Kalın’ın mesajlarının dışarıdaki hasar kontrolünü Fidan mı yapıyor?

Seleflerine oranla, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan basının karşısına çok daha az çıkıyor.

Ancak, istihbarat başkanı ne kadar az görünür olmak durumundaysa, Dışişleri Bakanı’nın da hem içerde hem de dışardaki iletişime önem vermesi gerekiyor. Malum kamu diplomasisi denen bir kavram var.

İstihbarat Başkanı İbrahim Kalın tam da en az görünür olması gereken bir ortamda, Beşar Esad rejimi devrildikten dört gün sonra Şam’a gitti. Emevi Camiinde namaz kıldı. Yetmedi HTŞ lideri Jolani’nin direksiyonda olduğu arabadan görüntü verdi.

İbrahim Kalın Emevi Camiinde

Kimse bana Türkiye, istihbarat başkanıyla Şam’dan dosta düşmana mesaj verdi demesin. Doğudan batıya, kuzeyden güneye, istihbarat başkanlarının “kör gözüm parmağına” böyle göstere göstere diplomatik mesaj vermesinin örneği yoktur. Tek tük varsa çok istisnaidir. 

HTŞ’nin on günde rejimi düşürmesi, HTŞ’nin kendisini de şaşırttığı gibi, Ankara, Moskova, Tahran ve ilaveten hemen tüm Batılı devletler için sürpriz oldu. Ancak, Beşar’lı bir Suriye kadar, Beşarsız bir Suriye konusunu da olasılık dışı tutmadıkları anlaşılıyor. 

Demem o ki; CIA’sinden MI6’sına, yabancı devletler Suriye’deki süreçlere dair hiç bir şey bilmiyorlardı da mı, Kalın’ın “bakın görün, Esad’ı Türkiye destekli HTŞ” devirdi mesajını böyle doğrudan vermesi gerekti?

Bunu bize böyle satmasınlar.

Muhaliflerin desteklenip; Esad’ın düşürülmesi siyasetinin baş mimarlarından Ahmet Davutoğlu atlar gider ilk namazı kılar diye telaş etmiş olmaları muhtemeldir. Ancak elbette ki asıl amaç, içeriye dönük bir başarı hikayesinin altına imzanın “kalın” harflerle atılmasıydı.

Halk basit sembollerle verilen mesajları daha kolay algılar. Kalın’ın ziyareti ile mülteciler nedeniyle iktidarın Suriye politikasından gayet hoşnutsuz olan topluma mesaj verildi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamaları bu mesajı da pekiştirdi.

 “Sonunda başardık; Türkün gücünü gösterdik; bu diyarlar bizden sorulur;” mesajıyla gurur telleri okşanırken, “yakında buradan nemalanmaya başlarız; inşaat ya resullulah” vaadiyle de umut aşılandı.

Fidan'dan tersi mesajlar

Basınla sıkça bir araya gelmekten çok da hoşlanmayan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ise bir haftalık kısa sürede biri Türk diğeri Arap, iki yayın organına uzun röportajlar verdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bazı açıklamaları ile Kalın’ın Şam ziyaretinin başta Araplar olmak üzere kimi başkentlerde yaratabileceği rahatsızlığı dengelemeye çalıştı.

Gerek Erdoğan’ın içerde yaptığı açıklamalarla gerekse Kalın’ın ziyaretiyle, Türkiye’nin HTŞ üzerinde çok etkili olduğu ve Türkiye sayesinde ele kanlı bir rejiminin yıkıldığı mesajı verilirken, Fidan yaptığı açıklamalarla bu mesajlarla çelişen bir söylem kullandı.

Hem HTŞ hem de Türkiye’nin HTŞ ile ilişkilerinde çok dikkatli bir dil kullandı. NTV’ye verdiği demeçte “HTŞ’yi bizden daha iyi tanıyan yok” dedi, ki, bu HTŞ üzerinde tam etkimiz var mesajından ayrışıyor. HTŞ’nin Şam’a ilerlemesi sırasında süreçte kan dökülmemesi için “HTŞ ile odaklı görüşmeler” yaptık diyerek, “HTŞ her şeyiyle bizim güdümümüzde” mesajı vermekten imtina etti. 

Ayrıca açıklamalarında önümüzdeki sürecin “Suriyeliler” tarafından yürütülmesinin önemini vurguladı.

Niye?

Arap başkentler rahatsız

Çünkü Ankara’dan ve Şam’dan çıkan mesajlar, Arap başkentlerini rahatsız ediyor. Osmanlı hakimiyeti altında kalan Arapların bu konudaki hassasiyetleri malum. Türkiye’nin Arap camiasında nüfuzunun artmasından hoşlanmıyorlar.

Bakın Cumhurbaşkanı Erdoğan geçen gün ne dedi:

“Birinci Dünya Savaşı, bölgemizde sınırları yeniden belirlerken, şartlar başka türlü zuhur etseydi acaba ne olurdu? Kuvvetle muhtemel, Halep dediğimiz, İdlib dediğimiz, Hama dediğimiz, Şam dediğimiz, Rakka dediğimiz şehirler tıpkı Antep gibi, tıpkı Hatay gibi, tıpkı Urfa gibi bizim birer vilayetimiz olacaktı. Bu şehirler sınırlarımız dışında kaldı diye herhâlde oralarda yaşayan insanlarımızla bağımızı tümden kesecek değildik.” 

Cumhurbaşkanının CHP’ye cevap olarak kullandığı bu ifadeler, bu hafta gideceği Kahire’de duyulmamış mıdır, yada başka Arap başkentlerinde?

Zaten, Arap’ların sinir uçlarının oynadığı, Fidan’ın El Hades adlı Arap kanalına verdiği röportajdaki sorulardan anlaşılıyor.

Birinci soru; “Suriyeliler Esad rejimini devirdiler ve Esad kaçtı. Türkiye’nin bunda rolü ne oldu? Bunun içerisinde bir payı var mıdır Türkiye’nin?” şeklinde.

Fidan, “Suriye muhalefetinin Türkiye'de zemin bulması, çalışması önemliydi” diyerek, başka bir ülkenin muhalefetine ev sahipliği yapıldığını inkar etmiyor. Ancak Suriye’nin iki yabancı güç “Moskova ve Tahran’ın” etkisi altında olduğunu vurguluyor. Bir noktadan sonra rejim kendiliğinden düştü diyor. 

NTV’ye verdiği mülakatta ise Esad’ın Şam’ı terk etmesinden bir gün önce Doha’da Ruslar ve İranlılarla yapılan görüşmelere atfen “bir noktadan sonra onlar da artık telefon ettiler, Esad da gitti,” demişti.

Yani Esad’ın düşmesinde özellikle Ankara’nın rolünü parlatma çabası göstermiyor. Tersine, son ana kadar Esad’la da çözüm bulmaya çalıştık mesajı veriyor.

Arap sunucunun ikinci sorusu ise ihtimal Türk toplumunun yarısının son derece emin olduğu bir konuda. Soru şöyle formüle edilmiş:

“Bazıları aslında uluslararası bağlamda bir masada oturuldu ve Esad’ın gitmesi konusunda uzlaşıldı ve ardından aslında şu an Şam’ın düşmesine kadar varan süreç böylelikle işletilmiş oldu ve HTŞ’nin ilerlemesi için önü açıldı diye bir söz var, bir söylenti var. Siz ne diyorsunuz?”

Fidan’ın cevabı ise şöyle:

“Türkiye böyle bir sürecin asla parçası olmadı. HTŞ ve diğer muhalifler tarafından harekat başladıktan sonra, bunun en kansız, en problemsiz, en maliyetsiz şekilde nasıl olması için yoğun bir çaba gösterdik, ama onun öncesinde hiçbir ülkeyle veya hiçbir grupla bir araya gelip böyle bir planlama ve çalışma içerisinde olmadık.”

Fidan sunucunun “Türkiye bazı mercilerle iş birliği yaparak Esad’ın çıkmasına olanak tanıdı diye bir iddia var veya bir suçlama var Türkiye’ye karşı. Bu doğru mudur?” sorusuna da “Yok, asla doğru değil. Bu bizim yapacağımız bir şey de değil. Ruslar kendileri ilan ettiler, kendileri bu işi organize edip götürdüklerini. Bu konuda bizim bir rolümüz yok,” yanıtını veriyor. 

Yani, Esad’ın sonuyla kendi aralarında bir bağ kurmaktan kendini alamayan Arap dünyasının diğer otokrat liderlerine, “Vallah billah biz rejim değişikliği peşinde değildik; kendi etti kendi buldu” diyor. Dış güç arayacaksanız da “Tahran yada Moskova’ya bakın” diyor.

Bir başka soru şöyle:

“Esad’ı arayan kim oldu? Ondan sonra ülkeyi terk eden, terk etmesine sebep olan kimdi? Bunu biz Türk kanallarından öğrendik. İran mı, Rusya mı, Putin mi aradı, Mesud Pezeşkiyan mı aradı, kim aradı? Bunu öğrenmek istiyoruz açıkçası.”

Yani; Esad’ı kim sattı; isim ver diyor. Tabii bakan kaçın kurası. Soruyu taça atıyor.

Sağolsun, Arap sunucu, Türk basın mensubunun yapmayacağı-yaptırılmayacağı şeyi yapıyor ve Türkiye - HTŞ ilişkisini sorguluyor.

Burada da Fidan çok dikkatli. “Bizler tabii ki belli bir koordinasyon içerisinde hep olduk ve o süreç içerisinde de Heyeti tanıma imkânımız oldu. Onlara özellikle modern yönetim algısı nasıl olur, modern yönetim sistemleri nasıl olur, onlar konusunda tavsiyelerimizi, nasihatlarımızı hep ilettik” diyor.

Çakal sunucu (ki bunu övgü babında kullanıyorum) “Peki HTŞ lideriyle uzaktan mı tanıştınız, yoksa belli münasebetlerle bir araya geldiniz mi” diye sıkıştırıyor.

Fidan yine genel bir yanıtla savuşturuyor.

Fidan’dan “HTŞ"ye kefil olmam mesajı

Başka bir soruyu yanıtlarken de HTŞ’ye ben kefil olamam mesajını veriyor.

“Her şeyden önemlisi ben neyi anlatırsam anlatayım karşı tarafa, Heyet Tahrir el-Şam'ın ve Şam'daki yeni yönetimin yaptıklarını gizleyemezsiniz, söyleyemezsiniz. Eğer ben yanlış bir reklam yapıyorsam yalancı çıkan ben olurum. Dolayısıyla hep beraber yeni yönetimin, oradaki arkadaşların ne yaptığına bakacağız.”

Direksiyonda Jolani, Kalın’ın arabada, Şam sokaklarından verdiği mesajdan bir miktar ayrışmıyor mu?

Bakan röportaj sırasında Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar’ın bölgede istikrar ve barış için husumet politikası yerine işbirliği politikası izlemesi gerektiğini söylüyor.

Bir başta soruyu yanıtlarken de Cumhurbaşkanının vizyonu olarak, “Biz bölgede İran dominasyonu istemiyoruz, Türk dominasyonu istemiyoruz,” diyor.

Arap ülkeleriyle olası gerginlik

Bu röportajı okurken; emekli büyükelçi Ömer Önhon’un Yetkinreport’ta yayınlanan son yazısı aklıma geldi.

Türkiye’nin iç savaş başlamadan Şam’da görev yapan son büyükelçisi Önhon yazısını şöyle bitirmişti:

“Fetih havası estirilmesi, şov odaklı işler yapılması, acaba 'İran gitti Türkiye mi geldi?' ya da 'Türkiye domine etme peşinde mi?' sorularına ve Suriyelilerle, ayrıca, Arap ülkeleriyle gerginliklere yol açabilir.

Ayrıca, Suriye’de her şey benden sorulur izlenimi vermek, Suriye’de yaşanacak her olumsuzluğun sorumluluğunun da üstlenilmesi sonucunu doğurur.”

Anlaşılan, Erdoğan’ın verdiği mesajlar ve Kalın’ın Şam’dan verdiği görüntülerin yaratabileceği hassasiyetlere dönük “hasar kontrolü” Fidan tarafından yapılıyor.