Dışişleri Bakanı Hakan Fidan 21 Kasım’da Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Dışişleri Bakanlığı’nın 2025 yılı bütçe görüşmeleri sırasında dış politikada atılan adımları içeren bir sunum yaptı. Fidan’ın sunumunda en çok dikkat çeken ve haberlere konu olan ifadesi, “Sınır ötesindeki Kürtlerin tek hamisi Türkiye’dir” sözleriydi. Fidan’ın "Suriye’deki Kürtler Türkiye’ye karşı ev ödevlerini biliyorlar" ifadesi de çok dikkat çekiciydi.
Dışişleri Bakanı Fidan’ın sunumu ve Türkiye’nin dış politikada izlediği stratejiyi CHP Dış Politikadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı, “Gölge bakan” Prof. Dr. İlhan Uzgel ile konuştuk.
CHP Dış Politikadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. İlhan Uzgel
Türkiye’nin değişen dengelere karşı savrulma görüntüsü veren bir dış politika izlediğini söyleyen Uzgel, "Dışişleri Bakanı Fidan’ın 'Suriye’deki Kürtler Türkiye’ye karşı ev ödevlerini biliyorlar' açıklamasıyla Bahçeli’nin açıklamaları arasında bir ilişki varsa bu açıklanmalı" diyor. İlhan Uzgel’in sorularımıza yanıtları özetle şöyle oldu:
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan 21 Kasım’da Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Dışişleri Bakanlığı’nın bütçesinin görüşülmesi kapsamında komisyon üyelerine dış politikanın bir yılını özetleyen bir sunum yaptı. Fidan’ın sunumunu nasıl buldunuz?
Çok sorunlu buldum. Konuşmanın başlığını ‘Belirsizlik Çağında Kararlı Dış Politika’ belirlemişlerdi. Daha çok belirsizlik çağı ve belirsiz dış politika başlığı uygun olurdu. Hatta Türkiye’nin BRICS üyeliği için başvuru yapıp yapmadığı bile belirsiz. Buraya dahil olmak gibi bir çabanız var mı yok mu? Bu da belirsiz. Neden kararlı bir dış politika? Nesi kararlı? Bunların hiçbiri belli değil. Kavramsallaştırma dahi ciddi sorunlar içeriyor.
Evet dünya belirsiz bir dönemde, ancak belirli olan bazı unsurlar da var, örneğin jeopolitik kaygıların yükselmesi. Böylesi koşullar altında Türkiye gibi çok kritik coğrafi konuma sahip bir ülkenin ana stratejisinin ne olduğuna dair bir tane ifade yok. İlkesiz, plansız, programsız, stratejiden yoksun bir dış politikadan bahsediyoruz.
‘BİR ÜLKENİN DİPLOMASİ ALANINDA YAPABİLECEĞİ İŞLER BAŞARI OLARAK SUNULDU’
Sayın Bakan sunumunda aşağı yukarı Türkiye gibi, bu büyüklükte bir ülkenin dış politikada yaptığı/yapabileceği faaliyetleri bir başarı hikayesi olarak aktarmış. Bahsettiği unsurlar zaten Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri yapılan faaliyetler. Gündelik, rutin işlerin yapılması sanki büyük dış politika başarısıymış gibi sunuldu. Bakanın sunumundaki bence en önemli sorunlar şunlardı: İlk olarak vizyon ve strateji eksikliği, ikincisi en kritik noktalarda politikasızlık veya şayet konuya dönük izlenen bir politika varsa da bunun ortaya konmasında bir kararsızlık.
‘TÜRKİYE’NİN İSRAİL KONUSUNDAKİ BÜTÜN EYLEM VE GİRİŞİMLERİ ETKİSİZ’
Hakan Fidan’ın sunumunda İsrail-Filistin savaşı karşısında Türkiye’nin izlediği siyaset, eylem ve pratikleri de özetledi. İlk olarak ticaretin askıya alındığını, ikincisi Türkiye’nin resmen Güney Afrika’nın açmış olduğu davaya müdahil olduğunu aktardı. Benzer biçimde Arap Ligi ile atılan ortak adımlardan bahsetti. Konuşmanın bu bölümünü ve izlenen siyaseti asıl değerlendirirsiniz?
Bütün bunlar son derece etkisiz, sınırlı, hiçbir sonuç getirmeyen pratikler. Gazze’de hatta Batı Şeria ve Lübnan’da yapılanlar bir kıyıma dönüştü, ki 21. yüzyılın en büyük katliamlarından biri yaşanıyor. Buna dönük sonuç getirecek etkili bir girişim olmadığı gibi alttan alta ticaretin devam ettiğine de tanıklık ettik. Hükümetin şöyle bir işlevi oldu: Kendisini Filistin davasının savunucusu olarak tanımlayarak Filistin’e dair toplumsallığı kendisinde siyasallaştırdı. Topluma ‘biz devlet olarak Filistin davasının sahibiyiz, sizin bir şey yapmanıza gerek yok’ dedi. Erdoğan, ‘one minute’ten bu yana kendisini buradan tanımladı. Topluma Filistin konusunda bir şey yapılacaksa onu biz yaparız, mesajını verdi. Örneğin Batı’da hükümetler İsrail’e karşı bir adım atmadığı için üniversite kampüslerinde, sokaklarda protestolar yaşanıyor. Erdoğan bu noktada hem o reaksiyonu kendisinde topladı ve soğurdu hem de ciddi bir adım atmadı. Bu da İsrail’in işine yarayan bir politika oldu. İsrail’e yönelik sert açıklamaların bu nedenle bir önemi yok.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bu noktada "Biz nasıl Karabağ'a girdiysek, nasıl Libya'ya girdiysek bunun benzerini aynen onlara (İsrail) da yaparız” cümlesini kurdu...
Evet, ancak sonrasında ‘İsrail bize saldıracak’ da dedi. Bu tür çıkışlar seviyeyi gittikçe aşağıya çekiyor. Buna karşı İsrail Dışişleri Bakanı’nın açıklamalarıyla iki lider arasında adeta yakışıksız bir polemik yaşandı. İsrail neden bundan şikayetçi olsun ki… Yani özetlersek tüm politik tepkiyi Erdoğan’ın dışa vurması, öte yandan ticaretin bir şekilde sürüyor olması, birkaç diplomatik adım dışında da bir şey yapılmaması İsrail’in yararına oldu, İsrail bundan neden rahatsız olsun ki…
‘TÜRKİYE’NİN NORMAL İLİŞKİ KURMASINI ÖĞRENMESİ GEREKİYOR’
Öte yandan Ortadoğu’da içinde İran’ın İsrail’in ve Körfez’in de olduğu bir yeni güvenlik/siyasi mimarinin inşa edileceğine dönük iddialar mevcut. Bu iddiayı da göz önüne alırsak sizce Türkiye böyle bir değişime hazırlıklı mı?
Türkiye’nin bölgesindeki ülkelerle temasının, ilişkisinin olması gayet normal bir durum. Problem bölge ülkeleri arasındaki gerilimde taraf olmak. Örneğin Katar-BAE geriliminde taraf olduk. O nedenle Türkiye Körfez’de dışlandı. Bakan Fidan’ın da söylediği gibi sekiz yıl aradan sonra Türkiye-Körfez İşbirliği Konseyi Yüksek Düzeyli Stratejik Diyalog toplantısına katılabildi. Burada sorulması gereken ‘sekiz yıldır neden orada yoktunuz?’ olmalı. Şu doğru değil, sorunların parçası ol, sonra da çok yakın ol. Biz bunu pek çok ülkeyle yaşadık. Hatta şöyle bir espri de vardır: Hükümet hangi ülkeyle yüksek düzeyli stratejik işbirliği anlaşması imzaladıysa onunla kavga etmiştir. Aman biz imzalamayalım da kavga olmasın gibi.
Dış politika böyle bir şey değil. Hükümetin normal ilişki kurmayı bilmesi gerekiyordu. Son 20 yılımız bu hataların bedelini ödeyerek geçti. Dolayısıyla bize şu anda bu kayıpların telafisini dış politika olarak sunuyorlar.
‘SURİYE BİR GÜVENLİK VE DIŞ POLİTİKA ENKAZIDIR, BUNA HÜKÜMETİN KATKISI OLMUŞTUR’
Suriye’deki gelişmeler denklemin önemli bir diğer ayağını oluşturuyor. Nitekim Dışişleri Bakanı Fidan sunumunda Astana süreci ve ABD ile görüşmelerin sürdüğünden bahsetti. Bunun dışında bir detay vermedi. İzlenen Suriye siyasetini ve Trump’ın bu siyasete olası etkisini nasıl görüyorsunuz?
Suriye, Türkiye’nin cumhuriyet tarihindeki en ağır dış politika ve güvenlik sorunu ki buna kısmen AKP hükümeti de katkı sağladı. Burada böylesi önemli bir konunun bir cümleyle geçiştirildiğini gördük. Biz CHP olarak ilk öncelikli dış politika konumuzun Suriye olacağını söylüyoruz. Suriye bir güvenlik ve dış politika enkazıdır, buna hükümetin de büyük bir katkısı olmuştur. İnsan şöyle düşünüyor, 'acaba Sayın Bakan kendi yarattığınız sorunu suçluluk duygusu nedeniyle mi tek bir cümleyle hızla geçiştirdiniz?' Kendisi söz konusu dönemde Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanlığı gibi kritik bir görevdeydi. Yani bu dosyaya hakimdi. Kaldı ki şu anda Suriye Milli Ordusu bile MİT’in kontrolünde. Bu nedenle bu geçiştirmeyi anlayabilmek mümkün değil. TBMM’ye gelip Suriye’yi bu kadar kısa geçmek doğru değildi. Zaten yer ayırmanız gereken, detaylandırmanız gereken konu Suriye’ydi. Dahası orada Sayın Bakan’ın kullandığı bir ifade var ki beni hayrete düşürdü.
‘BAKANIN 'ORADAKİ İNSANLAR TÜRKİYE’YE KARŞI EV ÖDEVLERİNİ BİLİYORLAR’ SÖZLERİYLE BAHÇELİ’NİN AÇIKLAMALARI ARASINDA BİR İLİŞKİ VAR MI AÇIKLANMALI’
Neydi o ifade?
Sayın Fidan, CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun sorusuna şöyle yanıt verdi: ‘Oradaki insanların (Suriye’deki Kürtler) iyi niyeti varsa Türkiye'ye karşı ev ödevlerini biliyorlar.’* Ben Bakan Bey'in bunu ağzından kaçırdığını düşünüyorum, çünkü konuşma metninde bu ifade yer almıyor.
‘SAYIN FİDAN’I BU İFADESİNİ AÇIKLAMAYA DAVET EDİYORUM’
Bunu söyleyip geçiştiremez, çünkü bu çok kritik bir ifade. Suriye’deki insanlar derken kimi kastediyor? Ev ödevi verecek kadar bir yakınlığa mı sahip, bir temas mı var? Varsa hangi yolla bu temaslar sağlandı? Ne tür ev ödevi verildi? Sayın Fidan’ı bu cümlesini açıklamaya davet ediyorum. Yaşadığımız, Sayın Devlet Bahçeli üzerinden ısrarlı bir şekilde yürütülen süreçle bağlantılı bir açıklama mı yaptı, arada bir ilişki var mı? Suriyeli ‘İnsanların’ ev ödevini bilmesiyle Bahçeli’nin ‘Öcalan gelsin Meclis’te konuşsun, DEM gitsin Öcalan ile konuşsun, silah bırakılsın’ açıklamaları arasında bir bağlantı var mıdır yok mudur? İktidar bloku bu hususlara bir açıklık getirmek zorunda.
‘IRAK’TA İRAN’IN ETKİSİ ARTTIKÇA TÜRKİYE’NİN ETKİSİ AZALDI’
Bakan Fidan’ın değindiği bir diğer başlık Irak’tı. Erdoğan, geçtiğimiz nisan ayında Irak’a gittiğinde Irak’ın PKK’yı bir terör örgütü olarak tanıyacağı, ortak operasyonlar yapılacağı beklentisi vardı, ancak bu olmadı. Kalkınma Yolu Projesi de gündeme geldi. Ancak bildiğim kadarıyla hala Türkiye ile Irak arasında Kerkük Yumurtalık Petrol Boru Hattı dahi açılmadı. Türkiye’nin Irak siyasetini nasıl yorumluyorsunuz?
Türkiye geniş kapsamlı bir harekat için Irak’ı ciddi anlamda zorluyor. Ancak Irak’ın da kendi gündemi var ve buna razı değiller. Irak artık normal bir ülke olmak istiyor. Ülkesi içinde büyük operasyonların, çatışmaların yaşandığı bir ülke haline artık gelmek istemiyorlar. Ancak Türkiye çok büyük ülke ve Irak’ın çıkış noktalarından bir tanesi, ciddi bir ticaret ortağı. O nedenle de Türkiye’nin taleplerine kısmen cevap verdiler. Irak’ta bir süredir İran’ın etkisi çok arttı. İran’ın etkisi arttıkça Türkiye’nin etkisi azalıyor.
‘KENDİ SÖYLEMLERİYLE ÇELİŞMEYİ DERT ETMEYEN BİR İKTİDAR ANLAYIŞI VAR’
Aslında Fidan’ın yapmaya çalıştığı kırılan dağılan ilişkileri toparlama. Buna dönük çalışma yapıyor. AKP’de bunu çok görüyoruz, kendi yıktıklarını toparlarken bunu büyük bir başarı olarak sunuyorlar. Bunu Mısır’la ilişkilerde de Körfez ile ilişkilerde de gördük. Kendi ilkeleri, kendi söylemleriyle çelişmeyi dert etmeyen bir iktidar anlayışı var. Aslında aşağı yukarı bunu yaşıyoruz, Irak da bunun istinası olmadı.
‘ESAD İLE GÖRÜŞMEK İÇİN NEREDEYSE DİL DÖKEN BİR ÜLKE GÖRÜNTÜSÜ VERİYOR’
Bakanın konuşmasında Ukrayna kısa bir yer bulabildi. Rusya ile ilişkileri özel bir başlıkta ele almadı, biraz geçmiş dönemleri özetledi. Öte yandan Trump ile Putin arasında Ukrayna özelinde görüşme trafiğinin başlaması bekleniyor. Sizce Türkiye Trump dönemiyle beraber kuzeyinde yaşanabilecek olası bir değişime hazır mı?
Hayır, hiçbir konuda hazırlığı yok. AKP hükümeti dış politikada o kadar çok sorun yarattı ki bunları toparlarken alttan alan bir tarzı benimsemek zorunda kaldı. Mısır, BAE, Suudi Arabistan, Yunanistan ile görüşmelerde de bu böyleydi. Son olarak Suriye, Esad ile görüşmek için neredeyse dil döken bir ülke görüntüsü verdik.
‘TÜRKİYE KENDİNİ DÜNYA SİSTEMİNDE BİR YERE KOYAMIYOR’
Bu noktada hem muhataplarınız hem de rakipleriniz bundan çok istifade ettiler. Kaçmaktan kovalamaya fırsat bulamayan, kırdıklarını toparlamaya çalışan bir dış politika anlayışıyla Türkiye kendisini dünya sisteminde yeterince bir yere koyamıyor. Örneğin hükümet ve Sayın Bakan Türkiye’yi nerede görüyor? Nasıl bir Türkiye öngörüyorlar? Bunlara dair hiçbir bilgi yok. Mesela Trump ikinci dönem için seçildi, ancak bundan önce müthiş bir beklenti vardı. İşte Trump seçilecek, AKP işleri düzelecek gibi. Bu Türkiye çapında bir ülke için çok hazin bir durum.
‘TÜRKİYE ORADAN BURAYA SAVRULAN BİR ÜLKE GÖRÜNTÜSÜ VERİYOR’
Türkiye AKP iktidarı döneminde kapasitesinin çok altından performans gösteren bir ülkeye dönüştü. bölge siyasetinde etkili ve belirleyici bir ülke olabilecekken şu anda gündelik rutini yerine getiren, denge politikası izlemek isterken bir oraya bir buraya, bir Batı’ya bir Rusya’ya, bir BRICS’e bir AB’ye doğru savrulan ülke görüntüsü veriyoruz.
‘HÜKÜMET BRICS’İ KISA VADELİ BİR PAZARLIK ARACI OLARAK GÖRÜYOR’
BRICS’e Türkiye’nin başvurusu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Resmi olarak başvurup başvurmadığını henüz bilmiyoruz. Ancak başvuru yaptıysa BRICS’in şu an Türkiye’ye verebileceği bir şey yok. Bunun için aceleci olmaya da gerek yok. Biz parti olarak dünyada küresel sistemin değiştiğinin, dönüştüğünün farkındayız, yani kategorik olarak BRICS’e karşı değiliz. Küresel Güney’in yükselişi söz konusu. Dünya sisteminde bu ülkelerin önemi ve yeri arttı. BRICS ve Küresel Güney olgusunu çok yakından takip ediyoruz. Zamanı geldiğinde Türkiye BRICS’in bir parçası da olabilir ama hükümet bunu çok basitleştirilmiş, kodları kolayca çözülen bir dış politika hamlesi olarak görüyor. Bir dış politika stratejisinin parçası olarak BRICS veya Küresel Güney, çok kutupluluğa giden dünyada bir arayış olarak değil de kısa vadeli pazarlık aracı olarak görülüyor. Biz buna itiraz ediyoruz.
‘PLANLI BİR DIŞ POLİTİKA STRATEJİSİ İÇİNDE KÜRESEL DENGELERE OYNAYAN BİR TÜRKİYE YOK’
Ancak çok belirsiz, akılların karışık olduğu bir dönemde değil miyiz? Bunu diyebilen ülkelerin pozisyonları da değişmiyor mu?
Evet, haklısınız. Dünyada ciddi bir belirsizlik, akıl karışıklığı var. Ancak Türkiye bu durumu en kötü yöneten ülkelerden biri. Burada daha özerk ve geniş bir dış politika alanı yaratmak mümkündü. Türkiye bu özerkliği yaratmayı denedi, ancak başarısız oldu. Temel problem de bu. Yaşadığımız süreçte planı bir dış politika stratejisi içinde küresel dengelere oynayan bir Türkiye görmüyoruz. Bir tarafa gidip orada istediğini alamayıp diğer tarafa giden, iki tarafın da çekiştirdiği bir ülke durumuna düştü. Temel sorunumuz da bu. Yani AB de Türkiye’ye mesafe koyuyor, BRICS de mesafeye koyuyor.
‘TRUMP’A DÖNÜK UMUTLAR, KABİNESİNİ ŞEKİLLENDİRİNCE YERİNİ KARAMSARLIĞA BIRAKTI’
Trump’ın ABD’de yeniden seçimi kazanması iktidar cephesinde memnuniyet yaratmış görüntüsü var. Öncelikle hükümet için Trump neden daha iyi bir başkan? Tarihin belki de en sert mektuplarından birini Trump Türkiye’ye, Erdoğan’a yazmadı mı? Sizce Türkiye Trump dönemine hazır mı? Nasıl bir hazırlık yaptı?
Türkiye büyüklüğünde bir ülke için ABD seçimlerine dönük böyle bir beklentiyi rahatsız edici buluyorum. ABD’de kimin başkan olacağına endeksli bir ruh hali içinde olmak çok sorunlu. Türkiye, Trump gelirse bizim için iyi olur, Harris gelirse kötü olur türünden bir değerlendirmeye kalmamalı. Biz CHP olarak Trump geldiği için ne sevinç duyduk ne yas tuttuk. Türkiye kendi ayakları üzerinden durabilen bir ülke olmalı. Tabii ki dünyadaki her ülke ABD seçimlerini ve olası sonuçlarını yakından takip etti. Ancak iktidarın buna seviniyor olması bir zafiyet göstergesidir. Tabii burada Erdoğan ile Trump’ın kurumları devre dışı bırakan yönetim tarzı ve Erdoğan’ın liderden lidere sorunları çözme beklentisi etkili oluyor. Çünkü daha önceki döneminde bu yöntem kısmen işledi, ikisi de siyasete iş yönetir gibi bakıyor, Trump Erdoğan’ı kollar ve bu iş çözülür diye düşünmüşlerdi. Ancak Trump kabinesini şekillendirmeye başlayınca umutlar yerini karamsarlığa bırakmış gibi görünüyor.
‘TRUMP’IN KABİNESİNDE TÜRKİYE’Yİ ZORLAYACAK İSİMLER VAR’
Siz Trump’ın kabinesini nasıl buldunuz?
Kabinede geçmişten bu yana Türkiye karşıtı olan pek çok isim var. Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz ve Ulusal İstihbarat Direktörü Tulsi Gabbard gibi isimler zaman zaman Türkiye’ye, Erdoğan’a karşı sert sözleri olan isimler. Rubio, Bob Menendez gibi bir senatördü ve Güney Kıbrıs’a silah satışında da rol oynamıştı. Bunlar, Türkiye’yi zorlayacak isimler. Bahsettiğimiz isimler, Erdoğan’ın Trump üzerinden süreci yönetme stratejisine engel olabilir.
‘TÜRKİYE ÇİN İLE STRATEJİK İLİŞKİLER KURMADIĞI SÜRECE ÇİN İLE TİCARİ İLİŞKİLER ABD İÇİN ÖNEMLİ OLMAZ’
Son olarak Trump, göç politikalarını eleştirdiği iki komşusu Meksika ve Kanada’ya yüzde 25 gümrük vergisi uygulayacağını duyurdu. Çin’e dönük daha sert bir gümrük politikası izleyeceğini zaten daha önce ifade etmişti. Öte yandan Türkiye ile Çin arasında enerji, kritik mineraller gibi alanlarda görüşmeler sürüyor. Benzer biçimde Çinli otomotiv firması BYD’nin kuracağı fabrika için, Manisa’da bir Çin sokağı (China Town) oluşturulacağı söyleniyor? Trump Türkiye ile Çin arasındaki bu ticari ilişkilere nasıl yaklaşır?
Çin’in dünyadaki her ülkeyle gelişmiş ticari ilişkileri var. Hatta bu anlamda Avrupa ülkeleri ve ABD en büyük ticaret ortakları. Dünyanın her yerine yatırım yapıyor, Türkiye de bunlardan biri. Türkiye Çin ile stratejik bir ilişki kurmadığı sürece, ki Türkiye kurmuyor, yani Türkiye Çin’den silah almıyor, belirli bölgelerde stratejik işbirliğiyle hareket etmiyor. ABD için bunlar önemlidir. Türkiye Çin ile böyle bir ilişkiye girmediği için ABD ile ilişkilerde büyük bir sorun olmayacaktır.
* Plan ve Bütçe Komisyonu’nun ilgili tutanaklarında Fidan'ın değerlendirmesi şöyle geçmekte:
“Suriye'deki Kürtlerin PKK'laştırılma çalışması son derece karşı olduğumuz bir konu. Oradaki insanların iyi niyeti varsa Türkiye'ye karşı ev ödevlerini biliyorlar. Türkiye'den, Irak'tan, İran'dan giden bütün PKK'lı kadroların gönderilip oradaki Suriyelilerin kalması gerekiyor ama bunlar ayrı konular, onlar da olmayacağını biliyorlar, başka bir konu olduğunu biliyorlar yani o başka bir mevzu ama dediğim gibi, bizim sınır ötesindeki Kürtlerle ilgili hassasiyetimiz her zaman var.”