Trump’ın dış politikası: Öyle de yapabiliiir, böyle de yapabiliiiir…

Seçim zaferinden beri uluslararası uzmanlar, Donald Trump’ın ikinci döneminde nasıl bir dış politika izleyeceğine dair kafa yoruyorlar. Okuduğum pek çok makaleden ve katıldığım uluslararası toplantılardan edindiğim izlenim, kimsenin sağlıklı bir tahminde bulunamadığı. 

Tahminde bulunanlar, baştan tahminlerinin doğru çıkmayabileceğini söylüyorlar. Herhangi bir konuda Trump ne yapar diye sorduğunuzda aldığınız yanıt; “Şöyle de yapabilir, böyle de yapabilir,” şeklinde oluyor. Ve bahsettikleri iki olasılık birbirinin zıddı olabiliyor.

Yani anlayacağınız; Trump’ın en önemli özelliği öngörülemezliği. Kendisi de bunun farkında. Bu öngörülemezliğini izleyeceği politikalar açısından önemli avantaj olarak görüyor.

Bir kısım yorumcu, Trump’ın aslında içeriye daha çok ağırlık vereceğini belirtse de egosu şişik bir liderin, süper güç bir devletin başına geçmişken dünya siyasetiyle uğraşmamasına ihtimal vermiyorum.

Zaten kurduğu ekip de izolasyoncu bir ekip değil.

Öngörülemezliğinin yanı sıra, bir başka özelliği; anlık esip gürlemesi, tutarsızlığı; bu tutarsızlıklarını esip gürlemeyle kapatması.

Zaten hazret sosyal medyadan gürlemeye başladı. Eğer Gazze’deki esirler 20 Ocak’a kadar serbest kalmazsa ortalık cehenneme dönecek diye tehdit etti Trump. Filistinliler zaten cehennemin dibini görmüşler, daha ne kadar kötü olabilir ki?

Ankara; temkinli iyimserlikten tedirgin iyimserliğe

Anlayabildiğim kadarıyla, Ankara’da başlangıçtaki temkinli iyimserlik, yerini tedirgin iyimserliğe hatta temkinli kötümserliğe bıraktı. 

Ankara’nın birtakım avantajları da var dezavantajları da. 

Erdoğan ihtimal bu avantajları Trump’ın gözüne sokarak, gözüne girmeye çalışacaktır.

Birincisi Trump’la Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın birinci dönemden hukuku ve Erdoğan’ın güçlü lider imajı. Gillian Tett’in bir makalesinde okudum; piyasalar da Trump’a hazırlıklı olmaya çalışıyormuş; güçlü lider imajı nedeniyle Türk lirası değer kazanırken Meksika pesosu değer kaybetmiş. 

İkincisi, NATO ülkeleri arasında Trump’ın “aferinini” kazanacak nadir ülkelerden biri Türkiye. 2024’te Türkiye’nin harcamalarının, gayrı safi yurtiçi hasılasına oranının yüzde 2’yi geçmesi bekleniyor. Malum, Trump Avrupa’da herkes elini taşın altına koysun istiyor. NATO ittifakının ortalaması yüzde 2 olarak belirlenmişti. Kaldı ki, Türkiye çok sayıda NATO misyonuna katkıda bulunarak, elini taşın altına da koyuyor. Yani Trump’ın “ABD’nin sırtına yük olmayın, pamuk eller cebe, asker postalları sahaya” eleştirisine hedef olmaz.

Yeni öğrendim. Bir Avrupa diplomatının yalancısıyım. Ukrayna Moskva adlı Rus savaş gemisini batırdıktan sonra, Ruslar, Akdeniz’de tuttukları iki gemiyi Boğazlardan geçirip Karadeniz’e çıkarma talebinde bulunduğunda Ankara "hayır" demiş. Yani Ankara Rusya’yı zor durumda bırakan çok adım attı.

Tabii gel de bunları dikkat yoğunluğu 3 dakikayla sınırlı Trump’a anlat. Her hâl ve kârda Erdoğan’ın Ukrayna ve Rus liderleriyle diyaloğu da Trump’la ilişkide önemli bir artı değer olacaktır.

Ekonomik olarak; Trump ABD’den alım yapılmasından büyük memnuniyet duyan bir lider. F16 filosunun yenilenmesinin yanı sıra F35 alımı için Ankara’nın yaptığı teklif de Trump’ın hoşuna gidecektir. Rus yapımı S-400’lerin kutusunda tutulup, ara ara Amerikalıların kontrol etmeleri karşılığında, F35’ler için de yeşil ışık yanabilir. 

Türkiye’nin ABD’den LNG alımını, iki ülke arasındaki ticaretin 100 milyar dolara çıkarılması hedefi de Trump’ın gözlerinin parlaması için kullanılacaktır.

Trump’tan BRICS eleştirisi

Ancak; iktidarın dünyanın ekonomik ve siyasi düzeninin ABD hegemonyasından “kurtulmasına” dönük arayışları ise sıkıntı yaratmaya aday.

Trump geçenlerde “BRICS ülkelerinin dolardan uzaklaşmaya çalıştıkları ve bizim de buna seyirci kaldığımız düşüncesi BİTMİŞTİR,” diye paylaşımda bulundu.

BRICS ülkelerinden ayrı bir para birimi yaratmayacakları, ABD dolarının yerini alacak başka para birimine destek vermeyeceklerine dair taahhüt isteyen Trump “aksi takdirde yüzde 100 gümrük tarifeleriyle karşılaşacaklar” dedi.

BRICS’e üyelik konusu bir süre rafa kalkar herhalde; zaten BRICS ülkelerinin de kollarını açmış hevesle Türkiye’yi bekler halleri yoktu.

Türkiye’nin Filistin davasındaki tutumu en büyük baş ağrılarından biri olmaya aday. O noktada ihtimal Türkiye’nin Suudi Arabistan’a duacı olması gerekecek gibi duruyor. Genel yorumlar, Suudi Arabistan’ın Filistin davasında manalı bir kazanım olmadan İsrail’le normalleşmeye evet demeyeceği yönünde. 

Türkiye’nin bir endişesi de İsrail’i İran konusunda kimsenin frenlememesi. İsrail - İran çatışmasının büyüyerek bölgeyi daha da büyük bir alev topu haline getirmesi ihtimali Körfez ülkelerini rahatsız ediyor. Suudi - Arabistan İran yakınlaşması nedeniyle, yine Suudi krallığının Trump üzerinde etkisini kullanıp, İran konusunda işlerin çığrından çıkmamasına çalışabileceği söyleniyor.

Burada altını çizeceğimiz bir nokta, ne bölgenin ne de bölge aktörlerinin Trump’ın bıraktığı yerde durmaması. Bu dört yıl içinde, özellikle bölge aktörleri de çeşitli hazırlıklar yapıp, seçeneklerini çoğalttılar. 

Suriye’de olan gelişmeler de hem Ukrayna savaşı hem Gazze savaşı hem de Trump’ın ikinci dönemiyle doğrudan bağlantılı. İhtimal aktörler, Trump başkanlık koltuğuna oturmadan pozisyon alıyorlar. Sahada her an her şey değiştiği için, gidişatın Türkiye-ABD ilişkilerine nasıl yansıyacağını tahmin etmek için çok erken.

Ancak, Trump’ın Ukrayna savaşını durdurması durumunda Rusya’nın ve buna bağlı olarak Suriye’nin elinin güçleneceğini akılda tutmak gerekir. 

Ankara’ya gelen İran Dışişleri Bakanı, gelişmeleri Amerikan-siyonist planlarına bağlarken, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın mesajlarının adresi bence Moskova ve Tahran’dı. 

Bu iki ülkeyle Astana sürecinde sahada sağlanan göreceli istikrar ortamından Şam’ın yararlanmadığını söyledi. Bir anlamda Moskova ve Tahran’a “siz de Esad’ı uzlaşma için teşvik etmediniz” demeye getirdi. 

Beşar Esad ne Ankara ile normalleşmeye yanaştı; ne de terör örgütü olarak gördüğü muhalif gruplarla diyaloğa geçme niyeti vardı. 

Washington; Paris, Londra ve Berlin’in ortak açıklama yapıp son gelişmelerden Esad’ın uzlaşmaz tutumunu sorumlu göstermesi çok dikkat çekici. Çok uzun süredir ilk kez Ankara ile Batılı müttefikleri Suriye’de şimdilik aynı telden çaldılar. Bu aynı telden çalma halinin kalıcı olmama riski hayli yüksek.

Türkiye’ye dönersek; Türkiye’nin en önemli dezavantajı, Trump’ın ekibindeki Türk karşıtları olacak. Trump’ın odaklanacağı o üç dakikada Türkiye’yle ilgili kimin konuşacağı çok önemli. Konuşanların şahane şeyler söylemesi beklenmemeli. Ama işte; Trump farkı... Ekibini dinlemek yerine kafasına eseni de yapabilir.

Emekli büyükelçi Alper Çoşkun’un dediği gibi, kemerleri bağlama vakti!