseceklerdi.
Dün gece saat 2’de vergi uzmanı Ozan Bingöl’den mesaj geldi.
Şöyle diyordu:
“Fatih Bey merhaba,
Bu saatte rahatsız ediyorum kusura bakmayın lütfen.
Elektronik ticarete stopaj geleceği sizin de belirttiğiniz üzere belliydi. Şahıs şirketi için %25, sermaye şirketi için %15 olacaktı. Cumhurbaşkanı %1 uygulama yönünde takdir kullanmış oldu.
Fatih Bey, bu uygulama Temmuz 2024 tarihinde 7524 sayılı kanuna atıf yapılan bir durumdu. Sizin bu konuyu sıklıkla dile getirmeniz sayesinde kamuoyu oluştu ve Cumhurbaşkanı yetki kullanmak durumunda kalarak stopaj oranını her iki işletme türü için de %1 yaptı. Emeklerinize sağlık.
İyi pazarlar diliyorum.”
Bana göre bu da çok ve gereksiz. Ama yine de yüzde 25’ten iyidir.
Acaba bu konuyu gündeme getirdiğim ve vergi indirimine neden olduğum için de hakkında dava açılır mı!
Yazık olmuş Boğaziçi’ne
Türkiye’deki üniversitelerin sıralaması yayınlandı.
Yerli ve milli bir liste.
Şaşırtıcı sonuçlar var.
İlk sırada Koç Üniversitesi yer alıyor.
Onu sırasıyla Hacettepe, ODTÜ, Ankara, İTÜ, İstanbul Çapa, Sabancı, Gazi, Ege ve İstanbul Cerrahpaşa izliyor.
İlk 10 böyle.
11. Bilkent, 12. Gebze Teknik, 13. Marmara, 14. Yıldız Teknik, 15. Erciyes, 16. Atatürk geliyor sırayla.
Bir üniversitenin yokluğu dikkatinizi çekti mi bilmiyorum.
Bir zamanlar Türkiye’nin en iyi üniversiteleri arasında her zaman ilk üçte olan bir üniversite artık ilk 16 arasına bile girememiş.
Benim ve eşimin de okulu olan Boğaziçi artık ilk 16 arasında değil.
İktidarın Melih Bulu ile başlattığı ve Naci İnci ile tüy diktiği başarılı müdahalesi sayesinde Türkiye’nin en önemli üniversitelerinden biri, öğrencilerin en çok tercih ettiği üniversite çöp oldu.
İktidar bu durumdan bir ders çıkarır mı?
Hiç zannetmiyorum.
Yazık oldu.
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Mutlu olmayı günah haline getirmediğimiz zaman.