Neyse ki, Bakan Fidan durumun farkında gibi

Esad Ailesi’nin 53 yıllık iktidarı bitti.

Tüm diktatörlükler biter.

Genelde arkalarını dayadıkları yabancı ülkeler kendi sorunlarına odaklanıp desteği çekince biter.

Esad Ailesi’ninki de bitti.

Bizim için, yani Türkiye için iyi mi oldu, kötü mü oldu, bu şekilde mi bitmeliydi onu konuşmamız lazım.

Doğrusunu isterseniz, Esad’ın Baas rejiminin düşmesi ve Suriye’de kontrolün YPG ile HTŞ arasında paylaşılmaya başlanmasının Türkiye’deki troller ve siyasal İslamcıların ahmakları ile trolleri arasında yarattığı “sevinç” havasına pek katılamıyor tam aksine bunun genel bir Türkiye politikasına işaret etme olasılığından dolayı da tedirgin oluyordum.

Yan komşumuzda ABD destekli bir terör devleti oluşturulma çabasından zaten rahatsızken, bir de ülkenin geri kalanında Afganistan benzeri bir “Talibanımsı rejim”in temellerinin atılması son derece tedirgin edici idi.

Güney komşumuzdaki “laik, az demokratik” rejimin yıkılıp yerine laik olmayan ve haliyle demokratik de olmayan ABD kontrolünde ve İsrail destekli bir yeni rejim kabus gibiydi. Ne ABD, ne de İsrail HTŞ ile bağını inkar ediyordu.

Buna karşın Türkiye’de İsrail karşıtı gösteriler yapan ve herkesi İsrailci olmakla suçlayan siyasal İslamcı troller, Suriye’de İsrail’i destekliyorlardı.

Artık komşumuz PKK’nın Suriye kolu YPG ve El Kaide artığı HTŞ idi.

Ve Suriye Türkiye’nin en baştan beri savunduğunun aksine bölünüyordu.

Buna sevinmek Türkiye açısından aptallıktı.

Açıkçası çok tedirgindim.

Neyse ki, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan çıktı.

Esad rejiminin yıkılmasından duyduğu memnuniyeti gizlemedi ama çok da karamsar görünmeden buradaki yeni oluşumun Türkiye açısından yaratabileceği tehlikelerin farkında olduğuna işaret eden bir açıklama yaptı.

Trollerin ve siyasal İslamcı cühelanın aksine, Türk Dışişleri’nin HTŞ ile ABD-İsrail ilişkisinin sıkıntılı yanlarının, Suriye’nin bölünmesinin yaratacağı tehlikelerin farkında olduklarını anladım.

Gelişmeleri engellemek için kısa vadede ellerinden bir şey geleceğini zannetmiyorum.

Ama en azından saçma hezeyanlar içinde olmamaları bile bir avantaj.

Komşumuzda olan bitenler Türkiye’nin hiç ama hiç lehine değil.

Ve zannederim Dışişlerimiz bunun farkında.

Umarım yarın birkaç oy uğruna kalkıp da bunun tersi bir tutum içine girmeyiz.

Bakın bakalım kim ne kazanmış

Tüm bu gelişmelerin, PKK’ya yaradığını PKK/YPG’nin kendine alan açtığını söylüyorum, troller sövmeye başlıyor.

İnanmıyorsanız şu haritaya bakmanızı rica edeceğim.

 

Suriye’de İsrail ve ABD destekli HTŞ’nin belirli bölgeleri ele geçirip Esad rejimini yıkmasından sonraki durum bu.

Sarı ile işaretli alanlar ABD’nin YPG ya da SDG diyerek yumuşatmaya çalıştığı PKK’nın kontrolündeki bölgeler.

Buralar Suriye’nin en verimli ovaları, su kaynakları ve enerji kaynakları.

Bu arada güneyde İsrail ve Lübnan sınırındaki Golan Tepeleri’ni de İsrail işgal etti ve yaklaşık 20 kilometre Suriye’nin içine girdi.

Şimdi bakın bakalım durum bizim lehimize mi gelişmiş yoksa başkalarının mı!

Öngörüsüzlük yarışması

İki gündür CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile dalga geçiyor büyük bir çoğunluk.

Devrilmeden bir gün önce “Esad’la görüşmeliyiz” dedi diye.

“Bu nasıl bir öngörü noksanlığı” diyorlar.

Öngörüde bir sorun olabilir ama Esad’la görüşmek ve Suriye’de makul bir dönüşüme öncülük etmek fena bir fikir değildi.

Kontrollü bir geçiş için Esad’ı da işin içine almak ve ülke tam bir kaosa sokulmadan Baas’sız ve Esad’sız dönemi hazırlamak iyi fikirdi.

Ancak belli ki ABD ve İsrail bunu pek de istemiyordu.

Özgür Özel’in öngörüsüzlüğünü konuşuyoruz da, diğer liderlerinkini niye kimse gündeme getirmiyor.

HTŞ harekete geçinceye kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan Esad ile görüşmek, masaya oturmak istiyordu. Bizim Esad ile masaya oturmamız İsrail-ABD operasyonunu durduracak mıydı!

Yoksa bizim Esad ile masaya oturma ihtimalimiz yerine mi İsrail ile ABD hızla HTŞ’yi devreye soktu.

Ya Devlet Bahçeli’ye ve ortağı Erdoğan’ın “İsrail Türkiye’ye saldıracak” tavrı!

Dün İsrail Türkiye saldıracak diyenler, şimdi İsrail’in Suriye’de organize ettiği operasyonu alkışlıyorlar.

İsrail’in Suriye’de yaptırdığı iş Türkiye’nin aleyhine ise niye alkışlıyorsunuz, lehine ise niye dün İsrail tehlikesi var diye bas bas bağırıyordunuz!

Ya da Öcalan’ı serbest bırakalım demenizin gerekçesi neydi!

ABD ve İsrail’in kurmakta olduğu PKK Devleti’nin başına geçmesini mi planlıyordunuz? Bu muydu öngörünüz ya da planınız?

Özgür Özel’le dalga geçmesine geçin ama sizin de durumunuz pek farklı değil.

Üstelik de tüm ilişkiler ve istihbarat elinizde iken.

Yasak sadece Türklere

Dün İstanbul’un dört tarafında Suriyeli göçmenlerin yaptığı gösteriler vardı.

Fatih’te hayli kalabalık bir grup toplanmıştı.

Başka yerlerde de benzer eylemler yapıldı.

Teşvikiye’de ise geniş bir kalabalık önce gösteri yaptı sonra da Suriye’nin İstanbul Başkonsolosluğu’nun bulunduğu binaya girerek konsolosluğun bayrağını indirdiler.

Benim bu olan bitenden anladığım ise şu oldu.

Türkiye’de gösteri yapmak, yürüyüş yapmak, tepkini ya da sevincini göstermek sadece Türklere yasak.

Eğer Suriyeli iseniz istediğinizi yapabilirsiniz.

Köle tacirlerinde giderlerse korkusu 

Suriyeliler gidince ekonomi ne olacak sorusu gündemde. 

Kayıt dışı, sosyal güvenliksiz ucuz işgücü gidebilir diye korkanlar var. 

Benim yıllardır “köle taciri” dediğim kesim.

Bunlardaki paniğin sebebi sayılarını bilmediğimiz ama en az 5 milyon civarında olduğunu zannettiğimiz bu işgücünün gitmesi. 

Aynen Trump’ın Meksikalıları yollamasından korkan Amerikalı işletmeler gibi.

Zannediyorlar ki hepsi gidecek. 

Peşin peşin söyleyeyim, “Gitmezler!”

Görünen o ki, Suriye’nin kuzeyinde Kürt milliyetçisi bir PKK devleti olacak, güneyde ve batıda ise İslamcı şeriat devleti. 

Yanmış yıkılmış bir Suriye’nin üzerine bunlar kurulacak. 

Sizce Türkiye’yi bırakıp kaçı gider böyle bir ortama. 

Birkaç yüz bini elbette gider fakat hepsinin haldır küldür gideceğini zannediyorsanız çok ama çok yanılırsınız. 

Tabii hepsinin gitmesi halinde bundan en büyük zararı iktidarın milli gelir hesabı görür. 

Yasa dışı göçmenler dahil 95 milyon kişinin üretimi olan GYSMH’yi 86 milyonluk resmî nüfusa bölüp kişi başı geliri yüksek gösteriyorlardı. 

Eğer giderlerse bu sahte hesap bozulur. 

Bir de bakarız ki aslında çok daha düşük bir milli gelirimiz varmış.  

Garaja bakın

Her diktatör ailesi gibi Esad Ailesi de lükse, sefahate hayli düşkünmüş.

Ülkenin dört bir yanına yayılmış saraylar, halkına tepeden bakan görkemli kaşaneler diktatörlüğün şanından olsa gerek. 

Dün bu saraylar, daha önce terörist ilan edilen muhalifler tarafından basıldı, yağmalandı. 

Aslında yağmalanan diktatörün değil, ülkenin varlığı ama yılların öfkesini dizginlemek mümkün değil. 

Esad ailesinin sarayı yağmalanırken yine her diktatör sarayında olduğu gibi alttaki gizli bölümler de ortalığa döküldü ve ailenin müthiş otomobil koleksiyonu da gün yüzüne çıktı. 

Aralarında dikkatimi çekenleri söyleyeyim. 

Ferrari’nin 50. yılına özel olarak çıkarılan bir Ferrari F 50 var. Yabancı ajanslar buna F 40 demiş ama değil.

 

Onun yanında bir F 355 ve bir F 430 yer alıyor. Bunların ilk ikisi geçen yüzyılın sonundan kalma. 

En dikkatimi çeken araç ise Lamborghini’nin LM 002 aracı oldu. Ferrari’den çoook uzun yıllar önce arazi aracı yapmayı deneyen Lamborghini 1970’lerin sonunda yaptığı Cheetah modelinin ardından 1985 yılında LM 002’yi yaptı. 

 

Markanın Countach modelinde de kullandığı V 12 motorla donatılmış bir aracı Esad’ın garajında görmek şaşırtıcı oldu. 

Aynı dönemin bir başka Lamborghini’si olan Countach’tan da bir adet gözüme çarptı. 

Mercedes’in şimdiden bir klasik haline gelen SLS AMG 6.3’ünden de bir tane görünüyordu. 

Ultra lüks binek araçlarının yanı sıra bir Aston Martin DB 7, birkaç Bentley, bir Rolls-Royce Phantom, bir Audi R8 de garajda idi. 

NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Üzülmemiz gereken yerde sevinmediğimiz zaman.