Esad’ın gidişiyle Suriye’de yönetimle birlikte harita da değişebilir mi?

Beşar Esad’ın devrildiği saatlerde birçok Suriyeli tanıdığımla konuştum, aralarında tarafsız veya muhaliflere yakınlık duymayanlar da var, hiçbiri uyumamış gece boyu. Birçoğu artık ömürlerinde Suriye’ye gidemeyeceklerini düşünüyordu, şimdi o ümit doğdu. Evlerine dönebilecekler. Hepsi, belli kaygılar taşımakla birlikte, heyecanlılar, mutlular. Yeniden doğmuş gibiler.

Rusya ve İran’ın desteğiyle koltuğunu koruyan Esad, savaşı kazandığı zannıyla, Kasyun’daki sarayında refah içinde yaşamaya devam ederken, savaş zengini yandaş zümre gününü gün ederken, Suriye halkı perişan haldeydi, günde 1-2 saat su ve elektrikle, ayda 1000-1500 TL‘yle yaşamını idame ettirmeye çalışıyordu. Yolsuzluk, her türlü yasadışı iş almış yürümüştü. Ülke birkaç parçaya bölünmüştü.

Esad’ın hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etmesi mümkün değildi.

Tarih boyunca hiçbir diktatör sonsuza dek hüküm süremedi. Koca koca ülkeleri, ulusları babalarının çiftliği gibi baskıyla, türlü dalavereyle yönettiler, sayısız insanın ölümüne, büyük acılara yol açtılar. Ama er ya da geç deniz bitti ya hapse atıldılar ya öldürüldüler ya da destekçilerini yüzüstü bırakıp kaçtılar. Esad, kaçanlar kervanına katıldı. Darısı tüm benzerlerinin başına.

Şimdi en önemli konu

Bugün için Suriye’de en önemli konu, ülkenin yönetim boşluğuna düşmeden, yeniden iç savaşa sürüklenmeden bir geçiş yönetimi oluşturulmasıdır.

Günün yıldızı Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) lideri Golani, diğer adıyla Ebu Muhammed; gerçek adı Ahmed el-Şara

Golani ılımlı mesajlar veriyor, güven aşılamaya çalışıyor. Ilımlı bir tür Taiban mı sorularını daha önce tartışmıştık, bu bağlantıdan okuyabilirsiniz.

El Kaide ve El Nusra’dan türeyen HTŞ, “Batılılar” tarafından ele alınan, parlatılan ve piyasaya sürülen, Suriye’ye uyarlanmış bir Taliban modeli gibi duruyor.

Diğer taraftan, önümüzdeki dönemdeki yansımalarından bağımsız olarak, bugün için, gelişmeler Türkiye’ye önemli prestij kazandırdı. Uluslararası camiada yaygın kanı, Esad’a karşı zaferde Türkiye’nin çok önemli rolü olduğu yolunda.

Kaybedenler İran ve Rusya

İran’ın Suriye’deki etkisi gitti, İran-Irak-Suriye-Lübnan direniş ekseni büyük darbe aldı ve İran’dan bölgeye en önemli lojistik hattı kırıldı.

Rusya, Tartus deniz ve Hmeymim hava üslerini elde tutuyor ama önemli prestij kaybına uğradı. Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov dün akşam Doha Forumunda yine üst perdeden ve kendinden çok emin konuşuyordu. Konuşmasından sadece birkaç saat sonra yaşananlar nedeniyle mahcup olmuştur diyeceğim ama özellikle Sovyet ekolü diplomatlarda utanma duygusu yoktur. Rusya Suriye’de çok kan döktü ve pek çok Suriyeli için bir nefret objesi.

Suriye’de yaşanan gelişmelerin konjonktürel koşulları da hesaba katan çok taraflı bir pazarlıklar manzumesinin sonucu olduğuna kuşkunuz olmasın.

Bu pazarlıkta, yer alan ana aktörler, Türkiye, ABD, İsrail, Rusya, belli başlı Körfez ülkeleri, HTŞ, Suriye Milli Ordusu, YPG ve de rejimin kendisidir. İspat et derseniz edilmez.

Bu ülkelerin birbiriyle çatışan, kavga eden ülkeler olması kimseyi şaşırtmasın, uluslararası kriz diplomasisinde, bölgesel ve uluslararası güç oyunlarında gelişmeler gri alanda seyreder, sağ elleriyle yumruklaşanlar, sol elleriyle birbirlerinin sırtını sıvazlarlar.

Harita yeniden şekilleniyor

Muhaliflerin operasyonu neticesinde Suriye’de harita yeniden şekillendi ve dikey olarak üç bölge oluştu: sahilde Alevi/Nusayri bölgesi, orta hatta muhaliflerin kontrolündeki bölge ve doğuda YPG’nin kontrolündeki bölge.

Bu haritanın kalıcı olup olmadığını ve Suriye’nin nihai haritasının nasıl olacağını hepimiz merak ediyoruz.

Muhalifler, harekât boyunca, Nusayrilerin belkemiği olarak tanımlanan sahil bölgesini (Tartus-Banyas-Lazkiye hattı) hedef almadılar.

Bu durumu, yukarıda zikrettiğim ilgili tarafların, bu bölgenin Esad rejimi mensuplarına, Nusayrilere sığınma alanı veya güvenli bölge olarak ayrılması hususunda vardıkları mutabakata bağlıyorum.

Şimdi en önemli konu bundan sonra ne olacağıdır.

Suriye’de ülkenin bölünmemesi ve devletin çökmemesi lazım.

Esad’ın boşluğun doldurulurken

Esad’ın atadığı Başbakan Muhammed Gazi el-Celali görev başında olduğunu ve kamu güvenliğinin korunması için elini muhaliflere uzattığını açıkladı. Başbakan doğru bir yaklaşım sergiledi, muhaliflerin bunu karşılıksız bırakacaklarını sanmıyorum.

İlk iş yönetim boşluğunun doldurulması, geçici bir düzenleme yapılması olacaktır. Golani, yönetim komitesi kurulacağını ifade etmişti. Bu komitede kimler yer alacağı, hangi grupların temsil edileceği, eski rejim unsurlarının ve YPG’nin katılıp katılmayacaklarını izleyip göreceğiz.

Belki Başbakan ve hükümeti, böyle bir komitenin direktifleri doğrultusunda ve gözetiminde geçici olarak işlerini sürdürecektir.

Uluslararası camia da büyük olasılıkla, BMGK 2254 sayılı karar zemininde çalışmaya başlayacaktır.

Esad rejiminin işlediği suçlar artık daha da açıkça gün yüzüne çıkacaktır.

Mahkemeler kurulacak, suçlu bulunan bazıları da idam edilecektir. Ama adaletin tecellisi cadı avına dönüşmemelidir. Endişe içinde olan Alevi/Nusayri kesimin rahatlatılması ülkenin huzuru bakımından özellikle önem taşıyacaktır.

Bundan sonraki en belirgin fay hatları ve dolayısıyla, çatışma potansiyeli; muhalifler ile Nusayriler, muhalif grupların kendi aralarında, muhalifler ile YPG ve Kürtler ile Araplar ve Türkmenler arasında gözükmektedir.

Suriyeli muhaliflerin kavgası

Esad’ın iç savaşın ilk döneminde başarılı olmasının nedenlerinden biri muhaliflerin kendi aralarında kavgaya tutuşmaları, Esad’la mücadele edecekleri yerde, kendi aralarında mücadeleye girişmeleriydi.

Bu son harekatta birlikte hareket etme becerisini sergilediler ve başarıya ulaştılar. Aynı beceriyi Suriye’nin yönetiminde ve yeniden inşasında göstermeleri gerekir yoksa yeniden iç savaş başlar.

Muhaliflerin içinde, önemli ölçüde, İslamcı ideolojiye sahip, cihatçı gruplar var. Bu grupların Suriye’nin aslında Esad’dan çok öncesine, yüzyıllara dayanan çok kültürlü, çok dinli ve çok mezhepli yapısına saygı gösterip göstermeyecekleri, nasıl bir yönetim tarzına yönelecekleri önem taşımaktadır.

Ülkenin katı bir İslami düzenle yönetilmesi, şeriat yönetimine gidilmesi yeni sorunlar doğuracaktır.

Bir diğer hayati konu, YPG’nin nasıl bir gelecek peşinde olacağıdır. ABD tarafından eğitilen ve silahlandırılan, son 10 gün içinde de kontrolü altındaki alanı genişleten YPG, sahadaki kazanımlarını kalıcı siyasi kazanıma tahvil etmek isteyecektir. En azından otonomi peşinde olacaktır. Bunu esasen birçok kez dile getirdiler.

Türkiye’deki “süreç” ile bağı

Bu kapsamda önem taşıyan unsurlar, Türkiye’nin YPG’nin bu yönelimlerine izin verip vermeyeceği, Suriyeli Arapların Kürtlerin bu yöndeki taleplerine ne tepki verecekleri ve Trump yönetiminin YPG’yi destekleyip desteklemeyeceğidir.

Suriye’de Kürtlerle ilgili gelişmeler ve Türkiye’nin tutumu, Devlet Bahçeli’nin başlattığı “süreç ile” yakından ilgilidir.

ABD-İsrail ikilisinin nasıl bir tutum izleyeceği önemlidir.

İran’ın Suriye’deki etkisi gitmiştir ama ülkede, kırılgan ve yönetilebilir bir Esad rejimi yerine, İslamcı ideolojiye sahip grupların ağırlıkta olduğu bir Suriye ortaya çıkmaktadır. Bu gruplar bugüne kadar İsrail’i hedef almadılar hatta birbirlerinden yararlandılar ama önümüzdeki dönemde Arap ve İslam davalarına sahip çıkma olasılıkları güçlüdür. Üstelik bu gruplar, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile yakındır. Bu hususlar İsrail için kaygı unsuru olacaktır.

Suriye halkı çok çekti, barışa ve huzura kavuşmalarını temenni ediyorum.

Esadın devrilmesiyle Suriye’de bir dönem kapandı ama sorunlar bitmedi.  Hatta, bazı sorunların çözümü beraberinde yeni sorunlar getirebilir.  Önümüzdeki dönem daha çok gelişmeye gebe.