Türkiye kazançlı mı; İsrail ne yapıyor, gidişat ne yönde?

Türkiye’de garip bir hâleti ruhiye var. Daha birkaç güne kadar üçüncü dünya savaşı çıkacak; nükleer savaş olacak, diye millet korkutulurken, bugün Suriye güllük gülistanlık olmuş, Halep Türk topraklarına katılmış gibi fetih marşları çalınıyor.

Beşar Esad düşmüş ama; YPG kuzeydeki kayıplarına karşın, güneyde daha fazla alan kazanarak kontrol altına aldığı toprakları büyütmüş. İsrail, ara bölgeyi aşıp Suriye’de ilerlemiş. Türkiye’de şenlik havası devam ediyor.

Diğer yanda da tüm bunlar iktidara yarıyor varsayımıyla neredeyse Esad düştü diye üzülen bir grup var. Bir grup iyi olan ne varsa bunun AKP’nin elinden çıktığına kani olmuş, diğer grup ise AKP ne yaparsa yapsın, her hal ve kârda her durumun Türkiye’nin aleyhine gelişeceği konusunda hiç şüphesi yok.

Ortalık hala toz dumanken çok net öngörüde bulunmak kolay değil.

Ancak kutuplaşmaya kurban gitmemeye çalışarak ne olduğu ve ne olacağına dair şimdilik şu tespit ve tahminleri yapmak mümkün: (Ne oldu bölümünü atlamak isteyenler ne olacak bölümüne atlayabilirler.)

Beşar Esad’ı Türkiye’nin son manevraları devirmedi.

Beşar Esad’ın sonunu 2011 sonrası yaşanan iki yeni gelişme getirdi.

Ukrayna ve Gazze savaşları.

Ukrayna savaşı Rusya’nın enerjisini ve dikkatini dağıtmasa, İsrail İran’ın vekillerine, yani hem Lübnan Hizbullahına hem de Suriye’deki milislerine öldürücü darbeler vurmasa Esad bu kadar kolay düşmeyecekti.

Türkiye’nin Ukrayna ya da Rusya’ya ve bir de İsrail’e bir nevi “duacı” olması gerekir. (Gerek Rusya gerekse İsrail’e duayı, hemen akabinde beddua izleyecek o ayrı; bu noktaya aşağıda geri geleceğim.)

Belli ki, HTŞ, Rusya’nın meşguliyetini fırsat bilmiş. Silahlanıp, düzenli bir ordu kurmuş. Dünyaya verilecek ılımlı mesajların bile hesaplandığı bir hazırlık süreci geçirmiş. Şu kesin ki Türkiye bu ortamı kolaylaştırmış. Bir şeylere göz yumulmuş, bir şeylere el verilmiş olabilir; ama gidişatın bu kadar hızlı ve Esad’ın düşmesiyle sonuçlanacağı öngörülmüş müdür, emin değilim.

Çünkü Ankara’nın son ana kadar oyun planı, eli zayıflamış bir Esad’la masaya oturmaktı. HTŞ’nin harekâtı başlatıp Şam’a kadar gideceğini hesaplamamış olabilirler diye düşünmemizi gerektiren veriler var. Misal 2 Aralık’ta Şam’dan Ankara’ya gelen İran Dışişleri Bakanı belki Esad’dan bir yumuşama mesajı getirir, diye bir umut vardı.

Yani olayların hızı karşısında Ankara’nın geriden geldiğini düşündüren emareler var. En basitinden göç konusundaki yetkili makamların bile Esad’ın gidici olabileceğine dair hazırlık içinde olmadığını, konuyu takip eden uzmanlar dile getiriyor.

Yani bu aşamada Ankara’ya verilecek “aferin” notu, HTŞ’ye sağlanan kolaylaştırıcı/destekleyici ortamla sınırlı ki bu anlamda da temkinli olmakta yarar var; HTŞ’nin önümüzdeki dönemde Ankara’yla ne kadar uyumlu bir gidişat içinde olacağı halen ciddi bir soru işareti.

Ne olacak: Suriye’nin Irak, Libya ve Afganistan’dan farkı

Bundan sonra ne olacak?

Suriye’nin önündeki en önemli sınavı, farklı muhalif grupların nasıl bir güç paylaşımına gireceği; anlaşmazlığa düşüp birbirleriyle savaşıp savaşmayacağı.

Evet, önümüzde Irak, Afganistan ve Libya gibi örnekler var. Ancak bu üç ülkede de yabancı devletlerin askerî müdahalelerinden sonra iç savaş çıktı. Suriye’de ise ilk aşamada dış müdahaleden bağımsız bir iç karışıklık çıktı; sonrasında Türkiye’nin de dahil olduğu 13 yıllık bir iç savaşa evrildi.

Yani sahada savaşan yerel güçler, bir nevi, güçlerini, sınırlarını test etmiş durumdalar ve elbet çatışma yorgunular.

HTŞ’nin cihatçı kimliğinden ne kadar sıyrıldığı tartışma konusu. Bazı uzmanlar, Suriye’nin çok dinli, çok etnikli yapısı nedeniyle HTŞ’nin şeriat sistemini ülkeye dayatamayacağı, bu anlamda Afganistan/Taliban örneğinin de geçerli olmayacağına dikkat çekiyor.

Şam alınırken kan dökülmemiş olması, HTŞ’nin gerek Esad yanlıları gerekse diğer azınlıklara dönük verdiği mesajlar olumlu sinyaller olarak duruyor. Devlet kurumlarının çalışmasında devamlılık sağlanması da Irak örneğinden ders alındığını gösteriyor.

Saddam Hüseyin düştükten sonra Bağdat’ta her şey bir nevi sıfırlanmıştı.

Suriye’nin Libya örneğinden farkı ise Kaddafi’nin birdenbire düşmesi üzerine, muhalefetin ya da olası alternatiflerin hazırlıksız yakalanması. Burada, İdlib’te bir şekilde uzun zamandır sivil yönetim konusunda tecrübe kazanmış, arkasında 13 yıldır mücadele veren iyi kötü organize bir yapı var.

HTŞ gelecekteki yönetim yapısında diğer gruplara ne kadar yer tanıyacak, kendisini konsolide ederse söylem ve uygulamaları tersine dönecek mi; tabii büyük bir soru işareti.

İran denklem dışı, İsrail Suriye’yi “sıfırlama” peşinde

Bu noktada bir de uluslararası ve bölgesel aktörlere bakalım.

İran, Suriye denkleminden çıktı. İran artık kendi can derdinde.

“Biz neden boyumuzu bu kadar aşacak kadar bölgeye yayıldık” diye aşırıcıları eleştiren ılımlı kanatla, “Bu kayıpları bize nasıl verdirir de bizim rezilimizi çıkartırsınız” diyen koyu muhalif kanatların çarpışması gerçekleşecek.

Yine de İran’ın Irak’ı istikrarsızlaştırma gücü nedeniyle, Ankara’nın Tahran’la temas ve diyaloğu canlı tutması gerekecektir.

Rusya, Trump’a hazırlanıyor. Ukrayna’da sahayı sıkı tutması gerek. İhtimal, Suriye’deki liman ve hava üssünü elinde tutma karşılığında Esad’ın arkasından çekildi. HTŞ Rusya’ya verdiği sözü tutmak zorunda, zira bir terör örgütü olarak önümüzdeki dönem BM nezdinde temize çıkması, Rusya’nın da aralarında olduğu Güvenlik Konseyi’nin daimî üyelerine bağlı.

Batılı ülkelerin yaklaşımı

İşte tam bu noktada Batılı başkentlerin HTŞ’ye bakışı gündeme geliyor. ABD başkanı Joe Biden, kapıyı aralık bıraktı. “Sizin kim olduğunuzu biliyoruz; henüz ikna olmuş değiliz, söze değil eyleme bakarız” dedi. Bir nevi 'bekle gör' pozisyonu.

'Bekle gör' pozisyonu, Türkiye’nin çok tercih edeceği bir tutum değil. Esad sonrasında, Suriye’nin yeniden iç savaşa ve kaosa sürüklenmemesi için ekonominin ayakta tutulması elzem.

Bunun için de Suriye’ye yaptırımların kaldırılması gerekiyor. Uluslararası uzmanlar ise yaptırım konulduktan sonra, kaldırılmasının yıllar aldığına dikkat çekiyorlar. Yaptırımlar kalkmayıp ülkeye para akmayınca değişimin başrolündeki aktörlerin eli çok zayıflıyor. Sonra tekrar kaos.

Ankara’nın YPG çelişkisi

An itibarıyla, Ankara’nın HTŞ’ye “kendini lağvet; ılımlı isimlerle bir liderlik kur” diye telkinde bulunması beklenir.

Ancak örgütün kendini lağvedip isim değiştirmesi yeterli olmuyor. Yeni isim altındaki örgüt listede kalsın mı kalmasın mı, diye BM Güvenlik Konseyi üyeleri oylama yapıyor.

Ankara’nın ön alarak Güvenlik Konseyi üyeleri nezdinde lobi yapması beklenir.

Normal şartlarda, Batılı başkentlerden yaptırımların kaldırılması, HTŞ’nin terör örgütü listesinden çıkarılıp meşru muhatap alınması istenir.

Ancak burada Ankara’nın karşısına YPG çelişkisi çıkacaktır.

Batılı başkentler ve tabii başta Rusya, “HTŞ’nin değişme hakkı varsa; YPG’nin de değişme hakkı var” diyecektir. “Onlar da değişir; sen de onları muhatap al” diye gelebilirler.

Bu nedenle Ankara, HTŞ için lobi yapmak yerine, “Şam’da HTŞ değil, farklı bir yönetim var; yardım musluklarını açın” deme yoluna da gidebilir.

Türkiye’nin PKK’nın Suriye’deki uzantısı olarak gördüğü YPG’nin konumu tabii çok hassas. YPG belki El Rıfat ve Menbiç’ten çekilmiş olabilir. Ama güneyde alanını genişletti. An itibarıyla YPG, Suriyeli Kürt nüfusun ülke orantısının çok üstünde bir alanı kontrol altında tutuyor.

ABD Başkanı Joe Biden’ın yaptığı açıklamada söyledikleri ile söylemedikleri çok manidar.

Biden, Suriye'nin doğusunda istikrarı ve ABD personelini korumaya devam edeceklerini söylüyor.

Ben bunu Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu’nun Fırat’ın batısına geçmemesi uyarısı olarak alıyorum.

ABD’nin Ürdün, Lübnan, Irak ve İsrail olmak üzere Suriye'nin komşularına destek vermeye devam edeceğini söyleyen Biden’ın Türkiye’yi saymaması da manidar. “YPG konusunda benim tutum değiştirmemi bekleme” diyor.

En büyük kazanan İsrail, Suriye’de tapu dairelerini neden vuruyor?

Mevcut durumun en büyük kazananı ise İsrail. Suriye’yle 1974’te sağlanan anlaşma çöktü, diyerek sınırdan içeri girdi. Ülkedeki tüm askerî altyapı tesislerini bombaladı. Ayrıca kimyasal ve biyolojik silah üretildiğinden kuşkulanılan tesisleri de yerle bir etti.

Suriye’nin tapu dairelerini, her tür evrak bulunduran devlet kurumlarının binalarını bombaladığına dair duyumlar da ayrıca dikkat çekici.

Bir kaynağım bu durumu, İsrail’in Suriye’yi “sıfırlaması” olarak yorumladı. İsrail, Suriye’nin kendisine askerî anlamda tehdit oluşturmaması için askeri altyapıyı yok etmekle kalmıyor; ülkede sivil yönetimin ayağa kalkıp istikrarlı bir düzeni oluşturma sürecini de torpilliyor. Ülkedeki yeni yönetim, sadece içeriyle uğraşsın, baş ağrısı olmasın, diyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dünkü “Kardeş Suriye halkının evlerine geri dönüşünü engellemeye yönelik hiçbir adımı, hiçbir kışkırtmayı kabul edemeyiz,” lafı elbet İsrail’e dönüktü. Zira ülkelerini alelacele terk edenlerin nerede yaşadıkları, giderken arkalarında ne bıraktıklarını ispat etmelerinin yolu, rejimin elinde bulundurduğu evraklardan geçiyordu. Önümüzdeki dönem seçimler yapılacak. Kim nerde oy kullanacak; ayıkla pirincin taşını.

İsrail kendine (şimdilik) bir güvenlik alanı, konfor alanı oluşturmuş oluyor.

Suriye’nin derinliğine girerek Türkiye’ye gözdağı verdiğini de eklemek gerek. İsrail’in Suriye’deki adımlarının Türkiye’nin sinir uçlarıyla oynadığını söylemek mümkün. İki ülkenin Suriye’de kafa kafaya gelmesi en kötü senaryolardan birini oluşturur.

Ama ilginç bir diplomatik trafik var. Malum Azerbaycan’la İsrail’in arası çok iyi. İlham Aliyev’in diplomatik sağ kolu Hikmet Hajiyev İsrail’e gidip Cumhurbaşkanı ile görüştü. Bu teması takiben Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Aliyev’le telefonda görüşmesi, bana "Acaba Bakü iki başkentin arasında tansiyonu düşürmeye mi çalışıyor?" dedirtiyor. Yanılıyor da olabilirim tabii.

Hazır Kafkasya’ya uzanmışken, Rusya’nın da HTŞ’nin palazlanması konusunda Türkiye’nin rolünü not edip bunun acısını bir yerlerden çıkarmak için fırsat kollayacağını da ben buraya not düşeyim.

Çok kaba bir özet yapmak gerekirse, önümüzdeki dönem şu süreçlere bakmak gerekecek:

Suriye’de muhalif güçler, halkın rızasına dayalı istikrarlı bir yönetim oturtabilecek mi?

Batılı başkentler ve Körfez ülkeleri yeni yönetimle ilişkileri normalleştirip, ekonomik olarak ayağa kalkması için harekete geçecek mi?

Türkiye, YPG konusunda ABD-İsrail ikilisiyle nasıl bir denge tutturacak?

Ankara ne kadar kazançlı?

Kâğıt üzerinde, şimdilik kaydıyla Suriye’deki son gelişmelerden kazançlı çıkan ülkelerden biri Türkiye gibi görülebilir. Ancak abartmamak gerek ve özellikle de Batı basınından gelen pohpohlayıcı yayınlara aldanmamalı.

Birincisi, Suriye’de 2011 sonrası oluşan cehennemi bataklığın en önemli müsebbiplerinden biri Erdoğan-Davutoğlu ikilisidir. Bunu her zaman akılda tutmak, hiçbir zaman unutmamak durumundayız.

Yanlış okudular, yanlış adımlar attılar. Cumhuriyet tarihinin en içinden çıkılmaz sorununu kendi elleriyle yarattılar.

Şimdi, Ankara’dan bağımsız birtakım gelişmeler fırsat bilinerek Ankara tarafından atılan/atılacak adımlarla bataklığın kurutulması ihtimali doğarsa bunun için elbette üzülecek değiliz. Mevcut gelişmeler "şu an” için Türkiye’nin elini güçlendirmiş olabilir. Ama sevinmek için erken. Suriye ve dolayısıyla Ankara’nın önündeki süreç hâlâ çok çetrefilli ve hâlâ Türkiye’nin zarar görmesine yol açacak risklerle dolu.

Mevcut durumda “anlık” olarak çekilen fotoğraflardan, iktidar bir başarı öyküsü yaratmaya elbet çalışacak. Bu anlık fotoğraflara kanan muhalif kesimlerin iktidarın başarı hanesine artılar yazılıyor diye saçını başını yolması, ancak iktidarın işine gelir, propagandasını kolaylaştırır.

Sırf iktidara muhalefet etmek adına, kısa vadede Türkiye’nin lehine olan gelişmeleri yok saymanın da bir manası yok. Türkiye’nin lehine olan gelişmelerin gerçekleşmesinde iktidarın olumlu rolü varsa, bunu teslim etmek de iktidara karşı zayıf düşmek anlamına da gelmez. Kutuplaşmanın sağlıklı analizleri gölgelememesinde fayda var.