Kim derdi ki, Suriye’nin kuzeyinde, Türkiye’nin himayesinde 13 yıldır sabırla bekleyen öfkeli gençler bir sabah kıyam edecek, sadece 1 hafta içinde Halep’i, Tel Rifat’ı, Hama, Humus, Lazkiye ve Şam’ı fethedecek, 53 yıldır Suriye’yi azınlık diktasıyla yöneten katil, zalim Esed hanedanlığını yerle bir edecek, bütün Suriye’yi özgürleş-tirecek, sürgündeki Suriyelilere kapıları ardına kadar açacak?
Kim inanırdı ki buna?
Ama işte oldu. Bütün teorileri, senaryoları, analizleri alt üst ederek, bütün karamsa, kötümser yorumları çiğneyerek, hatta aklı bile aşarak özgür Suriye’nin bayrağını Şam’ın Emevi Meydanı’nda gururla dalgalandırdılar.
“Allah ol der ve olur.” Oldu nitekim.
Neden daha fazlası olmasın ki?
Bir hayalim var:
Şimdi dünyanın her yerinde Müslümanlar Şam’da dalgalanan özgür Suriye’nin bayrağına uzun uzun bakacaklar. “Oluyormuş” diyecekler, “mümkünmüş” diyecekler.
Kalpler titreyecek, gözyaşları sel olup akacak, umut, kararmış yüreklerdeki pası törpüleyecek, zulmet aydınlığa dönüşecek, gecenin zifiri karanlığı şafakla kucaklaşacak.
Bir tarafta Hamas’ın destansı direnişi, diğer tarafta Suriye’nin şanlı zaferi, öte tarafta Türkiye’nin küllerinden doğuşu…
Hamas’a bakacaklar: Trilyon dolarlık bombalarıyla, her mecrayı işgal eden propagandalarıyla İslam düşmanlığı paydasında buluşup hep birlikte barbarca bebeklere dahi saldıranların nasıl bir avuç kahramanın sırtını yere getiremediklerini, “süper güç” sanılanların nasıl da kağıttan kaplan olduklarını anlayacaklar.
Suriye’nin öfkeli gençlerine bakacaklar: Ayaklarında terlik ama göğüslerinde imanla; yok sayılan, “terörist” diye yaftalanan ama yaşamı umursamayan, ölümü kendi içinde öldürmüş yiğitlerle, azmedince nelerin yapılabileceğini görecekler.
Türkiye’ye bakacaklar: Yenilgi yenilgi büyüyen zaferi görecekler. Sabrın, azmin, umudun nasıl karanlığı boğduğuna şahit olacaklar. İmparatorluk aklının, onlarca asırlık devlet tecrübesinin öyle “bir şapka, bir eldiven, bir maymun” inkılabıyla, heykelle ve rakıyla yok edilemeyeceğini, milletin nüvesindeki merhamet ve cesaretin ebeden silinemeyeceğini, sessiz bir devrimle koca devin ayağa kalktığını anlayacaklar.
Ürdün’de, Mısır’da, Suudi Arabistan’da, Kuveyt’te, Emrilkler’de, Umman’da, Yemen’de ve daha nice İslam beldelerinde gençler sevinçle sokaklara akacak.
Pakistan’dan, Afganistan’dan, Hindistan, Bangladeş, Endonezya, Malezya’dan, Mağrip’ten, Afrika’dan, Kafkasya’dan, Balkanlar’dan, Avrupa’dan, Amerika kıtasından, her nerede varlarsa oradan akın akın, fevç fevç yürüyecekler.
Mekke’ye yürüyen Hazreti Nebi’nin kutlu ordusu gibi “Lebbeyk” nidalarıyla yeri göğü inletecekler. Putları kıracaklar, zalimleri alaşağı edecekler, kuklaları devirecekler. Domino taşı gibi ardı ardına yıkılacak kaleler. Devrim neymiş, nasıl yapılırmış dünyaya öğretecekler.
Tek tek fethedilecek mazlum, mahzun şehirler… Yarın Beyrut, ertesi gün Ramallah, Gazze, ötede Kahire, beride Amman. Sonra özgürlük sancağı Kudüs’te, Mekke’de, Medine’de dalgalanacak.
Kırarak dökerek değil, yaparak, onararak yürüyecekler; kinle değil, merhametle ilerleyecekler.
Sevgi medeniyetini yeniden kuracaklar. Batı’nın merhametsizliği karşısında insani olanı yüceltecekler. Işığın Doğu’dan geldiğini cihana hatırlatacaklar. Medine’den şefkat, Bağdat’tan hayat, Şam’dan ilim, Semerkant’tan tefekkür, Diyarbakır’dan kardeşlik, İstanbul’dan medeniyet taşıyacaklar.
Bir hayal ama mümkün bir hayal.
Bir hayal ama uğruna yaşanılacak, uğruna ölünecek bir hayal.
Bir hayal ama cihan değer bir hayal.
Neden olmasın? Oldu ya işte.