Çevremizde yeni gelişmeler olurken Türkiye yapıcı rol üstlenmeye hazır mı?

Trump’ın ABD’de seçimleri kazanmasından beri birçok yerde yeni gelişmeler oluyor. Pek çok ülke yeni pozisyonlar alarak yeni döneme hazırlanmaya çalışıyor. Bu gelişmeleri Trump’ın etkisinden bağımsız algılamak mümkün değil. Trump’ın açıkladığı politikalar ve müstakbel ekibinin oluşumu dünyada siyasi-ekonomik-askeri ilişkiler üzerinde şimdiden etkisini hissettirmeye başladı.

Türkiye’nin çevresindeki Ukrayna ve Orta Doğu krizlerinde bu gerçek kendini çok daha net şekilde gösteriyor. Söz konusu krizlerin alacağı seyrin ülkemizi yakından ilgilendirdiğini vurgulamaya gerek yok. Her iki krizin çözümünde de Türkiye’ye rol düşecek. Türkiye bu sayede hem bölge üzerinde yeniden nüfus sahibi olabilir, hem içine düştüğü yalnızlıktan kurtulabilir. AKP iktidarı altında Türkiye’nin bu basireti gösterebilmesi için tek bir koşul var: Mevcut mezhepçi-ideolojik dış politikanın terk edilerek, ulusal çıkarları esas alan gerçekçi dış politikalara dönülmesi. AKP iktidarı ideolojik reflekslerle meselelere yaklaşmaya devam ederse, dış politikada yeni hüsranlar yaşanması kaçınılmaz olur.    

Türkiye geçmişte Ukrayna krizinde taraflar arası görüşmelerde kolaylaştırıcı rol oynayarak olumlu katkılarda bulunmuştu. Bu sayede taraflar İstanbul ve Antalya’da buluşturulabilmiş, tahıl ihraç anlaşması BM gözetiminde imzalanabilmişti. Türkiye’nin hala belli ölçülerde hem Kiev ile hem de Moskova ile olumlu ilişkileri olan ender ülkelerden biri olması ona mevcut konjonktürde de avantaj sağlayabilir. Ama tahıl anlaşmasından bu yana köprülerin altından çok sular aktı. Ukrayna krizi çok veçheli ve daha zor bir hale geldi. 

Türkiye’nin Orta Doğu bağlamında bir rol üstlenmesi ise hiç kolay değil. Türk dış politikasında hâkim kılınmaya çalışılan mezhepçi-ideolojik anlayış onun Orta Doğu’da rol üstlenmesinin önündeki en büyük engel. Türkiye’nin Hamas’ın hamiliğine soyunması ve İsrail aleyhtarlığında İran’la yarışacak tavırlar sergilemesi salt bu bölgedeki uzlaşma çabalarına katkı sağlamasını engellemiyor, aynı zamanda onu yeni ABD yönetimi ile de tehlikeli bir çatışma rotasına sokuyor.

Ukrayna krizi

Ukrayna’da Trump sonrasında hızlı gelişmeler yaşanmaya devam ediyor. Rusya yeni Trump yönetiminden gelecek ateşkes yönündeki olası baskılara karşı daha fazla toprak elde edip masaya avantajlı oturma refleksiyle saldırılarına ivme verince Pandora’nın kutusunu iyice açtı. Rusya’nın kara harekâtı karşısında sıkışan Ukrayna ABD ve İngiltere’den, ATACMS ve Storm Shadow taktik balistik füzelerinin Rusya içlerine kullanımı için bastırmaya başladı. Bu füzeler Rusya’nın ilhak ettiği Doğu Ukrayna’da ve Kırım’da askeri hedeflere karşı etkili bir şekilde kullanılmasına karşın, Rusya’nın uluslararası alanda tanınmış egemenlik sahasındaki hedeflere karşı, Moskova’yı provoke etmemek gayesiyle kullanılamıyordu. Oysa o bölgelerdeki üslerden atılan füzeler veya kalkan uçaklar Ukrayna’da sivil hedeflere ağır darbeler vuruyorlar. İngiltere Başbakanı Keir Starmer söz konusu füzelerinin asli Rus topraklarına karşı da kullanılması konusunu kısa süre önce Biden’la konuşmaya çalışmış ama sonuç alamamıştı. Ama beklenmeyen gerçekleşti, Biden gider ayak Rus topraklarına atış yasağını kaldırıldığını açıkladı. Biden’ın son anda füzelerin kullanımına yeşil ışık yakması bazı yorumcular tarafından Trump’a tuzak kurmak olarak algılandı. Oysa hemen her konuda görüşlerini açıklamaktan çekinmeyen Trump’tan bu konuda itiraz gelmemesi dikkat çekici. Bunun da ötesinde, Trump’ın ekibi içindeki etkili isimlerden Sebastian Gorka’nın, katil ve haydut sıfatlarını yakıştırdığı Putin’e karşı Trump’ın Ukrayna savaşını bitirme planı çerçevesinde Ukrayna’yı askeri yardımlara boğarak şimdiye kadar verilenlerin fındık fıstık mertebesinde bırakılacağını söylemiş olması da gözden kaçmadı. Bu yaklaşımlar esas alınırsa, Biden’la Trump arasında Ukrayna’ya yardım konusunda görüş ayrılığı kalmadığı sonucunu çıkarmak mümkün. ABD’nin yeni yönetimi, Rusya’yı saldırılarını durdurmaya zorlayarak görüşme masasına oturtmaya çalışacak anlaşılan.

Ukrayna Putin’in öfkesine aldırmadan atış izini çıkar çıkmaz Rus askeri tesislerini (Rusya gibi sivil hedefler değil) ABD ve İngiliz füzeleriyle vurmaya başladı. Vurulan üsler arasında hava savunma bataryaları ve askeri havaalanları var. Bu atışlar devam ederse Rusya çok sıkıntı çekebilir. Sadece Ukrayna değil, Rusya’nın da savaşta yorulduğu kesin. Füze ve topçu mermileri gibi kısım mühimmatı Kuzey Kore’den, SİHA’ları ise İran’dan almak zorunda kalan Rusya, en son Kuzey Kore’den cepheye yabancı asker sürmek zorunda da kaldı. Zira, kendi nüfusu içinden askere alacak insan bulmakta zorluk çekiyor. En son cezaevlerindeki ağır suçluların cepheye sürülmesi de işe yaramadı.

Bu yüzden, sıkışan Putin’in dostu Trump’ın yapacağı masaya oturma teklifine sırt çevirmesi hayli güç olacak. Esasen Putin böyle bir anın gelmesini hasretle bekliyor. Biden’la Trump arasındaki fark birincisinin hiçbir zaman masa önerisiyle ortaya çıkmamış olmasıydı. Masa seçeneğinin geçekleşebilmesi için Ukrayna ve bir kısım NATO üyelerinin böyle bir öneriyi kabul etmeleri lazım. Özgüveni her zaman tavan yapmış olan Trump elinde Ukrayna’yı ve NATO’daki “dostlarını” ikna etmek için her türlü olanağa sahip olduğuna inanıyor. Türkiye’nin geçmişte olduğu gibi böyle bir masanın oluşumuna (arabulucu olarak değil) kolaylaştırıcı olarak katkı sağlaması mümkün ve olmalıdır. Türkiye bunu Moskova ile olumlu ilişkiler sürdürebilmiş NATO’nun önemli bir üyesi olmanın bilinci içinde yapmalıdır. Yeni NATO Genel Sekreteri Marc Rutte’nin Erdoğan’ı Ankara’da ziyaret ederken Türkiye’nin NATO içindeki konumu hakkında ifade ettiği övgüler boşuna söylenmiş sözler olarak algılanamaz. Şartlar değişirken, Batı Türkiye’ye yeni roller biçiyor. Türkiye’nin ideolojik Batı karşıtlığını bir taraf bırakarak yeniden Batı rotasına dönmesinde sonsuz faydalar var. Batı rotasına dönmesi Türkiye’nin çok yönlü egemen bir dış politika sürdürmesine engel değil. Marc Rutte’nin Türkiye’nin BRICS’le ilişkiler bağlamında ifade ettiği sözler bunun en güzel güvencesi olarak okunabilir.

Gazze krizi

Gazze krizi bağlamında da Türkiye’nin önünde bir fırsat kapısı açılmıştır. Lübnan krizinin ateşkesle sonuçlanmasından sonra Biden Gazze’de ateşkes ümitlerinin arttığını açıklayarak kendi yönetimin ayrılmadan önce bu yönde çabalarını yoğunlaştıracağını ifade etti. Şimdiye kadar Mısır ve Katar aracılığı yürütülen (ama sonuç alınamayan) müzakerelerde Biden bu kez Türkiye’nin de ismini zikretti. Kuşkusuz Türkiye’nin Hamas’la kurduğu yakınlık ve Halit Meşal gibi hâlâ yaşayan Hamas liderleri üzerinde Erdoğan’ın nüfuz sahibi olması, müzakere sürecinde yeni bir kanal açılması için önemli. Türkiye daha önce kendisine sunulmayan bu önemli fırsatı iyi kullanmalıdır. Ama Türkiye’nin İsrail aleyhtarı mevcut retorikle ve kraldan çok kralcı Hamas hamisi tavırlarıyla böyle bir rol oynayabilmesi hayli güç.

Hamas’ın bundan böyle Gazze’de varlığına izin verilmeyeceği kesin. Öte yandan aldığı ağır darbeler sonrası Hamas’ın bundan sonra eski konumunu koruyarak varlığını sürdürebilmesi de hayli güç. Ankara’nın bunun bilincinde hareket etmesinde sonsuz yarar var. Ayrıca 7 Ekim saldırıları Hamas’ı insanlık suçu işlemiş bir terör örgütü haline getirdi. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) Hamas’ın yaşayıp yaşamadığı meçhul askeri lideri Muhammet Deif hakkında tutuklama kararı vermesi bunun en açık kanıtı. UCM’nin sadece Netanyahu ve Yoav Gallant hakkındaki kararlarını görüp, Deif kararını göz ardı etmek sadece ideolojik körlükle açıklanabilir. AKP’nin bu körlüğü bir an öne üzerinden atıp Hamas’la ilişkilerini daha gerçekçi bir zemine oturtması gerekiyor.

Diğer yandan her ne kadar zor olsa da Türkiye’nin bir şekilde yeniden İsrail’le temas arayışında bulunması lazım. Netanyahu döneminde bu kolay yutulacak bir lokma olmayabilir ama İsrail Orta Doğu’da gücü artan bir aktör olarak kalmaya devam edeceğine göre, Türkiye’nin buna uygun davranması lazım. Gerçekçi dış politika bunu gerektirir.

Her şeyin başı ulusal çıkar

Bu basireti gösterilebildiği takdirde Türkiye’nin Gazze bağlamında anlamlı bir rol üstlenmesi mümkün olabilir. Türkiye’nin Gazze’de oynayacağı olumlu rol ona Doğu Akdeniz, Suriye, Irak ve İran bağlamında da yeni fırsat pencereleri açabilir. Türkiye ulusal çıkarlarının gerektirdiği gibi hareket etmelidir.  Önümüzdeki dönem çok şeye gebe. Bekleyip göreceğiz.